• özellikle ülkede bir tabu olduğu için aşırı abartılan, iki seven insanın mutlu olup mutlu etmek için yaşayabildiği araçtır.

    insanlar kimin ahlaklı olup kimin olmadığını bacak arasında aramayı bırakana dek de bu tabu devam edecektir.
  • fizyolojik ihtiyaçların en önemlisi. karşıladığın sürece ayrılma sonrası bir dönemde bile seni son derece güçlü ve hissettiren bir ihtiyaç.
  • (bkz: #84466727)
  • cinselliği özgürleştirmekle övünen ve romantik duygularla alay eden 20. yy. aşk kavramına hiçbir yenilik getirememiştir. bu yüzyılın yıkımlarından biri de budur.
    milan kundera, ölümsüzlük
  • """rabbin meleklere "ben yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti; melekler, "orada bozgunculuk yapacak, kanlar akıtacak birini mi var edeceksin? oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni devamlı takdis ediyoruz" dediler; allah "ben şüphesiz sizin bilmediklerinizi bilirim" dedi.""" bakara:30

    allah bir insan yaratmayı dilediği zaman ona sadece ol der ve o da olur. yeryüzünde bir halife yaratacak olan tanrı bunu mana olarak kendi iradesine görünürde ise erkekle dişinin çiftleşmesine bağlamıştır. bir erkeğin bir kadına, bir kadının bir erkeğe yönelmesi ve cinsel istek duyması en temel manada tanrı'nın insan yaratma iradesinin açığa çıkmasıdır. halife yaratma mevzusu bu sebepten ötürü sadece beşere özgü değildir yani tüm canlıları kapsamaktadır. erkek, dişi ve çocuk; tez, antitez ve sentez manasına gelir. bütün yaratma süreci böyle işler. zat, irade ve söz... tanrı yeryüzünde yani emre amade olan yaratılışta bir halife yaratmayı diledi ve yarattı. sonuç olarak bütün insanlar arasında anlaşsa ve artık üremeyeceğiz ve neslimiz tükensin istiyoruz deseler tanrı onların içine öyle bir aşk verir ki yine üreme meydana gelir. allah bizi cehenneme gideceğimizi bile bile neden yarattı sorusu işte bu aşk denilen yaratma iradesiyle açıklanabilir. bu yaratma iradesi sadece bir çocuğun doğmasıyla sınırlı değildir. bir sanat eserinin ortaya çıkmasında da aynı irade söz konusudur.
  • dünya'da ne kadar canlı varsa hepsinde temel bir üreme içgüdüsüyle ve bunun hormonal etkilerinden dolayı da zevkle yapılan bir iştir, bu bütün canlılar için geçerlidir fakat insanlara gelince çoğu durumda olduğu gibi bunda da biraz karışıklık ortaya çıkıyor. biz insanlar olarak bunu da kendimiz gibi doğalından uzaklaştırdık oysa diğer canlılarda böyle değil. diğer canlılarda iki cins cinselleşmek istedikleri zaman bir araya gelirler ve istedikleri için hiç işi uzatmadan olayı gerçekleştirirler insanlarda bu süreç arap saçı. hatta bazı geri kalmış toplumlarda bildiğimiz gibi bu durum neredeyse ortadan kaldırılmaya kadar ilerlemiş durumda tabu olarak görülüyor. buna da en büyük neden dinsel inanışlar. ben bir gerçek bilirim bugün hayatta yaptığımız birçok şeyin altında aslında cinsel istekler yatıyor, günlük hayatımızın çoğunun altında bu var. bunu kaba bir şekilde 'hayatta herşey sikişmektir' muhabbettine getirmeyeceğim tabi ki, ama gerçekten de düşündüğümüzde hayatta başarılı olmak istediğimizde neden bunu amaçlıyoruz ? evet belki daha rahat bir hayat yaşamak falan tamam da, o daha rahat hayatı neden istiyoruz? neden yıllarca eğitim görüyoruz, neden bir arba almak istiyor erkekler, kadınlar neden sabahın köründe kalkıp dakikalarca, saatlerce makyaj yapıyor, neden herkes bakımlı olmaya çaba gösteriyor, neden dış görünüşüne özen gösteriyor. bir de şöyle düşünelim, dünya da hiç karşı cins olmasaydı bunları bu kadar özenle yaparmıydın, bu kadar çaba gösterirmiydin ?
  • cinsellik için bugüne dek yapılmış en iyi tanım baruch spinoza'ya aittir:
    ''sevgi aşırı olabilir.''
  • hepimizin bildiği bir gerçek var: internette en çok arama yapılan içerikler cinsellik üzerine. bir numaralı konu ve hem de tüm dünyada.
  • iktidarın alanıdır. sorgulanmadığı müddetçe de öyle kalmaya mahkumdur. geçen gün sözlükte şu twitter'daki bdsm videosuna denk geldim. bir kadın, erkeği ayaklarıyla yumrukluyor. elbette bir takım sığ zihinler bunu "işte görüyor musun gerçek cinsel özgürlük bu, tabuları yıkmışlar" diye yorumlayabilir. fakat gerçekleşmekte olan, eril tahakkümün siken/sikilen dikotomisini tersine çevirmekten başka bir şey değil. bir yandan "efendi" konumundaki erkeğin içinde bastırılmış olan köle ortaya çıkıyor; diğer yandan "köle" konumundaki kadının içindeki bastırılmış efendi ortaya çıkıyor. özgürlükle bir alakası olmadığı gibi, eril tahakkümün sahip olduğu gericilikten de geri kalır bir yanı yok.

    bir alanda, gerçek manada, özgürlükten bahsedebilmemiz için, orada işteş eylem kuran bireylerin hiyerarşik iktidar ilişkilerinden kurtulup kendini oluşturma hakkını edinmesi gerekir. hegel der ki, efendi de, efendi olduğu için kölesi tarafından bir kimlik inşasına maruz kalır; dolayısıyla tam manada özgür değildir. cinselliğin özgürleşebilmesi için, tüm dış belirlenimlerden sıyrılması ve kendi kendini inşa etme imkanını kazanması gerekiyor. bunun gerçekleşebilmesi için de, müziğin içindeki armoni unsurlarının bilen bir kulak tarafından fark edilmesi gibi, cinselliği kuran şeylerin de bilinmesi gerekiyor.

    iktidardan arınmış ve kendini oluşturma hakkı kazanmış bir cinsellik. bakışlarla, dokunuşlarla, sezişlerle ve kavrayışlarla şekillenen; itişler, çekişler, dönüşler ve bütünlenişlerden oluşan derin bir fenomenolojik alanın keşfedilmesi. bu açıdan, cinselliğin içinde taşıdığı potansiyel, aslında edebiyatın sahip olduğu potansiyelden farksız. nasıl ki, her yazar kendi qualiasından yola çıkarak fenomenolojik bir dünya tasarımı yapıyorsa, ve bizler de okuduğumuzda bu tasarımın özgünlüğüne hayran kalıp tek tipleştirilmiş dünya tasarımının dışında bulunan bu farklı dünyanın lezzetini duyumsuyorsak; aynı potansiyel cinsellik alanı için de söz konusu.

    elbette şu soru sorulabilir; "cinselliği iktidardan tamamen arındırmak mümkün müdür?" bu soruya hayır cevabını veririm, zira iktidar kurma arzusu gücünü cinsellikten alır; cinsel alan iktidarın çıkış noktasıdır, tam da bu yüzden tecavüz eyleminde iktidar çıkmış olduğu cinsel alana geri dönüp saplanır. iktidardan tamamen arındıramıyorsak o halde ne yapacağız? burada yine bir tuzak var. iktidar-özgürlük dikotomisini de kırmamız gerekiyor. bu da yine iktidarsal bir düşünme biçimi. iktidarın kendini kütle biçiminde göstermesi şart değil, cinsel oluş halinin zamansallığı içinde; kendini yanıp sönen yıldızlar gibi gösterebilir. tam da bu yapılırsa, iktidar da kütle biçimindeki formundan kurtulup özgürleşmiş olur, aşkın* baskıcılığını kaybedip, içkin olarak -yıldız tozu- gibi tüm cinsel deneyimin içine dağılır. böylece de, çelişki gibi görünen tanımlar ortaya çıkar; örneğin sertlik kendini, kibarlığın içine örtük olarak yerleştirir. nezaketin içine sinmiş bir sertlik. dikotomik bir zihnin bunu anlaması elbette mümkün değil. fakat cinselliğin iktidardan arınması, iktidarın yok edilmesi yoluyla olmaz; bu mümkün değildir. iktidarın un ufak edilip tüm deneyimin içine aktarılması ve eylemin failleri tarafından serbestçe paylaşılması sayesinde olur.

    özetle, dikotomik bir mantıkla; sırtını belli kimliklerin -ve dış belirlenimlerin- arkasına yaslayan bir cinsellik özgürleşemez. ancak, kendini oluşturma imkanını kendi araçlarını tanıyarak kazandığında ve iktidarın kütle yapısını bozduğunda özgürleşebilir.
  • özünde ilk insandan günümüze var olan ve sıradan bir olayken günümüzde ayıp, yasak ve iktidar ilişkilerinin güdüldüğü bir nesne haline gelmiştir.

    çoğu ortamda kimse cinsellikle ilgili konuşmaz ama çalmadan, aldatmadan adam öldürmekten rahatlıkla bahsedebilir. cinsellik bu eylemlerden daha mı zararlıdır? daha mı kötüdür? tabi ki hayır. bu sistematik bir şekilde kurgulanan ve günümüzde ahlak adı altında bireye empoze edilen bir durumdur.

    freud, cinselliğin her şeyden önce, bir üreme içgüdüsü dolayısıyla da karşıt iki cinsten insanın karşılaşma arayışı olduğu söyler. bu genel anlamda cinsel arzuyu(libido da denilebilir) insan ruhsallığının temeline yerleştirir. schopenhauer'da ise cinselliğin içgüdüsel bir açlığın doyurulduğu bir yer olarak görüyoruz. buna göre cinsellik yeme-içme gibi var olan normal bir yaşam aktivitesidir. cinselliğin ahlaksız ya da kötü olarak nitelendirilmesi toplumun ona yüklediği anlamla doğrudan ilgilidir. cinselliğin tabu haline geldiği doğu toplumlarında "kızlık zarı, ikinci el kadın, iktidarsız erkek" gibi tanımlamalarla bu bilinçaltına itilmiş ve cinsellik hep bir güç ilişkisi olarak değerlendirilmiştir. insanın birey olarak görüldüğü batı toplumlarına baktığımızda ise cinsellik bir tabu değildir ve herkes bunun hakkında rahatça konuşabilir.

    foucault her şeyde olduğu gibi cinsellikte de bir iktidar olgusunun var olduğunu savunur.* kendisine göre cinsellik, ne doğal bir özellik ne de insan hayatına ait bir olgudur. cinsellik kurgulanmış bir deneyim kategorisidir. ve biyolojik değil, tarihsel, toplumsal ve kültürel kökenlere sahiptir. bu şahsen benim pek katılmadığım bir tanımlama olsa da foucault burada cinselliğin biyolojik etkenlerini inkar etmekten çok toplumdaki işlevine eğilmesinden kaynaklıdır. yine foucault cinselliği tarihsel dönemlere ayırmış ve her dönemdeki cinselliğe farklı özellikler atfetmiştir. bu bakış açısıyla cinselliğin bir iktidar aracı haline geldiğini kanıtlamaya çalışmıştır.

    tarihsel olarak ele aldığımızda ise cinsellik ilk günahın kaynağı olarak algılandığı için, günah çıkartma geleneğinde ilk sırayı aldığını görüyoruz. uyarılmış cinsellik bir anlamda tanrıya başkaldırmış insan simgesidir. dolayısıyla muhafazakar çevrelere göre sürekli baskılanmalı ve kontrol edilmelidir. masa bacaklarının bile penisi çağrıştırdığı için tamamen örtüldüğü victoria devri buna en iyi örneklerden biridir. neyse konuyu dağıtmayalım. ne diyorduk hah ilk günah... ilk günahtan önce insanın bedeni, tümüyle tanrısallığa bağlıydı. yani buna göre insan bedenini ancak yaratıcısının istemleri doğrultusunda hareket ettirebiliyordu. ve insanoğlu ilk günahla birlikte, tanrısal istemlerden kurtularak, cinselliğini kendi istemleri altına aldı. böylece de cinsellik bir itiraf olan günah çıkarma işleminin temel dayanağı haline geldi. bu görüşe göre de beden tüm günahların kaynağıdır ve bu yüzden de bedenin hareketleri, etkinlikleri en ince ayrıntısına kadar izlenmelidir.

    peki ya bu görüş artık bitmiş midir? söz konusu muhafazakarlık olunca tabii ki hayır. din adamları zamanla somut cinsel davranışlarla ilgilenmekle kalmamış, üstüne cinsel arzular ve bunlarla ilgili düşlerle de ilgilenmeye başlamıştır. hristiyanlıkta günah çıkarma nasılsa müslümanlıkta da bu anlayış temelde aynıdır. örneğin gece uykusunda boşalan erkek sabah kalkınca abdest almalı ve tövbe etmelidir. oysa ki bu olayda kişinin bizatihi iradesi yoktur ya, neyse o ayrı bir konu.

    cinsellik kimi iktidarlar tarafından toplumu kontrol etmek için kullanılan bir araç olarak da görülmüştür. tıpkı dünya savaşlarında azalan nüfusu arttırmak için devletlerin halkı çocuk yapmaya teşvik etme amacıyla kullanılması gibi. günümüzde ise ucuz iş gücü yaratmak için teşvik edildiğini yakın tarihimizde gördük.*

    günümüzde cinselliğin hangi zamanda, nasıl ve nerede konuşulacağı toplumlardaki ahlak kuralları aracılığı ile belirlenmiştir. bu ahlak kuralları da toplumların tarihsel süreçlerinden günümüze şekillenmiş daha doğrusu kurgulanmıştır. orta doğu'da bir kadının koca seçme lüksü yokken erkeğin 3 kadın alabilmesi, buna karşın batı toplumlarında kadının erkeğin bavulunu toplayıp kapının önüne koyabilmesi cinsellik kavramının ve cinsel iktidarın, farklı toplum ve kültürler tarafından farklı yorumlanmasından kaynaklıdır.

    işin özeti penisin vajinaya girmesi homo habilis'den günümüze değişmemiş bir üreme biçimidir. sadece bizim bu biyolojik olguya yüklediğimiz anlamlar değişmiştir. dolayısıyla cinsel özgürlük, toplumda çoğunluğun sahip olduğu ahlaktan bağımsız olarak bireysel olarak değerlendirilmelidir.

    kaynak: michel foucault - cinselliğin tarihi, nejat bozkurt - çağdaş felsefeden kesitler
hesabın var mı? giriş yap