• olay ankara üniversitesinde geçiyor. biyoloji okuyan çocuk ayakta altı parmak mutasyonunun sadece babadan geçebileceğini duyuyor ama buna itiraz ediyor çünkü babası 5 parmaklı.

    hocası git ailenle konuş deyince daha dram ortaya çıkıyor çünkü ailesi seni amcandan aldık aslında sen amcanın çocuğusun diyor. işler karışıyor; amca gerçekten 6 parmaklı ama dedesi 5 parmaklı.

    amca dededen değil yani. e babaanne öleli 7-8 yıl olmuş.

    köyde çaktırmadan soruşturuyolar köyde 6 parmaklı kimse yok.

    hikaye bu kadar.
  • üzerine çok az konuşulan ama gördüğüm kadarıyla ülkemizde çok yaygın olarak yaşanan bir hadise. farkında olunmayan yaralarımızdan biri. burada bile 4 entry var ama eminim bir çoğunuz çevresinden böyle bir hikaye duymuştur.

    annemin bir tanıdığı bunu yapmış. bazı hikayeler çok iz bıraktığından herhalde, tekrar tekrar anlatmıştır bunu. iki kız kardeş, birinin çocuğu olmuyor, diğerinde 3 çocuk. kardeşi için, bir nevi sipariş üzerine çocuk doğurup alt katında oturan kız kardeşine veriyor. sürekli görüşüyorlar elbette. çocuk büyüyor ve babasının küçük bir kopyası, sapsarı saçlı mavi gözlü, yüz hatları biyolojik babasının birebir aynısı. daha ilginci biyolojik babaya aşırı derecede düşkün. ne zaman oturmaya gelseler kalkacakları zaman 'ben y. amcalarla kalmak istiyorum' diye ağlıyor. o öyle dedikçe iki kız kardeş de hüngür hüngür ağlıyor. tam bir aile dramı.

    bunu yaşayan ya da bu olaydan dolaylı etkilenen bir çok hastam oldu. hikayelerini dinledim. yaralarını onarmaya çalıştık birlikte.
    'kardeşimin çocuğu yok, 3 numarayı ona vereyim' diyen mi dersiniz, sırf vermek için çocuk doğuran mı..komşuya tuz verir gibi çocuk vermek. nasıl bir aymazlıktır hiç anlayamam.

    bu olay öylesine farklı boyutlarda etkiliyor ki aileyi..
    verilen çocuk: istenmeyen, değersiz birisi olarak algılıyor kendini.
    veren ebeveynler: yoğun suçluluk duyguları yaşıyor.
    alan ebeveynler: çocuğu ailesinden ayırmaya yönelik yine suçluluk duyguları.
    biyolojik kardeşler: evde kalan/kurtulan olmanın suçluluğu ve çocuklarını 'veren' ebeveynlere karşı güvensizlik.

    toplumsal bir yara bu mesele. insanların bilinçlenmesinden yana çok umudum yok açıkçası ama belki tüp bebek gibi yardımcı üreme tekniklerinin ilerlemesi bir nebze etkili olur da daha fazla çocuk ayrılmaz annesinden.
  • biz üçüzüz, zamanında babaannemlerin eski bir komşusu aramızdan birini istemiş, un, şeker ister gibi çocuk istemek cidden trajikomik.

    bahsettiğim komşunun bir kızı ve bir oğlu var, kızı doğuştan engelli ve yatağa bağlıydı.
    annemin hamilelik süreci biraz sancılı olduğu için son zamanlarda babaannemlerde kalıyormuş bizimkiler, doğuma birkaç ay kala komşu "doğduklarında sen görmeden kızlardan birini alıp gideyim" demiş.
    annem şok olmuş, elbette kabul etmemiş ama bir insan hangi mantıkla böyle bir teklif yapar bilmiyorum.
    bunu diyen kadın da babaannemlerin en az 20 yıllık komşusuymuş o zamanlar.

    annem ve babam cahil insanlar olsa, bir gaflete düşüp kabul etseler epey acı verici olurdu eminim her iki taraf için de,
    bir süre bu teklifi yapan komşu ile aynı sokakta oturduk, doğduğumuzda beni alıp gitmiş olsaydı sokakta oynadığım komşumuzun çocuklarıyla neden bu kadar benzediğime pek anlam veremezdim galiba:d
    korkunç bir "gelenek".
  • annemlerin yaptığı.

    ilk çocuk ben olduğum halde, nasılsa geride daha var denilerek, aile büyükleri reddedilemediğinden, biz bunu alalım dediklerinde ne annem ne babam itiraz edememiş. beni halama vermişler. 2,5 yıl halamda kalıp ilkokula başladığım sene ankara'dan erzurum'a geri verilmişim.

    geri verilişimin nedeni de eniştem (biz dayı deriz) halamı meyve bıçağıyla sırtından bıçaklıyor benim gözlerimin önünde. ben polislere bir şey söylemeyeyim diye halam yalvarıyor babama. o sebeple beni geri veriyorlar. hayatımın ilk ve tek uçağa binişi odur. beni verip 3 numaralı kardeşimi alıyor halamlar. o neredeyse bebek; 3,5-4 yaşında.

    benden önce de 2 numaralı kardeşimi anneannemlere veriyorlar; çünkü annem tek çocuk. anneannemlerin başka çocuğu yok. bir yaşa kadar annemi ablası bilmiş benim kızkardeş. hem annesi hem ablası. bunu düşünüp bir türlü çözemiyormuş.

    ilk 3 çocuklarına bunu yapmaya nasıl kıyabildiklerini hep sormuşuzdur. babam cevap vermedi, en azından bana vermedi. ama annem hep; karşı çıkabiliyorduk sanki, der.

    bazen düşünüyorum. mesela bu akşam düşündüm. 2 amcam, yengelerim, kuzenlerim, eşleri, çocukları ve biz 3 kızkardeş (diğer ikisi başkasına verilmeyen kardeşler) ve yeğenlerim; epey kalabalıktık çocuklardan birinin doğumgününde. uzakta kaldım bir ara. baktım hepsine tek tek. bazen katıldım sohbete bazen içime gömüldüm. ben öyle çok dokunamam birine. bir tek kızımı öpücük manyağı yapmaya çalışmıştım, o da izin vermedi pek. bıraktım gitti ben de. hani arkadaşlar ya da akrabalar arasında selamlaşılırken öpüşülür, sarılınır falan ya, ben hep karşıdan elimi kaldırıp (sol elim bir de, solcuyuz vesselam keh keh keh) öyle merhaba derim. sarılmam çok nadirdir. uzakta duracak imkânım yoksa mecburen sarılırım. dokunmak garip geliyor bana, birine dokununca ya da biri dokununca tüm dikkâtim orada toplanıyor. bu var, bundan ayrı bir de hiçbir yere yahut kimseye bağlanamama, güvenememe var. gerçi güvenememe karadenizlilikten kaynaklanıyor olabilir. aileye de o kadar bağlı değilim şimdi, itiraf ederim. tamam severim kardeşlerimi, annemi ve rahmetli babamı ama, sevmek konusu bende hep bir sorgu hâli olagelmiştir. sevdiğimden asla emin olamamışımdır.

    gariptir ki, sevildiğimden hep emin oldum. yani sevdiğini söyleyenlere hep inandım. bu daha çok söylenene inanma durumu, sevildiğini bilme değil. öyle diyorsa öyledir gibi, seviyordur. sevmese neden söylesin gibi.

    bugün bulunduğum noktada ailemle ölçülü, kızımla ise limoni mesafeliyim. arkadaşlarımla da öyle. sanıyorum herkes bana her şeyi anlatıyor. herkes her daim yanında olacağıma inanıyor.

    oysa hiçbir yere bağlı değilim ben, kök salmadım. imkân olsun yarın başka bir şehire taşınabilirim (istanbul hariç, korkuyorum oradan). bu heyecan verici gelebilir, ama hiç de öyle değil. gittiğim her yerde, memleketimde bile, gurbetteyim ben.
  • çocukluk arkadaşımın başına gelendir.
    benden bir yaş büyüktü. 5 kardeşlerdi. dayının çocuğu olmayınca ona verdiler. dayı ve eşi çok sevdi onu. ama dayının eşi böbrek hastasıydı ve vefat etti.
    dayı bir kez daha evlendi. yeni eş de sevdi başlarda ama çocukları olunca istemedi arkadaşımı. o da öz anneye geri verildi. anne bir türlü ısınamadı ona karşı. ve kızcağızı genç yaşında evlendirdi. çok çalışkan olmasına rağmen okutmadı annesi. ama o her zaman neşeli bir insandı. yıllar sonra karşılaştık o kadar güzel bir anne olmuş ki. oğulları ile arkadaş gibi aynı zamanda. o güzel insandan da bu beklenirdi. umarım çok mutlu olur. hayali de tekrar okula dönmek :)
  • babam, çocukları olmuyor diye bizatihi beni teklif etmiş*, amcam kabul etmiş ama yengem istememiş. halbuki toraman gibi bebeydim neyimi beğenmediyse afşlksdşf
  • ilk duyduğumda “böyle saçma şey mi olur?” desem de oluyormuş. bizzat bizim köyde yaşanmış. bu başlığı görünce direkt aklıma geldi.

    bizim köyde bir şaban amca var. cahil deyince insanın aklına nasıl bir şey geliyor biraz düşünün, tartın, bütün hâle getirin; sonunda şaban amcanın kafa yapısına ulaşacaksınız. amca dediğime bakmayın, ona amca demek de bir gelenek.

    bu şaban amca küçükken yolda bisiklete binen ablamı görüp “kız kısmısı bisiklete mi binermiş, doğru eve.” diyerek ablamı azarlamış bir insan. çocuklarının okumasını saçma gören bir insan. ortaokulda dershaneye gittiğimizde babama “o paraya tarla alınır tarla, neden okula bu kadar para harcıyorsun?” diye babama kızmış bir insan. evet, parayı çok severdi çok sevgili amcamız. iphone bağımlıları var ya, her onun köye bürünmüş hâli şaban amca. kazandığı para ile em lüks traktörü almaya çalışır, neredeyse her yıl traktörün römorkunu değiştirir, boyar vs. biraz da cimridir, okumak gibi saçma sapan şeylere para harcamaz.

    nasıl bir insan olduğu biraz kafanızda canlanmıştır diye tahmin ediyorum. he unutmadan, halamın okumasına engel olan kişi de bu şaban amcanın eşi. dedem bir gün halama, “hadi üstünü giyin, seni liseye yazdıracağım.” demesiyle ortamda bulunan şaban amcanın eşi ve saz arkadaşlarının “oooo sen de n'aptın be x, kızlar okur mu? okuyup da ne yapacak oğlanlara mektup mu yazacak?” şeklindeki değişik fikirlerine maruz kalmış. adamcağız ne yapacağını bilememiş ve fikrinden vazgeçmişti. dedem aydın insanmış da çevredeki fikirleri fazla dikkate almasaymış iyiymiş.

    neyse efem, şaban amca diyorduk (şu an yetişmem gereken bir okulum, yapmam gereken kahvaltım var ama ben şaban amcayı anlatmak istiyorum). bu şaban amcanın bir kızı oluyor -kızları da hiç sevmez haspamız- bir akrabası ondan çocuğunu istiyor ve şaban amcamız ne yapıyor? kızını belli bir para karşılığında bu aileye satıyor. bu nasıl bir şey, bu ne değişik cahiliyle dönemi kafası ben de bilmiyorum. ve şaban amcamız o paraya güzel bir araba alıyor. e güle güle kullansın.

    şimdilerde hâlâ o kızıyla görüşmüyorlar, sanki o yokmuş gibi davranıyorlar. kız ise tüm olanları öğrenmiş ve gerçek ailesine (şaban amcalara) küsmüş, yeni ailesiyle mutlu mesut yaşıyor. yani görünürde mutlu, içini bilemeyiz. eğitim de almış üstelik, şaban amcanın karşı çıktığı bir hayat yaşamış...
  • malesef baba tarafında çok yaygın olan durum. babaannem babamı dedemin çocuk sahibi olamayan kız kardeşi için doğurmuş bir nevi. fakat ana yüreği vermekten vazgeçmiş. tabi bu durum aralarının açılmasına sebep olmuş. iki sene sonra amcam doğduğunda bu sefer vermek zorunda kalmış. amcam belli bir yaşa kadar halısını annesi sanarak büyümüş. sonradan hala ölüp, eşi de başka biriyle evlenince amcamı dedem geri almış. amcamın öz ana babası ile arası hiç iyi olmadı. onlara karşı hep kin besledi yıllarca. daha böyle dolu acı hikaye var ailemizde.
  • bunu teyzem yaptı. beşinci çocuğunu çocuğu olmayan diğer teyzeme verdi.
    çocuk da büyüdükçe öyle tatlı bi şey oldu ki diğer kardeşlere falan hiç benzemiyor.
    çocuk 5-6 yaşına gelince başlayan çocuğu geri alma çabaları 2 sene sonra sonuçlandı ve çocuğu geri aldı.
    sonuç: sülalede herkes birbirine düştü, çocuğun psikolojisi bozuldu, iki aile de perişan oldu.
    hiç gerek yok. evlat lan bu, gördükçe insanın yüreği sızlar, imkansız.
  • malesef benim de yakın bir arkadaşımın başına gelen bir durum bu. amcasıyla yengesinin çocuğu olmuyor diye, doğduğu zaman amcasına verilmiş. yıllarca arkadaşım amcasını baba, yengesini anne olarak bilmiş. üstelik arkadaşım amcasına gittikten sonra kardeşleri de olmuş. buna rağmen amcasıyla yengesi kendi çocuklarından ayırmamış, her daim el üstünde tutmuşlar kızı. ama yıllar sonra bir akraba çocuğunun arkadaşıma gıcık olması üzerine carlaması sonucunda öğrenmiş evlatlık olduğunu ve amca bildiğinin gerçek babası olduğunu, baba bildiğinin ise amca olduğunu... kızcağızın şimdi 2 annesi, 2 babası, bilmem kaç tane kardeşi var. orjinalde kuzeni olanları gerçek kardeş gibi bilir, biyolojik ailesine karşı hep bir mesafelidir. yine de iyi yürekliliği, gene anne baba, kardeş der onlar için de... ama her daim biyolojik amcasına ve yengesine, kısaca anne baba bildiği kişilere minnet duyar onu böyle yetiştirdikleri ve iyi bir insan haline getirdikleri için.

    herkesin bahtı açık olsun, ama bu ne midesizliktir arkadaşım. sen nasıl el kadar bebeğini memeden kesip başkasına verirsin? gerek anne, gerek baba olarak soruyorum. daha sonra o çocuğa "yea sen aslında bizim çocuğumuzsun. bize karşı da sorumluluk bilincin oluşsun. bizi de sev say." falan ne kafa anlamak mümkün değil. hadi çocuk olmuştur, siz çok kötü durumdasınızdır. buna rağmen veremezsin ama diyelim ki çocuğun hayatı kurtulsun diye verirsin falan. bu böyle de değil. sat bari doğurup doğurup, gelir elde edersin. tövbe tövbe.

    allah affetsin.
hesabın var mı? giriş yap