aynı isimde "çocukluk (dizi)" başlığı da var
  • mutluluğun resmidir çocukluk; bir elma şekerine, yeni alınmış bir bisiklete , marioda tur atlayabildiğine çılgınca mutlu olabilmektir.
    masumiyettir; keşke tüm kötüler, kötülükler öcülerden ibaret olsa dedirtir yıllar sonra.
    inanmaktır; insan en çok çocukken inanır. bir tek çocukken aramıştır gökkuşağının altındaki hazineyi, çocukken beklemiştir noel babayı.
    saflıkla dolu kurnazlıklardır, doyasıya gülmektir, en çok da ağlamaktır.
    çocukluk kaybedilen eşşektir asla bulunmayan.
  • ne oldu ne bitti anlayamadan geçip gitti.

    simdi sağda solda duvar yazıları gördükçe , arkadaşlar arasında sohbetlerde paylaşıldıkça eskiyi anımsayıp gülüyorum sadece. özledim hemde çok özledim seni. kim olduğunu bile öğrenemeden ayrıldık seninle. tanıyamadık doğru düzgün birbirimizi. nelerden hoşlanırsın diye sormadım bile. ne yapsam peşimden daha çok gelirdin bilmiyorum. tek yaptığım geçmişteki büyük hataları sorgulamak şimdi. bazen iç geçirmek , ağlamak. tıpkı seninle beraber olduğumuz zamanlardaki gibi ağlamak masumca. zaman makinesi bizim gibilerin hep en büyük fantezisiydi bilirsin sende. keşke öyle bir şey olsa diyorum şimdi de. gözlerimi kapasam , birden dönebilsem yanına. gelecekten bihaber sarılsam sana hiç bırakmadan bu sefer. polise götüreceğiz seni diye korkutsalar ağlamam söz. yada karanlıktan korkmam , yalnızlıktan da..en büyük derdimiz yarinki sınıf maçı ne olacak olsa , yine ve en büyük acı düştüğünde dizinde oluşan o yara. sen ki uğrunda şiirler yazıldı. fakirliği , zenginliği yoktu bu döngünün. para derdimiz yoktu. siyaset derdimiz yoktu. yarin ne olacak kaygımız yoktu. yine aynı kızlara aşık olurduk seninle ama bu sefer biraz daha çocuksu. tırnaklarımızı yerdik onu her görüşümüzde de ses etmezdik yine. bugün resimlerine baktım tekrar tekrar. geçen zamanın beni nasıl değiştirdiğini gördüm. masumiyetimden neleri kaybettiğimi gördüm. senden sonra hangi erdemleri kaybettiğimi gördüm. meğer her insan seninleyken en erdemli en olgun çağlarını yaşarmış bunu öğrendim. insanlar büyüdükçe karakterlerini kaybediyorlar inanır mısın. seninleyken bir kalbi , yüreği olanlar , bunların yerine taş ve yalanları koyup güçlendiklerini sanıyorlar. oysa hepsi o kadar kırılgan ki. ama zamanında senin kadar güçlü biriyle olmasaymışım , annen , baban seni bu kadar iyi yetiştirmeseymiş , bugün oturup bu kelimeleri bir öz eleştiri gibi yazamazdım kendi kendime. kaybedilenler oldu geçen zamanda. yitirilen insanlar , gülüşler , sevgiler. zaman seni nasıl getiremeyecekse geri , onları da getirmeyecek elbet.

    şimdi , tek bir yanım var senden sonra olması gerektiği gibi gelişen ; yalanlara inanmıyorum artık. her insan masum değil gözlerimde ve her söz doğru değil duyduğum , kulaklarımla.

    çok özledim seni. nilirim bir daha asla gelmeyeceksin geri. bir mezar taşın yok , yattığın/saklandığın bir yer yok. gelip görebileceğim , sarılıp koklayabileceğim bir evin , bir yerin yok. başımı yaslayabileceğim bir omuzun , daldığımda kaybolacağım bakışların yok. tutabileceğim , ellerimde kaybolan ellerin yok. okşayabileceğim , inatla dikilen saçların yok. o sarı kaşların , masum bakışların yok. denizler kadar derin , mavi gözlerin ise sadece aynalarda. onda ise eski anlam , eski masumiyet yok.

    geçen zaman seni alıp götürdü benden sonsuzluklara. asla ulaşamayacağım uzaklıklara. "seni görebildiğim yer rüyalar artık" diye bir şarkı var ya , sözleri o kadar gerçek ki. bana asıl dokunansa bir daha asla ulaşamayacağım sana. karşılığında dünyaları da versem , ulaşamayacağım sana...

    çok özledim seni çocukluğum.
    yaramazlıklarını , gülen gözlerini , kahkahalarını , hatta ağlayışlarını bile özledim.

    çok özledim seni çocukluğum.
    yokluğunda sürgün gibiyim şimdi. kendini kaybetmiş , kayıp bir kişilik...

    çok özledim seni çocukluğum.
    ne varsa sende varmış bilemedim. çok istedim ama geri dönemedim. tebessüm ettim ama , senden sonra yürekten gülemedim...

    çok özledim seni çocukluğum.
    varlığında kıymetini bilmedim.
  • insanın geleceğinin bazen yavaş yavaş gelişen süreçlerle, bazen bir anda yaşanan anlık olaylarla şekillenmeye başladığı, ömrünün bebeklikten hemen sonra gelen ikinci evresidir. ileride nasıl bir genç, nasıl bir yetişkin, nasıl bir birey olunacağının sinyalleri bu döneme bakarak çok rahat görülebilir. örneğin ; ninja kaplumbağalar'dan donatello'yu, power rangers'tan mavi rangers'ı favori seçen bir çocuğun büyüdüğünde bir temel bilim dalında eğitim görmesi hiç şaşırtıcı değildir.
  • çocukluk dedikleri, hele sizden yalnızca 1 yıl 3 ay küçük kardeşiniz olursa filan çok süper geçerdi lan. anlatılacak çok şey var. ama madem gecenin böyle sabaha yavşayan saatindeyiz, bir tanesiyle geçiştirelim. kimsenin görmeyeceği saatleri seviyorum. içimi çıkarıyorum lan kolay iş mi? ama hikâye boktan, yine de uyarayım.

    izmir...apartmana taşınalı 2 sene olmuş, apartman demeye bin şahit. müteahhite sordum "beş dakikada mı yaptınız?", "hayır dedi 40 yıl art..."öeeeh. yazamayacak kadar kötü bir espri tamam. (zaten bu anektodu bir ekşici haydi hiçbir yerden duymamış olsun, yiğit özgür'den duymuştur. malum seviliyor adam, ne paylaşılsa altına geldi yine tipini, yok kaçın ne biçim espri lan bu...bıktık be.)

    neyse müteahhit rizeli, zaten davalığız,
    (yıllar sonra gelen edit: müteahhit, bu "milletin amına koyan" adamın kuzeniydi. soyismi cengiz yani),
    pedere silâh çekmişliği de var. aslında pederin bana çektiğini, silâh değil, böyle şeylerde heyecanlandığını gözlemliyorum ya neyse. bir şey olmadı. o aralar küçüğüz. davalık olma nedeni oturma izni problemi, karşı apartmana mesafe kısa diye apartmanın bir tarafında balkon olmaması lâzımmış. adam imarda olmamasına rağmen döşemiş bizim tarafa da balkonu. neyse herhalde rüşvet filan mı nedir, balkona bir şey olmuş değil.

    biz de kardeşimle o sikik balkondan karşı lüküs apartmana yeni taşınanları takip ediyoruz. bir de arkadaşımız var, isim vermeyeyim rencide olmasın, mahallenin ağzına sıçıyoruz afedersiniz. boş dairelerin camlarını sökmekten, yoldan geçenlere su dolu balon, avize elması??? fırlatmaya, tüpçü,pizzacı, spotçu??? bazen üçü birden çağırmaya devam. of çok uzattım. bunlar konuya bağlanmayacak bebeğim, boşa okudun.

    karşı apartmana, biz 4. kattayız, onlar 2. kat, yeni bir aile taşındı. lan bir kızları var of ilik gibi, kıvırcık, 10 ya var ya yok, bu arada ben 11, bizim kanki 10, kardeşim 9. hemen şey sanma amk. neyse simge miydi neydi kızın adı, bununla kikirdeşiyoruz üçümüz de. balkonuna bir şey atıyoruz nasıl bir kur ise artık... aradan 1 ay geçti ama mevsimlerden hâlâ yaz amk, bitmezdi lan o yazlar. ne güzeldi be, "beeekler sahilde meltem içimde fırtına, yeniden de sevebilirizzzz, akdeniz." ayna'dan dinlediniz, biz de o ara dinledik. fekat o ara bizim birader balkondan bir tükürdü ki, balgamıyla zaten kırılmadık rekor bırakmamıştı, tükürmesiyle aşağılardan bir yerlerden "lan, lun?!?!?!" sesleri bizim evin içine kadar geldi.

    kankiyle durduk ne oldu ya diyoruz, kardeşim dedi abi simgelere tükürdüm, çorbalarının içine girdi balgam. oha diyorum amk 11 yaşındayım, oha diyorum ona rağmen ya. nasıl diyorum lan nasıl becerdin? ailecek sofrada imişler bir de. adam bağırıyor: "geliyorum belânızı sikicem piç kuruları..."

    biz hemen evin diğer tarafındaki balkona koşturduk. niye bilmiyorum. artık isim vericem kardesim semir ve koral ağlamaya başladılar. çömelmiş "abiiiğ naapçaz böhüböhü", lan dedim "durun, sakın ses çıkarmayın, basar basar gider". bu arada adam aşagıda herhalde bütün dairelerin ziline basıyor. bizim daireye kadar çıkışını büzüğümüz elverdiği ölçüde sol memenin altındaki cevahirin çarpıntı sesiyle karışık duyduk.

    adam zili çaldı. semir, daha 9 yaşında lan, refleks olmuş salağa herhal, "kim ooooo?" demez mi... al başına belâyı, allahım bak bütün bu 10 dakikayı nasıl 1 saatte anlatıyorum anla, zaman geçmiyor hacı, durdu. adam açın kapıyı ben sivil polisim, sizi bitiricem, şöyle yalayacam, böyle ters çevirip düz..." tövbe, o zamanlar suskunlar yok, sleepers'ı da ben izlemedim amk bildiğin bok yoluna gidecekmişiz gibi bir hava.

    neyse adam kapıyı yumruklamaktan bir 10 dakika sonra vazgeçti, siz göreceksiniz dedi gitti.

    akşamında babamlardan duymayı bekliyorum ama ne gelen oldu ne giden. ulan dedim adamlar niye gelip bizimkilere şikayet etmedi, çıkışmadı. çok geçmedi anlaşıldı, gerçi anlaşıldı derken hâlâ olayın aslını yalnızca biz üçümüz biliyoruz.

    bir gün belediye ekipleri geldi, karşı binaya yakın olan bizim 5 dairenin balkonunu teeek tek yıktılar. ve sanki işiymişçesine, bu yıkımı o simge'nin ana babası başından sonuna izledi. başında durdu amk başında. daha da kötüsü, bu yıkımdan bir hafta sonra taşındılar. yani "sizi sikmeden gitmeyiz 10 yaşında da olsanız" ayarını bizimle beraber, tüm apartmana yedirdiler.

    kimse bilmedi olayın içyüzünü.

    bu kadar.

    çocukluk, en ilginç saçmalamaların ev sahibidir. önce balkonu yıkılır.
  • sahip olunan büyük ve küçük erkek kardeşlerin de aynı dönemine denk geldiğinden en çok özlenen zamanlardır. büyüğü üç yaşında okumayı susam sokağı ile öğrenmiş; küçüğü senelerce r yerine v demiş sonra ben kendisine araba çalıştırma sesi yaptıra yaptıra r dedirtmişimdir. babaya, abiye ve erkek kardeşe aşık olunan dönemlerdir diyemeyeceğim. çünkü o aşk dönemi benden hiç geçmemiştir. haa bir de eşek kadar ve ailemden uzak olduğum için en çok özlediğim çocukluk anısı annemin bizi her gece yatmadan önce öpmesidir. hemen geri gelse keşke o günler. çünkü ben ağladığım tek şeyin sokakta top oynarken düşünce kanayan dizim olmasını istiyorum.
  • en çok sevdiğiniz, sevildiğiniz, hayatı toz pembe gördüğünüz dönem. aklınız ermeye başlamadan önce siz değil miydiniz sanki bir fasulye şekeri bitti diye sinir krizlerine giren? halbuki tek bir tanesi sizi dünyanın en mutlu çocuğu yapmaz mıydı sadece 4 yaşınızdayken?

    beni yapardı.

    çocukluk öyle bir dönemdi ki her şey çok başkaydı. her şey o kadar büyüktü ki. hiç düşünmezdiniz tabii baktığınız açının küçük olduğunu. küçüksünüzdür, hep birilerinin kucağında. sevilirsiniz ve bunu bilmezsiniz bile. sevgi kavramını daha hangi çocuk anlamıştır ki o yaşta. sizin için sevgi belki de kekin sizin isteğinize göre yapılmasıydı. anneniz kakaolu kek mi yaptı? evet, en çok sizi seviyor. işte öyle bir kafa değil mi çocukluğun başları...

    öylesine saf, öylesine sakin.

    bazen düşünüyorum, ne çok severdim. onu, bunu veya şunu değil. her şeyi. ben çok severdim, herkes de beni çok severdi. bunu anlamaya başlamak ne kadar da uzun sürerdi, aklımız erdiğinde dünya ne kadar da değişikti.

    okula gittiğinizde siz de farketmediniz mi sanki, herkes ne kadar da farklıydı. çeşitli, rengarenk. o zaman anlamaya başlamadınız mı siz de kim daha sevgili, kim daha iyi? büyümeye başlamadınız mı siz de, görmediniz mi?

    ben erken gördüm. büyüdüm.

    herkes çeşitliydi, kabul. herkesin hayatı farklıydı, ona da tamam. ama herkes istese sevemez miydi? polyanna olmak hiç zor değildi ki. annen vardı, baban. kimse seni sevmese onlar hep severdi. bunu nasıl da akıl edemezdi o küçük veledler? aklım almazdı, çünkü sorgulamazdım.

    sonra sorguladım.

    ilk başta kendini sevmen gerekiyordu tatlım, önce sen. sen kendini sevdiğinde zaten mutlu başlayacaktın. seni zaten herkes severdi. sevmek zaten içten gelirdi, doğduğunda bir kabile olurdu yanında ilk ağladığın anda sana sevgisini, hayatını adayacak insanlar. nasıl farketmezler? nasıl sevemezler? çünkü onların hayatı çok kötüydü... aman tanrım, çok üzülmüşlerdi. kimseyi sevmezlerdi, çünkü onlar onu sevse hiç öyle mi yaparlardı? çok büyük haksızlık...

    bu saçmalığa nasıl da inandılar? nasıl da sevmediler kendilerini?

    öyle erken öğrendim ki mutlu olmayı, içime işlemiş. büyüyünce anladım. ben beni sevmeseydim de sevmeyecekler miydi sanki beni? severlerdi, çünkü onlar herkesi severdi. ama herkes bunu görebilir miydi?
    eğer için aydınlık olsaydı, ışığınla görürdün. görmemen imkansız. aydınlatmayı hiç denedin mi?
    sanmıyorum.

    hayatı çok kötü insanlar vardır, büyürken sevgisiz kalan. ama kendi sevmeyi deneseydi hayatın sevilecek bir yönünü bulurdu, muhakkak. bilmezler ki. kötü ne bunu anlamıyorlar ki.

    kendini sevmeyen insan bir başkasını mı sevecek sanki... ben de gelmişim burada diyorum ki hayatı sevebilirdi.

    bilmezler ki onların da annesi kazık kadar olduklarında anlattıkları çocukluk anısındaki eksik fasulye şekerini 10 dakika içinde bulup alırdı. şans vermeyi denememişler ki kızmaktan. mutlu olmayı hiç denememişler ki.

    şimdi hayatımızın orta yerinde bekliyoruz patlasın diye. bir bomba sanki. en çok sevgisiz insandan korktum. en çok sevdiğim için belki, çocukluktan kalma alışkanlık ne de olsa.

    çocuklukta mutlusundur ya hep, onu içgüdü olmaktan çıkartıp öğrendiğinde hep mutlusundur. ama bilmezler. öğretemezsin de.

    öğrenmezler.
  • her çocukluk denildiğinde, ilk olarak aklıma alt katında amcamların oturduğu 2 katlı müstakil, bahçeli, yeşil evimiz gelir. ön tarafında gül fidanları, menekşeler ve rengarenk bi kaç çiçek grubu daha, küçük bi avlu - küçük dediğime bakmayın, ara sıra basketbol bile oynayıp, binlerce mutlu anımı sığdırdım oraya ben - o avlunun üzerinde bizle beraber büyüyen, dayanamayıp henüz olmamışken ekşi tanelerini kopardığım, hakkını helal edesice üzüm salkımı ve bir de garaj vardı. garajı arabadan çok annemler kullanmıştır, mevsimden mevsime yengemle salça, reçel, kömbe* ve kışlık yufka yaparlardı. kafaya esildikçe yapılan gözleme ve sıkma partilerini saymıyorum bile.

    sonra bir de asıl büyük olan yan bahçe vardı. ben doğduktan sonra dikmiş annem oraya ağaçları. çocukluğumun yarısının içerisinde geçtiği bahçe, içinde vişne, kiraz, beyaz kiraz, şeftali, kayısı, elma, armut, erik, can eriği, ve son olarak dut ağacını barındıran bahçe, ağacı haricinde toprağından yer elması ve şansımız varsa bi kaç tane çilek bile toplayabileceğimiz bahçe, kışın belimize kadar çıkan karıyla, yazın ağaçlarının tepesinden inmediğimiz, ilk köpeğimi bağladığım, ilk civcimi içerisinde kedilere kaptırdığım, ilk tavşanımı otlamaya çıkardığım, ölen muhabbet kuşlarımı kayısı ağacının altına gömdüğüm, saklambaçta yegane sığınağım olan, kapısında dokuz aylık oynadığım, duvarlarından sayısız kez düştüğüm, yanındaki garajın çatısından ağaç dallarına zıpladığım, ilk aşık olduğum kız elinde beni taşla kovalarken yine duvarları bana sahip çıkan, kiraz ağacından aldığım hasılatla tüm mahalle çocuklarını beslediğim, şu an aklıma gelmeyen daha nice en güzel anılarıma sahip olan bahçe...

    o kadar o anılarla yaşıyorum ki, bi kaç senedir memlekete uğradığımda, mahallenin geçirdiği değişimden dolayı, anılarım hep taze kalsın, gözümde olduğu yer hiç değişmesin diye gitmiyorum. en son gördüğümde, zihnimde o şekilde kalmasın diye arkama bakmadan gitmiştim, çok değişmiş çünkü. bahçesinde yaşadıklarımın bile yarısını yarım yamalak bi şekilde anlatabilmişken, evin içerisinde ya da mahallede olanları nasıl anlatabilirim bilmiyorum. ne zihnim yetiyor, ne de yazma yeteneğim anlatmaya.

    :imla
  • "çocukluk insanın boğazına oturan bir yumru gibidir,kolay kolay yutulmaz."2010 yapımı ıncedies filminin mottosudur zannımca. bütün çocukluğumu tek bir cümleye sığdırmıştır.
  • büyümeye özenmek.
  • tatlidir; yenilir de, koklanir da ama en onemlisi hic kaybetmemek icin ozenle cabalanir.
hesabın var mı? giriş yap