• sebepsiz gülme sebebi youtube dizisi.
  • bir suçu soruşturan ve failleri bulmaya çalışan kişi.

    sinemada da tabii ki pek çok kral dedektif vardır fakat dedektif dizilerinin de tadı bir başkadır.

    aşağıda bazı televizyon dedektiflerini yeteneğe göre değil kişisel sempatime göre sıraladım. suç/dedektif dizilerini seviyorsanız ve aşağıdaki isimlerden tanımadıklarınız varsa bence bir an evvel tanışın.

    adrian monk
    patrick jane (the mentalist)
    hercule poirot
    cal lightman (lie to me)
    sherlock
    richard castle
    saga norén (bron/broen)
    columbo
    john luther
    shawn spencer (psych)

    yukarıdakilerden bazıları "resmi olarak" dedektif değil evet ama yaptıkları şey bu.
  • dilimizdeki "didiklemek" sözcüğüyle benzerliği dikkat çekici olan sözcük.
    didik didik etmek.

    herhangi bir olayı soruşturan dedektif, en ince ayrıntılarına kadar inerek olayın başlangıç safhasına kadar izini sürer.
    didik didik arar her şeyi .
  • kalt'ın hayata geçirdiği senaryo eksikleri olsa da oyunculuk ve kurgunun çok iyi olduğu youtube dizisi. kara mizah barındıran dizide 4. bölüm de çalan şarkının bağımlılık yapma ihtimali vardır. dikkat edin :)
  • 20 yıl kadar önce imç altgeçidine girdiğimde iki adamla karşılaşmıştım. o dönem gayet pahalı olan bir cep telefonunu kutusuyla çıkarıp çok düşük bir fiyata teklif etmişlerdi. tombalacı olduklarını anlayıp eyvallah abi, hayırlı işler demiş ve uzaktan izlemeye başlamıştım. birkaç saniye sonra üç üniversite öğrencisine yapıştılar ve kafaladılar. çocuklarla göz göze gelip uzayın, diye işaret ettim. bu arada tombalacılar beni fark edip üzerime geldiler. serde delikanlılık vardı kaçmadım ben de. artık dayak mı yerim, bıçak mı yerim nasipte ne varsa derken az ileride bekleyen uzun kırışık pardösülü, bıyıklı, korkuluk gibi upuzun bir adam araya girdi, sigarası ağzındayken, siktirin gidin lan bulaşmayın çocuğa, ananızı sikerim sizin, dedi. pardösüyü kenara çekip silahının kabzasını gösterdi. elemanlar çil yavrusu gibi dağıldılar. neyse adam bana, dolaşma oğlum buralarda, dedi ve yürüdü gitti.

    o an adamın philip marlowe karikatürü olduğunu anladım. takıldım bunun peşine. hızlı hızlı yürüyoruz köprüye doğru. dedim "abi sen ne ayaksın, polis değilsin, asker değilsin". "mali müşavirim yavrum ben, hobi olarak dedektiflik yapıyorum, arada da böyle gençlere yardım ediyorum", dedi. "bu işte iyi para var mı abi", dedim. "yok be oğlum bu hayat tarzım benim, kamu yararına çalışıyorum", dedi. ulan dedim kendi kendime, hazine buldum. böyle konuşa konuşa yürümeye devam ettik. tarlabaşı tarafında bir ara sokakta bir binanın ikinci katına çıktık. bu arada ne adam beni davet etti, ne de ben müsaade istedim. zaten aşık falandım. gergin, mutsuz ve uykusuzdum takıldım peşine.

    ofisi muhtemelen 70'lerden beri aynı şekilde duruyordu. hatırladıklarım: eskimiş deri bir oturma grubu, ahşap panellerle kaplanmış duvarlar, tozlu sigara dumanını emmiş perdeler, ortada koca bir avize, üstü cam kaplı ceviz bir masa, arka odada devasa bir kaset koleksiyonu (eloy ve camel'ın kasetlerini ödünç almıştım), eski kitaplar, dergiler ve yatak odası olduğunu düşündüğüm kapalı bir kapı.

    çekmeceden acayip ucuz bir viski çıkardı doldurdu bardaklara. bu arada bardaklar kristal ve çok temizdi. bir yudum aldı boğazımı dağladı viski ama bozmadım içmeye devam ettim. bu arada hiç konuşmuyoruz neredeyse. öyle oturuyoruz, ben arada yazıhaneyi geziyorum, etrafı kurcalıyorum. "müşteriler sana nasıl ulaşıyor", dedim. "ben onları buluyorum", dedi. bir süre sonra sıkıldım dedim "ben de dedektif olmak istiyorum abi, birlikte takılalım". "beni dört defa vurdular, ikisinde ölüyordum ama bünyem kuvvetliydi bu hayat herkese uygun değildir", dedi. dedim "benim de bünyem kuvvetli, yıllarca spor yaptım, iyi silah kullanırım". "ben bu hayat yüzünden çoluğumdan çocuğumdan oldum yavrum, boktan bir hayat bu", dedi. "neden devam ettin abi", dedim. "uyuşturucu gibi, bırakamıyor insan kaç kere tövbe ettim" falan dedi. "ben göze aldım, her gün gelirim yanına", dedim. "hafta sonu bir uğra duruma göre bakarız", diye salladı gönderdi beni kibarca.

    ertesi gün aşık olduğum kız aradı hafta sonu ankara'ya çağırdı. sikerim dedektifini dedim ayaklarım götüme vura vura ankara'ya gittim. sonra deprem oldu, orada görev aldım. ardından askere çağrıldım ve bir türlü istanbul'daki eve dönemedim. açıkçası dedektif abi de aklımdan çıktı. tam 1.5 yıl sonra bir gün çıktım gittim aynı ofise. kapı duvar. sonra birkaç kere daha gittim ama hayat belirtisi yoktu. komşulara sordum, uzun zamandır uğramıyor, dediler. adını sordum biri abdullah dedi, biri haluk, bir başkası başka bir isim.

    şimdi yıllar sonra the big sleep'i yeniden okurken aklıma geldi. keşke ankara'ya aşık olduğum kızın yanına gitmeyip dedektif abiyle takılsaymışım, en fazla dört kere de ben vurulurdum, dedim kendi kendime. aradan 20 yıla yakın zaman geçmiş, eksik kalan her şey gibi benim için de tarlabaşı'ndaki ofis aynı köhneliğiyle beni bekliyor.

    kırışmaya müsait, uzun bir tençkotum var. ucuz viskiler artık boğazımı dağlamıyor. upuzun sırık gibi değil boyum ama zaten the big sleep'te de uzun boylu marlowe'u kısa boylu humphrey bogart'a oynatmak için "tall, aren't you?" kısmını "not very tall, are you?" olarak değiştirmemişler miydi.

    "well, i try to be"
  • ben..
  • davalı kadına yüklenen sadakat yükümlülüğüne aykırı davranış fiilinin ispatında kullanılan ve dedektif tarafından çekilen fotoğraflar hukuka aykırı delil niteliğinde olması sebebiyle kusur belirlemesinde esas alınamaz. (yargıtay 2. hd, 2019/3978 k.)
  • dedektif gelişimi destekler, muhbir gelişimi engeller.
  • soramazsın serisine konuk olan konu.

    dinlediğime göre zor iş. amerikan filmlerindeki gibi değilmiş; üzüldüm konuğun anlattıklarına. bir de, en fazla aldığı iş, eşlerin birbirini takip ettirmesiymiş. milletçe paranoyağız; çünkü, konuk diyor ki, pek çok şüphe boşuna diyor.
    dedektifler evli olurmuş, işe sadık olsunlar diye. en azından özel dedektif bürosu olan konuk öyle seçiyorum çalışanlarımı dedi.

    bir de, isteyen herkes -özel- dedektif olabiliyormuş; yasa yokmuş henüz.
  • dedektif karşılığı türkçe sözcük olarak 2 önerim var. buluç ve bulaç. türkçenin genel anlam yapısına bağlı olarak buluç daha çok "bulunan" şeyi anlatıyor ama bence öncelik onun. bulaç ise anlamsal olarak uygun görünmekle birlikte bulaş çağrışımı yüzünden bence ikincil kalıyor.

    "ama inanın bana, ağlarını ören kader, okurken tek yapmamız gereken şey ipuçlarını gözden uzak tutmamak olan o dürüst dedektif romanlarına benzemez." vladimir nabokov - lolita

    (bkz: özel dedektif)
    (bkz: eugene françois vidocq)
hesabın var mı? giriş yap