• lise yıllarından beri karşı cinsle arkadaşlık ötesinde muhatabım.

    ilk sevgilim o yaşa göre uzun (16,5-18 yaş arası) ve aldatma girişimlerini yakaladığımda biten bir lise aşkıydı.

    üniversitede tam bir mr.big vakası geldi. on+off, ayrılıkları da sayarsak totalde 3 sene sürdü. bazen vardı bazen yok gibiydi, bazen net yoktu. tekrar birleşmelerimiz içimi dağlardı ama kendimi de alamazdım, iğne ipliğe döner ruh gibi dolaşırdım. bazen göklere çıkarılırdım bazen paspas gibi hissederdim. 3 sene sonra 22 yaşımda o kangreni kesip atmayı başardım.

    24 yaşıma kadar da orta ve kısa süreli birkaç ilişki denemem oldu. kimi milyon yıllık erkek arkadaşlarımı kıskandı ileri geri konuşmaya başladı, kimi giydiklerime karışmaya kalktı, kimiyle 3 kez buluşmuşuz farkettim ki 3’tür hesap ödetilen benim falan.. mr. big beyefendi sağolsun sütten ağzım yanmıştı, hepsinden hiç olay yaratmadan uzadım.

    25’te kocam bey çıktı karşıma. gerçekten karşıma çıktı çünkü hiç beklemediğim bir arkadaş ortamında, üstümde saçmasapan bir eşofman, saç baş berbat bir halde ve aklımda birileriyle tanışma falan hiç yokken. içimde bir şeyler hareketlendi ama temkini elden bırakmadım, hem söylemesi ayıp çok yakışıklıydı, benden iyisini rahat bulurdu bana göre. derken biraraya gelmeler çoğaldı, tekil buluşmalara dönüştü. ilgi alanlarıma saygısı, öylesine bahsettiğim bir filmi izleyip gelmiş olması, erkek arkadaşlarıma kendi arkadaşıymış gibi yaklaşması, pc başında sabahlamam gereken gecelerde benimle sabahlaması, tanıştırdığı tüm arkadaşlarının bana olan tavrı, ‘nihayet tanışabildik yahu ne dinledik seni bu adamdan’ türü sözler.. özellikle kadınlar bilir ki er kişinin çevresi bir kadına adamın bakışına göre konumlanır. gönülden değer görmek, aynı şeylerden keyif almak, saatlerce sohbet edebilmek, başına gelen her şeyi ilk ona anlatmak istemek.. böyle bir şey de varmış meğer dedim.

    öncesi saçmalıkları yaşamamış olsaydım değerini bilir miydim? bence hayır. hatunların efendi adam yerine piç tercihindeki hatunlar benim yaşadıklarımı yaşamamış olanlar. yorulmak, oldurmaya çalışmak, şüphelenmek, sizi bitiren onca duygu 70-80 yıllık hayatımız için çok gereksiz. mutlu ve huzurlu ilişkinin tadını alanlar anlar ancak bunu. birlikte bir ömürlük anı biriktirdik, askerde bana yakın şehirdeydi her hafta atlayıp gittim çarşı iznine. avrupa sokaklarında ayaklarımıza kara sular indi. yazları bozcaada rüzgarını yedik, kaş’ta nemden birlikte eridik, dağda da 50 faktör güneş kremi kullanmamız gerektiğini kayak gözlüğünün yüzümüzde iz çıkaracağını birlikte öğrendik. birlikte yaş aldık yüz hatlarımız değişti, giyim stilimiz evrildi.

    o adamla bugün 10 senedir beraberiz, 5 senedir evliyiz, 20 aylık da bir kızımız var. hayatın ne getireceği tabii ki belli olmaz ama bu 10 senenin bilançosu benim için şudur; kızım için ‘umarım senin de karşına baban gibi biri çıkar’ diye düşünüyorsam doğru kişiyi bulmuşumdur.

    edit: ‘masal gibi bir ilişki anlatmışsın hiç mi kavga etmediniz uzaklaşma vs olmadı’ mesajı aldım epey. arkadaşlar tabii ki tartıştık, darıldık. 10 sene boyunca mıç mıç olmak mümkün mü? ama kavgalarda sonradan pişman olacağımız ağır şeyler söylememeye hakaret olmamasına hep dikkat ettik. karşılıklı ‘gel konuşalım, rahatsız olduğun şey ne? benimki şu, bunu nasıl çözebiliriz’ yaklaşımında olduk sakinleşince. bugün geçmişe baktığımızda kalıcı iz bırakmış hiçbir kötü anı, söylenmiş ağır bir söz yok. değer biliyor musun, geçinmeye gönlün var mı olay o.
  • ömür boyunca beklendiği için gerçekten var olduğu düşünülür bir süre sonra. bir şeyi kırk kere söylersen olur misali, bu kadar düşünülünce var olduğu, sanki yan odada oturuyormuş hissini yaratır insanda. hiçbir insanın da yan odaya gidip orada olup olmadığına bakacak kadar cesareti olmadığından aslında olmayan bir şey/kişi ölümsüzleşir, efsaneleşir.

    oysa... geldiği zaman sizi çok sevecek, sonsuza dek mutlu kılacak, teninize dokunduğunda sizi küle çevirecek, içindeyken sizi kocaman bir erkek yapacak, ya da içinizdeyken sizi kadın hissettirecek, her zaman yanınızda olacak, gözyaşınıza mendil kahkahanıza sebep olacak kimse yok bu dünyada. sadece siz öyle olsun istiyorsunuz, o kişi olduğunu iddia ettiğiniz insanlara bu şekilde görünecekleri açılardan bakıyorsunuz. yanınızdaki kişinin her yaptığına farklı anlamlar yüklüyor söylediklerinin satır aralarını silip kendi istediğiniz şekli yaratarak anıların üzerinde oynuyorsunuz. o büyülü şeyi yaratmak için daha başka bir sürü büyü yapıyor ve sonuç olarak bir ilüzyondan başka bir şey çıkaramıyorsunuz.

    ben söyleyeyim... kapılarda beklediğiniz o kişi hiçbir zaman gelmeyecek. kimse babanız gibi kokmayacak, anneniz gibi yemek yapmayacak, kuğu gibi dansedip şiir gibi konuşmayacak... siz, her gelen için yeni bir gözlük takacak onu istediğiniz renkte göreceksiniz. kulağınızdaki tıkaçlar yüzünden hiç duymadığınız sesini hayal edecek ama gerçekte hiçbir zaman duyamayacaksanız.

    insan kendini buna ne kadar erken alıştırırsa o kadar iyi.
  • çölde çok susadığınızda serap görmeniz gibidir.
    her ışık kırılmasında orda zannedersiniz. o zannedersiniz. iki adımda ulaşacağınızı, bazen de ulaştığınızı zannedersiniz. hep zannedersiniz, hep zannedersiniz.
  • yoktur. doğru kişiye en yakın kişi vardır. zaten bu ütopik gerizekalılığı aramayı ne zaman bırakır insan, o zaman başlar mutlu olmaya. insan eksikleri ile sevilir zaten, senin olmasını istediğin şeylerle değil.
  • günlerce kimseyle konuşmasa eksikliğini hissetmeyen biriyim. cool görünsün diye değil, üstün olduğum için değil, kendimi üstün gördüğüm için değil; sadece yalnızlıktan hoşlanan biri olduğum için.. çoğu insana göre bu, başını ellerinin arasına almış, dirseklerini dizine dayamış, bir elinde sigarası yanan mutsuz ve yalnız biri imajına eştir. oysa öyle değil; sabah uyanınca waltz from jazz suite eşliğinde banyoya giden,(bu fazla gay'ce bir tanım oldu ya neyse) süper güzel kahvaltı hazırlayıp arkasından neşeli bir şekilde sigarasını patlatan, arada işini gücünü kovalayan adamın hikayesi bu. belki sen de öylesin, o yüzden daha iyi anlarsın bu söylediğimi. benim gibi yalnızlığı özgürlük alıp seven, ona sarılan tiplerin de dostları, sevdikleri, özledikleri vardır. fakat birini görmeye ihtiyaç duyunca, ihtiyacı kadar görüşüp, sevişip yine doğal ortamlarına dönerler.*. işte doğru kişi tanımı bu tipler için daha da zordur. çünkü insanlar bağlanıyor dostum; bu lanet olası insanlar hastalıklı biçimde bağlanıyor yo!

    bakkalın çırağıyla sohbet ediyosun bağlanıyor, patronun kızıyla bakışıyorsun bağlanıyor, müşteriyle yazışıyorsun bağlanıyor, fukaranın derdine ortak oluyorsun bağlanıyor, aşığın halinden anlıyorsun bağlanıyor, maşuğun dilinden konuşuyorsun bağlanıyor... çık dışarı iki insan bul, üst üste 2 gün görüş, derdini fikrini, ilmini anlat, 3. gün arama hesap soruyor; bağlanıyor. sense yalnız bir adamsın, kalbin açık herkese; ama yalnızsın. bağlanma diyorsun bozuluyor, kapanıyor içine halini sormazsan bir gün, darılıyor. sense yalnızlığı seviyorsun; başına buyrukluğu, hesapsız, kitapsızlığı...

    gün geliyor birine rastlıyorsun, bir gülüş, bir bakışa... yeniden görmek istiyorsun, yeniden ısıtsın içini diyorsun; dokunmak, koklamak, hissetmek istiyorsun, o andan itibaren özgürlüğün ve yalnızlığından çalıyorsun; ama bu ona değer biliyorsun. bilmiyorsun, bilmek istemiyorsun. hem öyle güzel ki, öyle yakın ki canına, ben bir başka senim diyor, kara delikleri, paralel evrenleri, on iki boyutlu sicim teorisini, chopin'in noktürn'lerini, ekmeğin fiyatını, çayın buharını, sazın sözün piramitteki gözün anlamını biliyor. kır çiçekleri gibi çoğalıyor içinde üstelik. bu kez bağlanacak gibi duran sen oluyorsun; bağlanmak isteyecek...

    işte tam bu anda, eğer o da aynı evrelerden geçmiş bir yalnızsa, üstadın dediği gibi "yalnızsa hızlı giden, düşecekse hepsi ona tutunanların" düşürmek istemiyorsa seni, iki yalnızdan bir doğru etsin istiyorsa; doğru kişidir o! eğer sen onun için durduk yerde bağlanan bakkalın çırağı, rosemary'nin bebeği, schrödinger'in kedisiysen ne yaparsan yap doğru kişi değilsindir. senin ve onun için doğru kişi, ikinizin aynı anda özgürlük ve yalnızlıklarınızdan artanları paylaşmaya değecek kadar birbirinizi güzel bulduğunuz andır ve hiçbir an ölümsüz değildir. o yüzden doğru kişi diye bir şey varsa bu yalnızca aynı anda bir ışın demetinde yolculuk yapan iki hüzme arasındaki ilişki kadardır. hızlı, yoğun, kararlı, sıcak, kırılmaya müsait ve çarpınca duran!

    edit: "ama hayat kısa" diyerek umutlarınızı yeşerteyim; belki çarpıncaya kadar bir hayat geçer.
  • sevdiğin kişi her zaman doğru kişi anlamına gelmez. sana mutluluk yerine acı veriyorsa ve hep iyi niyetini suistimal ediyorsa o kişi yanlış kişidir senin için daima.
    doğru kişi senden bir şeyler alıp götüren değil sana birşeyler katan, yaşamına anlamlar yükleyendir.
  • en başta hepsi doğru kişi gibi gelir hayat arkadaşın dahil. sonrasında da adını bile bilmediğin dönemlerdeki heyecanını özlersin.
  • dogru yerlere yem birakirsaniz kendi kendine gelir.
    geldikten sonra da fazla uzaklaşmasın diye iki tane kanat tüyünü yolacaksınız. bir de leş yiyen martılara dikkat edin. sizin iyiliginiz için diyorum.
  • arkadaslarla sohbet esnasinda evli olan bir abimizin esi hakkinda asagidaki gibi yorum yaptigi kisi.

    "the minute i stopped trying to find the right girl, and started trying to become the right guy... the girl came.. and now she's my wife"

    mealen diyor ki; dogru kisiyi aramaya ugrasacagima kendim dogru kisi olmaya basladim ve o hayatima girdi ve su an esim oldu.
  • o'nu hiç bulamamak bulup da kaybetmekten çok daha iyidir. emin olun.
hesabın var mı? giriş yap