• iv. murat koydugu yasaklara uyulup uyulmadigini bizzat kendisi kontrol etmeye merakli bir padisah oldugu için yine bir gün kiyafet degistirerek bir sandala biner. amaci sahil seridinde içki içilip içilmedigini kontrol etmektir. iv. murat'i tanimayan sandalci arada bir cebinden bir sise çikartip yudumlamaya baslayinca padisah sorar :

    - "nedir o içtigin ? "

    sandalci bekri mustafa'nin ta kendisidir; kendini kolay ele vermez.

    - "kuvvet surubu" der. "ben bundan iki yudum çekince kendimi aslan gibi hissediyorum. kürek çekmek viz geliyor".

    padisah tadina bakmak isteyince, bekri mustafa, nasilsa denizin ortasindayiz, bizi kim yakalayacak, diye düsünüp siseyi uzatir. padisah iki yudum alir almaz kükrer :

    - "bre zindik ! bu sarap. sarap içmeyi yasakladigimi bilmiyor musun ?

    bekri mustafa sasirir :

    - "sen kimsin ki içkiyi yasakliyorsun ?" der.
    - "ben iv. murat'im !.." yanitini alinca bekri mustafa küregi kaptigi gibi ayaga firlar
    - "simdi atarim seni denize, daha iki yudum aldin, kendini iv. murat sanmaya basladin. iki yudum daha alsan, dünyayi ben yarattim diyeceksin".
  • bağdat fatihi sultan dördüncü murad, onbir yaşlarında iken padişah olup atalarının tahtına oturmuştu...

    arkasında sultan genç osman gaileleri (genç osman ayaklanan yeniçeriler tarafından katledilmişti), önünde ise yeniçeri ocağı'nın siyasete sert müdahaleleri vardı. devleti ne padişah yönetiyordu, ne de padişah naibi sıfatını taşıyan annesi: ipler fiilen yeniçeri ağalarının (bugünkü ifadesiyle yeniçeri generallerinin) elinde idi.

    zaten tarihimiz bu döneme "ağalar (generaller) saltanatı dönemi" diyor.

    yeniçeri generalleri sarayın iradesine tabi olmayı reddetmiş, kendi iradeleriyle de tam olarak devlete hâkim olamadıkları için ortaya iki başlı bir görüntü çıkmıştı. bu da siyaseti tamamıyla tıkamıştı. halk şaşkın ve perişandı. korkunç bir kaos, görülmemiş bir devlet buhranı yaşanıyordu. siyasetteki olumsuzluklar ekonomiyi de sarmış, mali yapı kontrolden çıkmıştı. denetimsizlik yüzünden her şey git gide başıboş bir hale geliyordu. rüşvet alıp başını gitmişti. küçük bir azınlık kaostan para kazanarak kargaşanın keyfini sürerken, büyük çoğunluk eziliyor, hırpalanıyor, horlanıyor, zorlanıyordu.

    yeniçeri ocağı ise iyice bozulmuş, askerlikten başka her şeyle uğraşır olmuştu. askerler ticaret yapıyor, kimse hesap soramadığı için bir paraya aldıklarını zorla on paradan halka satıyor, kimi askerler berberlik, kasaplık, manavlık gibi işlerle uğraşıyorlardı.

    at meydanı'nda (sultanahmet meydanı) salıncaklar kurup ahaliyi silah zoruyla salıncağa bindiriyorlardı. binmek istemeyeni dövüyor, bir de döverek zahmete girdikleri için "kötek ücreti" alıyorlardı.

    kısacası, devleti kılıçlarının gölgesinde kuran yeniçeri ocağı, tümüyle şirazesinden çıkmıştı. işi o noktaya vardırdılar ki, yaptıklarını hoş karşılamayan sadrazam hafız ahmed paşa'nın kellesini istediler. buna razı olmayan çocuk padişah'ın yüzüne karşı, "virmez isen vaziyet başkaca olur" şeklinde tehditler savurdular. (sultan genç osman'ı hatırlatıyorlardı?)

    çocuk padişah, çok sevdiği sadrazam hafız ahmed paşa'yı isyancı yeniçerilere vermek zorunda kaldı. sadrazam anında linç edildi. yerine kendi beğenilerine ve çıkarlarına son derece uygun buldukları topal recep paşa'yı sadrazamlığa tayin etmesi için çocuk padişah'ı zorladılar. ardından başta melek ahmed paşa olmak üzere, padişah'a bağlı ne kadar yönetici varsa, çeşitli bahanelerle bir bir katlettiler. padişah'ın eli kolu bağlıydı. sivil otoriteye karşı gelen orduyu hizaya getirecek bir kuvveti yoktu. mecburen istediklerini veriyordu.

    sadrazam topal recep paşa'nın ilk işi, ayaklanan ocağın ağalarına para yetiştirebilmek için, vergileri arttırmak oldu. vergiler zaten çok ağırdı. son kararla daha da ağırlaşmış, esnaf neredeyse devlete çalışmaya başlamıştı.

    ocağın serkeşliklerine dayanamaz hale gelen istanbul halkı ise bıkkın, yılgın, yorgun ve perişandı. bıçak kemiğe dayanmış, sabırtaşı çatlamıştı. hemen bir şeyler yapılmazsa, ortada ne millet kalacaktı, ne de devlet.

    yeniçeri ocağı'nın aklı başında serdarları ise kara kara düşünüyor, bir çıkış arıyorlardı. bu böyle gitmezdi, gitmemeliydi. siyasetin gayyasında çırpınan yeniçeri ocağı'nı, devlet düzeniyle birlikte yeniden inşa edecek bir himmet eli uzanmalıydı.

    öte yandan çocuk padişah da durumun farkındaydı. annesinin ve generallerin zoruyla sadrazam yaptığı topal recep paşa'ya sık sık hesap soruyor, ancak her seferinde annesinin savunmasına tosluyordu: "sen bu işlerle kafanı yorma aslanım, hamdolsun sadrazam'ın ve ağaların teb'anı (milletini) gül gibi idare ediyorlar." halbuki güller yolunmuş, ortalıkta salt dikenler kalmıştı. dikenler halkın artık yüreğine batıyor, yürekleri kanatıyordu.

    sultan dördüncü murad çocuk yaşına rağmen tüm gerçeği görüyordu, ama görmek neye yarardı. elinde başka ordu yoktu ki, âsileri yola getirsin. başka ordu yoktu elinde, ama hâlâ sağlam kalabilmiş bir millet vardı. delikanlılık çağını sürerken harekete geçti. hemen her gece çok güvendiği birkaç kişiyi yanına alıp tebdil (tanınmamak için kıyafet değiştirip) çıkıyor, halkın toplandığı yerlerde halkla konuşuyor, kendine taraftar bulmaya çalışıyordu. genç padişah sarayın yüksek taş duvarlarıyla birlikte, etten-kemikten oluşmuş dalkavuklar duvarını da aşmış, halkıyla kucaklaşmıştı. bu kaosu çözse çözse halk çözerdi.

    genç hünkâr sık sık kıyafet değiştirip istanbul'da dolaşmakla da yetinmiyor, "ayak divanı" denilen halk divanında, memleketin dört bucağından gelen halk temsilcileriyle yüz yüze konuşuyordu.

    padişah'ın halkla bu denli iç içe yaşaması âsi yeniçeri generallerini tedirgin etmişti, ancak itiraz etme cesaretini gösterememişlerdi. halkı onlar da karşılarına almak istemiyorlardı.

    nihayet süreç padişah'ın istediği noktaya geldi. ve bir gün:

    o gün yeniçeri generalleri, padişah'ın, kendilerine danışmadan bazı icraatlar yaptığını duymuşlar, hesap sormak için hatırı sayılır bir kuvvetle sarayın iç avlusuna girmişler, bir nevi padişah'a gözdağı vermeye gelmişlerdi. padişah bu kez hazırlıklıydı. pes etmeyecekti. "ya devlet başa, ya kuzgun leşe" diye düşünüyordu. birkaç güvenilir arkadaşını, istanbul halkını durumdan haberdar etmek üzere sarayın arka kapısından şehre gönderdi. sarayı kuşatmış bulunan yeniçeri önderleri, duruma hakim olmanın verdiği özgüvenle isteklerini sıralıyor, padişah ise mümkün olduğu kadar onları oyalamaya çalışıyordu.

    bu sırada padişah'ın adamları istanbul halkına ulaşmayı başarmıştı. hiç kimse "nemelâzım" demedi. ellerine silâh namına ne geçtiyse alıp çiğ gibi saraya koştular. sarayın dış avlusunda toplandılar. iç avluda ise yeniçeri generalleri vardı. bir bakıma halk tarafından kuşatmaya alınmışlardı. halk bir ağızdan "padişahım çok yaşa!" diye bağırıyor, ortalığı inim inim inletiyorlardı.

    vaveylâyı duyan yeniçeri generallerinin beti benzi atmıştı. bu hiç beklemedikleri bir durumdu. yıllardır uyuyan halk nasıl bir anda uyanıp dirilmiş de kendi varlığına sahip çıkmaya gelmişti? bunu anlayamıyorlardı. ama her şeye kararlı halkla çatışmayı göze alamadılar. iyi ki: yoksa kan gövdeyi götürecekti. durum değişmiş, şartlar sivil iradenin lehine dönmüştü.

    sultan dördüncü murad işte o gün birden bire büyüdü. dizginleri eline aldı. önce âsi yeniçeri ağalarıyla işbirliği yapan annesini saltanat naipliğinden azledip eski saray'a (bayezit'deki istanbul üniversitesi'nin olduğu yer) gönderdi. topal recep paşa'yı ise cellâtlara verdi. padişah'ın, milletin iliğini sömüren eski sadrazamı cellâda vermeden önce, "beri gel bre topal zorba başı!" diye seslenmesi, sonra da "abdest al" diyerek akıbetini bildirmesi meşhurdur.

    osmanlı devleti'ni o günlerde yıkılmaktan kurtaran saik, genç padişah'ın işte bu irade beyanıdır. o gece padişah, yeniçeri zorbalarına etkili bir konuşma yaptı. ardından da
    kur'an'a ve kılıca el bastırarak itaat yemini ettirdi. yemin merasimi sabaha kadar sürdü. hemen sonra ise yeniçeri ocağı'nı hızla siyasetten arındırdı, tekrar eğitti, yeniden yapılandırdı ve gitti aynı ordu ile bağdat'ı fethetti. bağdat'a girip girmememizin tartışıldığı günlerde tekrar hatırlamakta yarar var ki, en iyi ordu, siyasete en uzak ordudur.

    * *
  • "bağdatı almaya çalışmak, bağdatın kendinden daha mı güzeldi ne?" gibi bir sozle aslinda bize hayatin sirrini verdigini dusundugum padisah.
  • hakkında şöyle bir hikaye söylenir durur.
    habib baba, 4.murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği allah dostlarındandır. yaşlıdır,fakirdir, gariptir. fakat rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir.
    yaşlı habib baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda istanbul'a gelmiştir.yolculuğ unun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider... niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... bedenini de ruhuna denk kılmaktır.
    fakat hamamcı habib babayı içeri sokmak istemez.
    'bugün' der, 'sultan murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.'
    habib baba üzülür... rica, minnet eder, yalvarır.
    'ne olursun' der, 'kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım.bu tozlu bedenle rabbime ibadet ederken utanıyorum.binbir dil döker.hamamcı ehl-i insaftır. dayanamaz.kabul eder. hamamın en sonundaki odayı göstererek ...
    'baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.'
    habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. yıkanmaya başlar... ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen. onunda görünümü fakirdir... ama sadece görünümü... ikinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.murad'dır. o gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir.
    'hele bir bakalım' demiştir, 'bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?'
    ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir.
    az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır.. .
    hamamcı vezirler der almak istemez... padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir... habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar:
    'şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. sende sar peştemali beline gir yanına... beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... ve ekler: 'aman ha! vezirler varlığınızı bilmesinler.'
    sonra 4.murad da habib babanın yanına süzülür. beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır. ..
    habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. biraz kirlenmiş gibi gelir ona... allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir...
    ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden habib baba yumuşak bir sesle konuşur:
    'evladım' der, 'sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim.'
    padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve bü yük bir haz duyar... haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir.
    memnuniyetle habib babanın önünde diz çökerken: 'buyur baba' der, 'ellerin dert görmesin'
    bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. habib baba, 4.murad'ın sırtını bir güzel keseler... fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez. ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir.
    'baba' der, 'gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.' habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle;
    'olur evlad' deyip, sultanın önünde diz çöker. bu arada, sultan murad kese yaparken bir yandan da habib babayı yoklar, ağzını arar.
    'baba' der, 'görüyor musun şu dünyayı? sultan murad'a vezir olmak varmış.bak adamlar içerde tef,dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi.'

    habib baba sultan murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz, kendi hükmünü söyler. sultan murad'ın habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir:

    'be evladım' der, habib baba, 'sultan murad dediğin kimdir? sen asıl alemlerin sultanına kendini sevdirmeye bak ki, o seni sevince sırtını bile sultan murad'a keselettirir.
  • en fazla tartışılan osmanlı padişahlarından biri. kendisiyle ilgili çok güzel bir hikaye vardır:

    şimdi dördüncü murat bir sabah erkenden ava çıkar. ormana doğru giderken bir bektaşiye rastlar. yanına çağırtır ve şöyle der, bu sabah karşıma ilk olarak sen çıktın, eğer avım iyi geçerse sana bi kese altın vereceğim, lakin kötü geçerse kelleni vurduracağım. bektaşi bişey demeye kalmaz, alıp götürürler saraya.

    dördüncü murat çok kötü bir gün geçirir, hiçbirşey avlayamadan döner saraya. bektaşiyi yanına çağırtır, 'bre gafil,uğursuz..' gibi laflar eder daha sonra da 'vurun kellesini' diye emreder. bektaşi tam götürülürken ille de bi çift lafım var ondan sonra istediğinizi yapın der. dördüncü murat müsade eder,bektaşi başlar konuşmaya:

    '' sultanım, her ne kadar uğura,uğursuzluğa inanmanın dinimizde yeri olmasa da, bu sabah ilk olarak bana rastladınız, öldürme işine eliniz bulaşmadı, sarayınıza döndünüz. lakin ben de bu sabah ilk olarak size rastladım benim de kellem gidiyor, uğursuzluk hangimizde insaf buyurun..''

    bu nükteli cevap karşısında dördüncü murat bektaşiyi serbest bırakır.
  • "sigarayi yasaklayan dorduncu mahmut degil dorduncu murattir. ayrica dorduncu murat kel de degildir" kel mahmut
  • mey, afyon ve fal bakmak iv. murat tarafından yasaklanmış ve yasağın uygulanıp, uygulanmadığını tedbil-i kıyafet kontrol eden padişah denizin ortasında denizden mey şişesi çeken, tahtaların altından afyon çıkaran bir sandalcı yakalamış. daha sonra da fal taşlarını çıkarıp sultanın falına bakmak isteyen aynı sandalcı hünkarın "şu anda hünkar nerededir?" sorusu üzerine yaptığı yanlışı fal taşlarında görüp padişahın ayaklarına kapanmış ve af dilemiştir. padişah ancak şehre hangi kapıdan gireceğini bilirse affedileceğini söyledikten sonra sandalcı "hünkarım, şimdi ben hangi kapıyı söylesem, siz başka kapıdan girersiniz. affınıza sığınarak, gireceğiniz kapıyı bir kağıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?" demiş. bunu kabul eden padişah kağıdı almış ve kağıda bakma gereği duymadan yanındaki fedaisine sandalcının boynunu vurdurtmuş ve "surlara yeni bir kapı açıla! istanbul'a oradan gireceğim." demiş çevresindekilere. kapı 5-10 dakikada açılıp, padişah ve erkanı şehre girmiş. iv. murat bir ara, sandalcının kağıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş. kendinden çok eminmiş, laf olsun diye cebindeki kağıda bakmış. ama okuyunca hayretler içinde kalmış. sandalcı kağıda şunları yazmış: "hünkarım, yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun." o gün bugündür de işte o kapı, "yenikapı" olarak anılırmış.
  • hakkındaki yorumlara bakınca yurdum insanının tarih bilgisinin selçuk erdem karikatürlerinden ibaret olduğunu anladığım padişah. kendisi mükemmel birisi değildir ama 17. yüzyıl padişahları arasında en iyisidir denilebilir. içkiyi tütünü yasaklamış kullananlara karşı da çok sert cezalar uygulamıştır. bununla birlikte kendisi tütün ve içki tüketmeye, afyon çekmeye devam etmiştir. halka bunları yasaklamasının nedeni istanbulda sayıları gittikçe artan kahvehane ve meyhanelerde iktidarı deviren, hükümet kuran, ülkeyi kurtaran muhabbetleri artmasıdır. bunun yanısıra yüzyılın başındaki büyük celali çetelerinin faaliyetleri şiddetle bastırıldıktan sonra bile bunların artıkları bazı zorba ve eşkıyalara da gözdağı vermek gayesi bu siyasette etkendir. ayrıca bu dönemde imparatorlukta etkisi artmaya başlayan kadızadeliler -ki oldukça tutucu ve radikal bir dini cemaatti- hareketinin etkisini de gözardı etmemek lazım. ayrıca şunu da unutmamak lazımdır ki, ıv. murad baba bir ağabeyi padişah ıı. osman'ın katline şahit olmuş, amcası ı. mustafa'nın iki defa tahttan indirildiğini görmüş, annesi mahpeyker kösem sultan tarafından naiplik adı altında on yıl idare edilmiş, tahta çıktığında sadrazam olan kemankeş kara ali paşa tarafından hal ve ölümle tehdit edilmiş, nedimi ve sırdaşı musa çelebi'nin katli ile en sevdiği devlet adamlarından biri hafız ahmed paşa'nın gözü önünde kapıkulu tarafından linç edilmesini izlemiş biridir. bu olayları yaşamış olmasının kendisinde bir takım psikolojik rahatsızlıklar yaratmış olması muhtemeldir. onun tütün ve içkiye düşkünlüğünü bu açıdan da değerlendirmek gerekir. ayrıca nıkris rahatsızlığı dolayısıyla kimi zaman şiddetli eklem ağrıları çektiği de unutulmamalıdır. hasılı kelam okumak lazımdır. tarih-i naima, topçular katibi abdülkadir efendi tarihi, katip çelebi'nin fezlekesi, evliya çelebinin seyahatnamesi, mülhiminin şehinnamesi ve muradnamesi, hemdeminin tarih-i şahisi, hammerin osmanlı tarihi, karaçelebizadenin zafername ve ravzatülebrarı, abdurrahman hibrinin defter-i ahbarı bakılası eserlerdir. bu devre aittir. okumakta fayda vardır. ondan sonra konuşmalıdır. tabiki batılı seyyah ve elçilerin raporları ve hatıraları da gözardı edilmemelidir. sir thomas roe, tavernier gibi vs. vs. ha bir de unutmayayım arşiv var. gidersiniz topkapı sarayına ben arşivde araştırma yapmak istiyorum dersiniz. size kültür bakanlığına bir dilekçeyle başvurmanızı söylerler. tahminen altı ayda izin alırsınız. sonra gidip orada bir arşiv görevlisi nezaretinde iv. muradın kendi el yazısıyla yazdığı hatt-ı hümayunlara bakarsınız. bütün bunlar yapıldıktan sonra kendisiyle ilgili daha sağlıklı değerlendirmeler yapılacaktır muhakkak.
  • sultan dördüncü murad 26 temmuz 1612 yılında istanbul'da doğdu. babası sultan birinci ahmed, annesi mahpeyker kösem sultan'dır. annesi rumdur. sultan dördüncü murad, uzun boylu, iri cüsseli, yuvarlak yüzlü ve heybetli bir padişahtı. osmanlı sultanlarının en kudretlilerinden biri olarak tarihe geçti. son derece zeki, gözü pek, cesur, kuvvetli ve enerjik bir insandı.

    sultan dördüncü murad çok iyi cirit ve ok atardı. bu gücünü katıldığı savaşlarda da gösterdi. dinin hükümlerini çok iyi bilir şeyhülislam yahya efendi'ye "baba" diye hitap ederdi. içki ve tütünü yasakladı. gece sokağa çıkma yasağı koydu. arapça'yı ve batı dillerini çok iyi bilirdi. ilmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları yeni çalışmalar yapmaları için teşvik ederdi. sultan dördüncü murad döneminin önemli olaylarından biri de, hazerfan ahmed çelebi'nin kanat takarak galata kulesi'nden üsküdar'a uçmasıydı.

    sultan dördüncü murad, çevresinde olup bitenleri dikkatle takip eder, inisiyatifini kullanmakta asla tereddüt etmezdi. hükümdarlığının ilk yıllarında annesinin etkisinde kaldıysa da daha sonra kadınların saltanatına son verdi, hain ve hilekar sadrazamları şiddetle cezalandırdı. memleket meselelerini yakından takip edip, çözümler üretmeye çalıştı. 17 yıl hükümdarlık yaptıktan sonra, niksir hastalığından dolayı henüz 28 yaşında vefat etti.

    sultan dördüncü murad'ın saltanatını 2 devreye ayırmak mümkündür. henüz 11 yaşında iken tahta geçtiğinden devlet işleri büyük ölçüde annesi kösem sultan'ın elinde yürümekteydi. onunla birlikte olan vezirler, gözünün önünde hafız ahmed paşa'yı askere parçalatmışlar, genç padişahı da korkuyla dehşete düşürmüşlerdir.osmanlı memleketlerinde asayiş ve huzur kalmamış, zorbalar şehirleri ele geçirmişleridir. delikanlılık çağında idareyi bizzat ele aldıktan sonradır ki sultan dördüncü murad, biraz da şiddet yolu ile bütün zorbaları bastırmış, tekrar devlet hakimiyetini kurmuştur. tütün yasağı bahanesiyle kahvehanelerde toplanan işsiz güçsüz zorba takımını sindirmiş, şiddetli ceza ve hatta idamlarla tekrar idari ve adli nizamı kurabilmiştir.
  • osmanlı soyunun tükenmesine sebep olabilecek bazı kararlarda bulunmuş bir osmanlı padişahı. saltanatında, hanedanın tüm erkek mensuplarını öldürtmüştür. sultan murat, sadece şehzade ibrahim'e dokunmamış; akli dengesi bozuk olan ibrahim'in tahta rakip olamayacağını düşünmüş. padişah bu kararını ölüm döşeğindeyken değiştirmiş, ibrahim'in de öldürülmesini buyurmuş. fakat kösem sultan, padişahı oyalayarak ibrahim'in öldürülmesine engel olmuş ve sultan murat ölünce şehzade ibrahim tahta çıkarılmış.

    dördüncü murat'ın son günlerinde, osmanlı hanedanı sona erme tehlikesiyle karşı karşıya kalınca kırım hanı istanbul'a gelmiş; zira kanunname-i al-i osman'a göre osmanlı soyu tükendiği zaman, kırım hanının osmanlı padişahı sıfatıyla devletin başına geçmesi gerekir (çünkü o dönemdeki inanışa göre türk devletlerinin başında oğuz kağan'ın sülalesinden [açina sülalesi de denir] gelen kişilerin olması gerekmektedir. osmanlı ve kırım hanedanları açina sülalesindendir. ancak bu soydan gelenler "han" ünvanını kullanabilirler; mesela, timur bu sülaleden gelmediği için "han" değil "emir" sıfatını kullanmıştır.). fakat buna gerek kalmaz; artık ibrahim padişahtır ve osmanlı soyu ibrahim'in neslinden devam edecektir.
hesabın var mı? giriş yap