• 2020'ye nefis bir nokta koyan film...
    çok yazan olmuş ama ben de yazamadan geçemeyeceğim.
    mikkelsen nasıl da döktürmüş öyle...

    vinterberg, dünyada hiç alkol olmasaydı dünya tarihi değişir miydi sorusunu kendi kendine sormuş.
    büyük iskender'den tüm roma imparatorlarına,
    osman gazi hariç hemen hemen tüm osmanlı padişahları,
    churchill, jefferson, brejnev saymakla bitmez.
    alkolü çok seven birçok imparator, kral, başkan gelmiş geçmiş dünyadan...

    24 saatin 18'ini içmekle geçiren churchill, 2. dünya savaşında kaç tane önemli kararı
    sarhoşken aldı acaba?
    vinterberg'in kızı ida bu konuda bir film çekmesi için onu teşvik etmiş.
    ve vinterberg filmde ida'ya da küçük bir rol vermiş.

    filmde mikkelsen'in iki erkek çocuğu değil, bir erkek bir kız çocuğu olacakmış normalde
    fakat çekimlerin başlamasından 4 gün sonra ida maria vinterberg belçika'da geçirdiği
    bir trafik kazasında ölmüş.

    bir süre duran çekimler sonra yeniden başlamış.
    filmde gördüğünüz sınıf ve sınıftaki çocukların çoğu ida maria'nın gerçek okul arkadaşlarıymış
    ve vinterberg bu filmi kızına ithaf etmiş.

    mikkelsen'in dansının başındaki ilk figürler bana michael cacoyannis'in zorba filmindeki
    anthony quinn'in harika sirtaki perfomansını hatırlattı.

    vinterberg'e göre sondaki dans, martin'in çıktığı yolculuğun aynasıymış:
    "bu bir duygu karışımı: bir parçası uçmak istiyor, bir parçası boğulmak istiyor." demiş...

    ve mikkelsen'in show yaptığı o muhteşem final sahnesi 2 günde çekilmiş.

    izlemeyen herkese çok tavsiye ederim.
  • hollandaca meşgul, yoğun anlamına gelen kelime.
  • izlemeyi çok istediğim ancak hiçbir yerde bulamadığım film. bir yeşil uzağınızdayım.
  • eğer "alkol güzellemesi mi var kötülemesi mi?" gibi saçma bir ikilemde incelerseniz asla sevmeyeceğiniz film. çünkü zaten bu ikilem çok saçma. artık şu basit izleme kıstaslarımızı değiştirmek gerekiyor. "aaa kötü ve eril bir adam, o zaman film de eril ve kötü." ya da "alkol kötülemesi yapılıyor ben alkolü kötü kullanmıyorum, o zaman bu film saçma." tarzında asla bir mantığa dayanmayan eleştiriler yapılıyor artık. genel kıstasların yerine garip bir göreceli olma durumu hakim kılınmış. tabii bir şeyi beğenirken görece olma durumu vardır. ama bu genel bir kıstas ya da sağduyunun olamayacağı anlamına gelmez. neyse filme gelelim.

    --- spoiler ---

    öncelikle filmi çok beğendim. zaten vinterberg filmlerini severim. kendisi bir şeyi salt propagandatif ve yaratıcılıktan uzak bir şekilde değil, hayatın içindeki çelişkilerle harmanlayarak verir. örneğin jagten filmine bakalım: o filmi yapmak yerine günümüzde basitçe yapılan biçimiyle anlatabilirdi: çocuk istismara uğrar ailesi buna karşı mücadele eder ya da aile mücadele etmez çocuğun psikolojik sorunları olur. bu şekilde anlatmak yanlış mı? tabii değil. ama vinterberg farklı bir şekilde ilerleyerek gelmesi muhtemel "ne yani istismara uğradığı söyleyen tüm çocuklar yalan mı söylüyor demek istiyor bu film?" gibi temelsiz bir eleştiri ve haksız bir genellemeyi üstlenebiliyor. buna karşı göğüs gerebiliyor.

    peki burada da benzer bir göğüs germe yapıyor mu? yani insanların zaten bildiği bazı yargılama biçimlerini onları okşarcasına seyirciye sunmak yerine, farklı bir şey mi yapıyor? evet. en direkt örneği filmde hocaların okulda alkol tüketmesi. salt bu eylem bile bir filmde ana konu yapılıp "işte bunlar okulda bile alkol alan, boktan öğretmenler." fikrini okşayabilir. ama bu eylemi kendi gitmek istediği finalde bir araç olarak kullanıyor. aynı jagten'de ufak bir çocuğun "yalanı" ve sonrasında gelen "lince" yaptığı gönderme gibi. o yüzden ben "al işte öğretmene bak okulda alkol alıyor." demiyorum. o alkolü alma sebebine ve gideceği yere bakıyorum. ki aslında orada ikili bir çelişki yatıyor. bireyler kendilerini bir zamanlar -yani gençken- belki de bir hapis hayatı olarak gördükleri hikayelerin içinde buluyorlar. ve ilaç olarak gördükleri şey de kendilerine sınır olarak çizdikleri şey: alkol almak. yani kendi koydukları sınırı aslında o sınırla alakası olmayan ve bir zamanlar garipsedikleri/ayıpladıkları bir eylemle aşmaya çalışıyorlar. sonra zora giriyor olmalarının sebebi de bu. başta "evet! işte bunu yapmamız kötü değil, kontrol bizde. diğerleri bizi kötü görebilir ama güç bizde." hissi bir farkındalık yaratıyor. çünkü kendi seçtikleriyle biçimiyle bir eyleme, duruşa atılıyorlar. ama aynı zamanda bu farkındalığa sadece ve sadece alkol ile ulaşmak da başka olumsuzluğu içeriyor insan için. finalde de zaten bunun tersine döndüğünü görüyoruz. aşkı ile yeniden buluşma imkanına erişmesi, hislerine istediği gibi bir karşılık bulması alkolün verebileceğinden daha fazla mutluluk veriyor. evet bu bir var olma savaşı.

    --- spoiler ---

    neo-liberalizmin muhafazakarlıkla uyuştuğu yerlerden biri de budur. biri size bir şeyi kesinlikle yapmamanız gerektiğini söyler. diğeri ise kesinlikle yapmanız, ancak ve ancak onu yaptığınızda özgür olabileceğinizi söyler. "alkol almamalısın." "hayır alkol almalısın, içtiğin kadar özgürsün." "sevişme, sevişmemelisin!" "hayır sevişmelisin, sevişme sayın kadar var olabilirsin ve özgür olabilirsin."

    yani sınırlar çizerler ve çok basit, günlük insanı eylemleri yaptığınızda sizin o sınırları aştığınızı ve özgür olduğunuzu söylerler. ama filmin başında da verdiği bilgiye bakarsak; aslında müthiş bir akademik yol yapabilecekken bazı sınırlar içerisinde bundan vazgeçmiş birisin. hayatına bu hale sokmuş toplumsal yapıyı değiştirmek yerine çok basit insanı eylemlerle özgürlüğünü ölçmeye kalkan birisin.
  • kısa kısa druk üzerine;

    -mads mikkelsen sadece bankta oturup denize baksa yine keyifle izlenir çünkü evrenin yaşayan en iyi 10 aktöründen biri olabilir. bu filmde de bildiğimiz gibi yine şahane.

    -yönetmen dogma 95 akımının babalarından biri olduğunu net hissettiriyor. kamera adeta seyircinin gözü oluyor ve filme dâhil oluyorsunuz. bu samimiyeti kurmak sanıldığından çok daha zor.

    -müzikler filmin sosu olmuş lezzeti hayli kararında. soundtrack ayrıca hit, en son climax’te aynı hisse kapılmıştım.

    -film gayet güzel ama benim için nefis ya da harika değil ve beklentim düşük olsaydı bile fikrim aynı olurdu.

    -film milliyetçi değil vatansever bir film daha çok. çünkü milliyetçilik biraz daha nefret söylemi barındırır vatanseverlik ise daha fazla iyilik. ayrıca danimarka’da doğsaydım izlerken ne hissederdim diye düşündürüyor ortak dertlere yaptığı göndermeler sebepli.

    -hüzünlendirdiğinden çok güldürüyor. belki de bu sebepten büyük bir kırılma anı bekledim film boyunca “işte şimdi film başlıyor” diyemedim maalesef.

    -filmin içerisinde filozoflardan alıntılar ile derin dertlere selam çakılıyor ama çok sınırlı sanki. sizin felsefeye özel bir ilginiz vardır, soren kierkegaard’a ayrı hayransınızdır ve filmi çok daha fazla seversiniz orasını bilemem.

    -finali benim için çoktan kült oldu. tam bir şölen.

    önemli bir not: içki stoksuz filmi izlememenizi öneririm.
    alkol kullanıyorsanız canınızın çekmemesi im-kân-sız!

    önemsiz bir şaka: “fareye içki içirmişler, kediyi getirin bana demiş” sözünden film yapmışlar. :)
  • mads mikkelsen sondaki müthiş dans performansına böyle hazırlanmış.
  • önce martin her içtiğinde ben de içeyim diyerek başladım, sonra baktım olmayacak dört arkadaş her içtiğinde ben de şarabımdan bir yudum aldım. bazen çok üst üste denk geldi, bazen ise uzun ara vermem gerekti.

    --- spoiler ---

    filmin akışındaki hissiyat da sanki plansız olarak içtiğim bir akşam boyunca gelişen duygularım gibiydi. martin'in alkolle birlikte hayatının iyi yöne doğru gitmesi/gidiyor gibi görünmesi, alkolün oluşturduğu etkiyle mutluluk, aşırı enerji, sevgi doluluk, cesaret vs gibi duyguları gün yüzünde çıkartırken, tommy'nin vefatı sarhoş olduğum akşamın sabahı gibi bir miktar pişmanlık, keşke'ler ve biraz da hüzün duygularıyla özdeşleştirdim. en sonundaki martin'in dansları ise, yaşanan deneyimin/yolculuğunun yine de keyifli olduğunu yönündeydi. tabi orada mutlu olup dans etmesinin sebebi karısının tekrar bir araya gelmeyi istemesinden dolayıydı, yoksa çocukların mezuniyeti vs bahane. ancak ağızda leziz bir tat bıraktı ve filmi mutlu hatırlamak için bir sebep niteliğindeydi.

    bahsetmeden geçemeyeceğim, bu 4 kişilik öğretmen grubunun birbirlerine olan desteği çok hoşuma gitti. herbirinin yeri geldiğinde kendi çalışma alanları üzerinden konulara yaklaşımlarını izlemek çok hoştu özellikle nikolaj'ın.

    --- spoiler ---

    mümkünse bir şeyler de içerek izlenmesini tavsiye ettiğim, sonradan da dinlenesi bir soundtrack'e sahip, keyifli bir thomas vinterberg filmidir.
  • uzun zamandir izledigim en keyifli filmlerden, mutlaka on yargisiz izleyin. bunu severseniz yine mads mikkelsen'den bir diger oneri ise (bkz: jagten)
  • iskandinavya'dan akdeniz sıcaklığında bir film, danimarka'nın 2021 oscar adayı. özellikle pandemi vesilesiyle alkolle samimiyeti ilerletenlerin izlerken ayrıca keyif alabilecekleri bir thomas vinterberg işi.

    --- spoiler ---

    smirnoff şişesi okul tuvaletinde açıldığında anlıyorsunuz zaten filmin bir yerinde bir bokluk olacağını. öte yandan her sahnede öyle bir rahatlık, hoşluk var ki bu adamları kesseler acımaz diyerek rahat rahat izlemeye devam ediyorsunuz. filmi izlerken bir yandan siz de içtiğiniz için olası dramlara peşinen mukavemet kazanmış olabilirsiniz tabii. neyse, tommy, kardeşim o kadar içmeseydin iyiydi.

    bu filmi bana en çok sevdiren şey, karakterlerin içinde bulundukları durumu gerçekten ama vallahi billahi gerçekten anladığımı fark etmem oldu. martin'e karısına "sence ben sıkıcı mıyım?" diye sordurtan, peter'a çocuklar şarkı söylerken "neyse bu sefer de böyle söylesinler ders on dakikaya bitiyor zaten aq" diye düşündürten o hissi biliyorum yani. iki tek atsam da kafam rahatlasa dediğim ve bu kararın epey faydasını gördüğüm çok zaman oldu özellikle bu son dönemde. neyse ki bende işler burundan vodka çekecek kadar umutsuz değil... henüz. buna da şükür diyelim.

    konusunun güzelliği bir yana, finaliyle de bana çok eski zamanları hatırlatan bu filmi destekliyorum. lise yıllarımın baccalaureat sonrası rehavetini anımsadım finalde partileyen çocukları görünce. derken, dostlarla içtiğiniz hüzünlü bir günde, daha büyük ve daha mutlu bir grubun davetiyle kendinizi bir eğlencenin ortasında buluveriyorsunuz. hava güzel, cebinizde öten telefon size hoşlandığınız kadından duymayı beklemediğiniz güzel mesajlar getiriyor. başlıyorsunuz dans etmeye. gerisi her şeye rağmen devam eden bir hayat, sizin hayatınız.

    --- spoiler ---
  • festen ve dear wendy'nin yönetmeni, dogme 95'in öncülerinden thomas vinterberg'in başımızı döndüren, başka bir filmi. film biraz oskara oynayacam kaygısıyla biraz fazla uzatılmış ama dünyanın en karizmatik adamlarından biri olan mads mikkelsen rolünü yaşıyor, buna tanık olun.
hesabın var mı? giriş yap