• ankarada doğan 10 yaşında amerikanın virginia eyletine yerleşen müzisyen bir aileden gelen süper yetenekli bi davulcu.adam nussbaum, john riley, toney moreno, jamey haddad ve billy hart gibi sanatçılarla çalışmış kendileri.
  • emre kartarı ankara'da doğdu. ailesi de sanatçı olan emre kartarı 10 yaşındayken abd'ye gitti. gidişinin hemen ardından davul çalmaya başladı ve bu ilgisi onu virginia commonwealth university'de t. howard curtis ile caz perküsyon çalışmalarına yöneltti. bu süre boyunca jazz poets society grubuyla turnelerde katıldı.

    virginia'daki eğitimini tamamladıktan sonra new york'a gidip burada eğitimin sürdürdü. new york'da iken adam nussbaum, john riley, toney moreno, jamey haddad ve billy hart gibi isimlerle çalıştı. charlie byrd, jim mcneely, george coleman, ralph lalama, vic juris, ron mcclure gibi sanatçılarla ve jack dejohnette'in "oneness" grubuyla performanslarda bulundu. new york university'de performans ve kompozisyon alanında master derecesini sahip olan emre kartarı 2003 yılında barney josephson ödülünün de sahibi oldu.
  • ritm, duygu ve derinlik: kartarı ile kısa bir yolculuk
    22-09-2003
    emre kartarı müzik hayatını abd'de sürdüren müzisyenlerimizden. ilk albümü perpetual anxiety 2004 yılından önce türkiye'de de piyasa sürülecek ve devamında da bazı konser projeleri planlanıyor. geçen hafta istanbul'a gelip bir dizi konser veren emre kartarı ile yaptığımız söyleşiyi aktarıyoruz:

    müzikal geçmişinizden bahseder misiniz ?

    emre kartarı: ailemde zaten müzik ve sanatla uğraşanalar vardı ben küçükken. her gün okuldan eve geldiğimde bu anlamda bir şeyler oluyordu. yavuz dayım heykelle ilgileniyordu örneğin. ben o yaşta dayımın yaptığı soyut heykel ve resimleri anlamaya çalışıyordum. en küçük dayım hamit de iyi bir davulcu -ki kendisi de ingiltere'de şimdi- . benim ilk davul öğretmenim de hamit dayımdı. aynı zamanda evde keith jarrett, jack dejohnette çalınıyordu ve bana o zamanlar da çok normal geliyordu bu, her evde zaten böyle müzikler çalındığını düşünüyordum (gülüşmeler). ancak şimdi çocukken içinde bulunduğum ortamdan dolayı ne kadar şanslı olduğumu anlıyorum.

    peki davul çalmaya nasıl karar verdiğiniz? kendiliğinden gelişen bir süreç mi oldu ?

    çocukken ankara'dan virginia'ya gittiğimde o ortam çok farklıydı; virginia şu televizyonda gördüğümüz yan yana iki katlı villa tarzı evlerin, çimlerin düzenli kesildiği pek çok şeyin muntazam olduğu bir yer. ankara'dan sonra orası bana bir garip geldi ama tam anlayamıyordum da neyin eksik olduğunu. içimde hissettiğim bir boşluk vardı ve bunu da davul doldurdu. davul çalmadan önce gitar ve piyano da denemiştim ama davulu çok sevdim ve ilk elime aldığım günden sonra hayatımın geri kalan her gününde davul çalıştım artık. sonrasında davul dersleri almaya başladım. davulun beni virginia'daki hissettiğim o boşluktan koruduğuna inanıyorum.

    caza başlayışım ise şöyle; amerika'da her lisede bir big band var (hatta genelde iki tane var), ben de lisenin big band'inde çalmayı çok istiyodum. liseden önce daha ziyade bandodaki trampetçilerin tekniğiyle çalıyordum. daha sonra lisedeki big band'de çalmak için çalışımı ve hocamı değiştirdim. ciddi anlamda lisedeki big band bir başlangıç sayılabilir.

    davul ses rengi olarak piyano, saksofon gibi melodik aletlerin yanında daha sade bir enstrüman görüntüsü çiziyor. bir davulcu kendini nasıl ifade eder davulunda ?

    evet, davulda ses olarak neyi kullanırsanız onu alırsınız. ama şöyle bi laf vardır, "bir grubun davulcusu ne kadar iyiyse grup da o kadar iyi olur" diye. yani davul sadece ritm değil, o grubun rengini de temsil ediyor aynı zamanda. mesela chick core'nın ya da miles davis & tony williams'ın albümlerinde davulcu orda değişik bir zil kullansa hissiyat da tamamen değişecek. bundan dolayı özellikle cazda davulcu olarak pek çok şeye hakimsin.

    peki davulda sanatçının sesini bulması diğer enstrümanlara göre daha mı zordur ?

    bu konuda kesin bir şey söylemek zor. bazı davulcular zile bir defa vurur kim olduğunu belli eder, bazılarını biraz dinleyip hemen kim olduğunu söyleyebilirsiniz. bu konuda elvin jones'un çok güzel bir sözü var; elvin'e davulda kendine özgü sesi nasıl bulduğunu sorduklarında şöyle yanıtlıyor: "herkes zaten kendine özgüdür, sadece davul çalmasını öğrenmesi gerekir!". o yüzden "işte bu benim sesim böyle çalmalıyım" demektense müziği hissedip çalmaya çalışıyorum. "bu benim sesim başka tarzda çalmamalıyım" diye davul çalışma diye bir olay yok, herkes olabildiğince iyi müzisyen olmaya çalışıyor ve müzisyene ait ses doğal bir biçimde kendiliğinden gelişiyor. mesela perpetual anxiety albümünde de çalıştığımız basçı mike richmond ilk zamanlarda bana diyordu ki, "sen jack dejohnette'ten daha fazla jack dejohnette olmaya çalışıyosun!" (gülüşmeler). dejohnette çok iyi bir müzisyen olduğu için ister istemez onun yaptıklarını düşünüyorsun, yapıyorsun da. diğer sanatçılardan etkilenme/kendi sesini bulma bunun gibi düşünülebilir.

    gerçekten de perpetual anxiety'nin kimi yerlerinde çalışınız jack dejohnette'i andırıyor.

    ben new york'a gitmeden önce virginia'da üniversiteye gittim. ordaki davul hocam howard curtis üniversitedeki dört yılımız boyunca cazdaki bütün caz davulcularının stilini öğrenmemizi istiyordu. bebop'tan free jazz, avant-garde'a değin. üniversiteden sonra sevdiğin davulcuya yönelmek sana kalmış bir şey. ben de bu şekilde max roach, philly joe jones gibi bebop davulcularıyla başladım birkaç yıl sonra daha renkli çalan joey baron, tony williams, jack dejohnette'e sıra geldi. ama jack dejohnette'i dinleyince orada kaldım, ondan çıkmak istemedim, bana çok hitab eden bir çalışı vardı. üniversitede ise artık daha avant-garde çalan davulculara da geçmem isteniyordu örneğin milford graves, rashied ali, jan christensen, joey barron, gerry hemmingway, tom rainey, jim black gibi. ama ben dejohnette'e odaklandım ve sadece onun albümlerini aldım. üniversite son sınıftayken de okul jack dejohnette "oneness" grubunu çağırdı ve tanışma fırsatım oldu kendisiyle. birbirimizin davullarını çaldık, daha sonra da karşılıklı olarak çaldık. hayatımın en mutlu anlarından biriydi.

    ardından new york'a gittiğinizde nasıl farklıklar oldu müziğe bakışınızda ?

    virginia'da avant-garde davulcuları çalmam isteniyordu ama ben o yaşta anlam veremiyordum. yaptıkları çok modern geldi ve oradaki rengi kavrayamadım. new york'a gittiğimde bir mutfak köşesine yaşamak zorunda kaldım ve aylık 500$ veriyordum! new york gibi pahalı bir yerde bilmediğiniz şeyler hatalarınızla birleşince böyle acı sonuçlar doğuruyor. bir mutfak köşesinde yaşamak için onca para verince de avant-garde davulculara ihtiyaç duyuyorsunuz! (gülüşmeler) zaten avant-garde müziğin virginia gibi her şeyin düzgün olduğu bir yerde pek anlamı yok. ne yaşıyorsan onu hissedip duyuyorsun içinde ve ona göre çalıyorsun. washington'da çok iyi müzisyenler var örneğin ama new york'ta herşey daha agresif. mesela bossa nova çalınmaz genelde new york'ta, sadece bazı müzisyenler çalıyor. her şey daha korkusuzca deneniyor.

    amerika'da iken hiç türk cazını ve müzisyenlerini takip etme fırsatınız oldu mu ?

    olmadı. bu gelişimle beraber ilk defa türk müzisyenleriyle tanışıp onlarla çalma fırsatım oluyor. ancak burada da çok iyi müzisyenler var. mesela ben amerika'dayken oradaki müzisyenlerin aydın esen'e olan hayranlığıyla çok karşılaştım. ben de aydın esen'in albümlerini aldım ama çok derin bir müzik ve ancak daha ileride özümseyebileceğimi hissediyorum. bunun dışında beraber çaldığımız basçı mike richmond da zamanında ismet sıral ile çalışmış biri. ismet sıral'ı da bu sayede öğrenme fırsatım oldu.

    öyleyse genel olarak sorarsak, amerika'dakilerin avrupa cazına bakışı nasıl ?

    genel olarak amerika'nın yaptığı işlerde kendi içine kapalı bir yapısı var, bu caza da yansıyor. yani bir şeyler yapılıyor siz buna dahil olabilirsiniz ama dışarıda olan biten yakından takip etme gibi bir kaygıları yok. tabii new york ile amerika'nın geri kalanını ayırmak lazım. new york'a dünyanın hemen her yerinden insanlar geliyor ve bir anda pek çok farklı müziği dinleyebiliyorsunuz. aynı zamanda new york'da ben sadece şu müziği çalarım diye bir şey de yok. örneğin avant-garde müzisyenler çok iyi swing de çalıyor ve tersi de geçerli olabiliyor. kimse çıkıp da ben ecm müzisyeniyim bundan başka tarzda çalmam demiyor genelde.

    aslında önemli olan şey müzikteki samimiyet. diyelim ki swing çalıyosunuz ve ona çalışıyosunuz. bir kulübe gidip joey barron ya da jim black'i görünce ne kadar swing çalışan biri olsanız da bu avant-garde davulcular bir şey bilmiyor diyemiyorsunuz. o kadar inanarak ve dürüstçe çalıyor ki bu adamlar... bir defa bizim okula ders vermek için jimmy cobb gelmişti, ben de o zamanlar daha genç ve bir o kadar da ukala olduğumdan "jimmy cobb 50'lerden beri aynı çalan biri ondan bir şey öğrenmem herhalde, ben çok daha komplike şeyler üstünde çalışıyorum" diye düşündüm ve derste de en arkada oturdum. sonra jimmy cobb gelip davulun başına oturdu ve sadece fırçayla basit gibi görünen (ki aslında o kadar basit olmayan) bell zamanı çalmaya başladı. çaldığı şeyde o kadar dürüst ve inanarak çalıyordu ki siz onun başka bir şey çalmasını isteyemiyorsunuz o anda. keşke daha modern çalsa diyemiyorsunuz, böyle bir içtenliği yansıtıyordu çalışında. jim black de öyle bir müzisyen, onu duyunca da keşke biraz da swing olsa demiyorsunuz, çok güçlü ve renkli bir müzisyen.

    perpetual anxiety albümüz albümünüz ne zaman türkiye'de piyasaya sürülecek ?

    aralık'ta çıkacak. bu albümde new york'u yansıtan şeyler olsun istedim, o kirli havasını ve enerjisini barındırsın dedik. yeni çıkan pek çok albüm gibi tertemiz olsun istemedik. standartlar da var ama daha kırık çaldık. bu düşüncemde de mike richmond'un önemli bir katkısı oldu.

    albüm'de elif şafak'a da bir teşekkür var.

    evet, ben albüme adını veren parçayı yaptığımda ona bir isim bulamamıştım ama hissettiklerimi elif şafak'a anlattım ve perpetual anxiety adını o önerdi. yani albümün ismi ona ait.

    yeni ve gelecekteki projeler ? tarz olarak ve grup yapısı olarak bir değişim düşünüyor musunuz ?

    yapılan her porjeyle birlikte bir olgunlaşma gerçekleşiyor. gelecekte tam olarak ne olacağını söylemek zor ama dediğim gibi müziğin doğasına uygun olarak daha da olgun şeyler ortaya çıkacaktır. mike richmond'la bir albüm yapma projemiz daha var. trio formatında, davul, bas ve trompet diye düşünüyoruz. akor enstrümanı olmasın istiyorum çünkü akorlar olmayınca davul liderliğini ön plana çıkarıp müziği daha rahat yönlendirebiliyor. örneğin elivn jones'un 60'lardaki gruplarında olduğu gibi.

    son yıllarda etnik öğelerin pek çok farklı müzik türlerinde yer alması oldukça popüler. siz de müziğinizde türk etkileri, türk müziğine özgü şeyler kullanmayı düşünür müsünüz ileriki albümlerinizde ?

    şimdiye kadar türk müziğini çalışma ve dinleme fırsatım olmadı, o yüzden bana oldukça yabancı. böyle bir şey yapabilmek için uzun süre türkiye'de kalıp türk müziğini özümsemem lazım. çünkü türk müziği de caz kadar ağır bir müzik. iyice bilip hissebilmek lazım bu tarz denemelere girmeden önce.

    peki sizi ve grubunuzu türkiye'de dinleme fırsatımız olacak mı grubunuzla ?

    evet öyle bir şey olacak. hatta söylediğim bu trio ile olacak.

    cazla ilgelenmek isteyen genç müzisyenlere ya da müzisyen olmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler ?

    caz zor bir müzik, müzisyenler arası iletişimi duyabilmek, ona göre çalabilmek... dinleyici olarak bile cazı anlamak uzun bir süre alıyor. bundan dolayı müziğe yeni başlayanlar hemen modern ve yeni bir şey yapma kaygısı taşımasınlar. basit ve zamanlama duygusunu geliştirecekleri şeylerle başlasınlar. sadece odanıza kapanıp çok çalışmak da yeterli değil. aynı zamanda diğer müzisyenlerle çalışıp, başka müzikleri de dinlemek lazım. bu üç şey çok önemli. kendiniz çalışmazsanız tekniğiniz gelişmez, diğer müzisyenlerle çalmazsanız bu defa iletişiminiz iyi olmaz, kendi çaldığınız dışında farklı müzikler dinlmezseniz kendi dünyanızda kalırsınız ve hep kendinizi tekrar edersiniz.
  • hacettepe üniversitesi ankara devlet konservatuvarı'na yeni bir umut getirmiştir.
  • hacettepe üniversitesi devlet konservatuvarı caz bölümü kurucusu olmakla birlikte, okulun gördüğüm en komplekssiz ve yardımsever hocalarından biri. sadece konservatuvara değil ankara ya caz konusunda yeni bir soluk getirmiştir.
  • öğrencilerini başından savan değil, yardım edebildiği kadar yardım eden hoca, müzisyen.

    hacettepe caz bölümünde kısa bir zamanda çok iş yapmıştır. arkasında umut dolu öğrenciler bırakmıştır. şimdi ise aynısını yaşar üniversitesinde yapmaktadır.

    zildjian ve yamaha sponsorluğundadır.
  • 1. hacettepe caz'da oldugu sene boyunca okulda olan olmayan, çevredeki herkese bir seyler ogretmis ya da yurt disindan getirdigi hocalarla ogrettirmis kisi.
    2. kendisi ankarada iken beraber calistigim ve cazi anlamama yardim eden ve beni gelsitiren adam.
    ve
    3. hacettepe'nin ''basarili ve nitelikli insanlara karsi olan fobisi'' yuzunden okuldan ayrilmak zorunda kalan ve su anda da izmir yasar universitesinde egitim veren degerli bir öğretici - muzisyen.
  • özellikle kontrbasçıların çalmak için can atacağı tipten bir müzisyen. kesinlikle kendi tarzı var, kendi dilini konuşuyor. bası inanılmaz güzel yürütüyor. bazen dinlerken mal gibi ona kitlenmiş buluyorsunuz kendinizi. ayrıca güzel insan. bu aralar da evlilik hazırlıkları yapmakla meşgul kendisi. çiçeğinin burnundan hiç düşmemesi dileğiyle...
hesabın var mı? giriş yap