• bugünlerde daha çok benden daha eski yoldaşı mihrac ural'la internet üzerinden yürüttüğü sert polemiklerle adı duyulan eski yoldaş. eskiden içinde yer aldığım örgütün (bkz: tkep) merkez komite üyesi ve avrupa temsilcisi idi. sonra 1990'da örgüt ikiye bölündü. biz sola savrulup silahlı külahlı maceralara yönelirken onlar da sağa savrulup fazlasıyla legal bir gezintiye çıktılar; bsp, ödp, bilmem ne grubu, bilmem ne platformu derken sonsuz bir tartışma döngüsüne girdiler. bir gün eureka! diye çıkıp bizi sosyalizme kavuşturacaklar da, hammadde 150 yıllık, ilaveten fazla bilimsel; işlemek zaman alıyor herhal.

    thkp-c acilciler yöneticisiyken yanındakilerle ayrılıp bize gelmiş. yıl 1982 olsa gerek. benim devrimci olmama daha üç yıl var. mihrac ural'la hâlâ süren kavgası o günlerden kalmadır. malum, mihrac ural acilciler'in lideridir. ama ural'ı seven varsa kusura bakmasın, eski yoldaşım bir düzine mihrac'ı cebinden çıkarır.

    entelektüel yönü gelişmiş biridir. teslim töre'ninki gibi üç-dört numara bol gelip üzerinde sırıtmaz. geçmişinde, '70'lerin sonlarında bir hapishaneden firar öyküsü de bulunmaktadır. mahkemeye götürülür ya da getirilirken cezaevi nakil aracının tabanında bir oyuk açıp istanbul'un ortasında (galiba beyazıt'ta) firar etmişler birkaç kişi.

    sonra avrupa, tkep, özellikle '80'lerin ikinci ve '90'ların ilk yarısında avrupa'da türkiyelilerin yayınladığı en ciddi edebiyat dergisi olan ve tkep'liler olarak çokça övündüğümüz (sonradan türkiye'de de yayınlanmaya başladı ama şimdiki durumu bilmiyorum) yazın'ın yöneticiliği, başyazarlığı. o dönemde taksi şoförlüğü yaparmış. frankfurt'ta yaşıyordu yanılmıyorsam. ya yanılıyor ve şehri yanlış hatırlıyorum, ya da o yıllarda yine frankfurt'ta, yine bir siyasal mülteci olarak taksi şoförlüğüyle geçinen aydın engin'le birden fazla ortak noktası olduğu ortaya çıkıyor. (aydın engin o günlerini kitaplaştırmıştı, iletişim'den çıkmıştı, yıllar önce cezaevinde okumuştum: ben frankfurt'ta şoförken)

    kendisine buradan seslenmek istiyorum:

    engin abi, 1989'da yayınlanan yolun sonu romanında 35. sayfa ile 154. sayfa (35(izmir) x 4.4(malatya)=154 bağlantısıyla ezberlemiştim, herhalde doğru hatırlıyorumdur) arasında bir çelişki vardı abi. romanda zaten sadece iki defa bahsedilen birinin karısının adı 35'te başka, 154'te başka geçiyordu (hapisten çıktıktan ve sağlığım da düzeldikten sonra editörlük yapmaya başladığımı, halen editör olduğumu söylemiş miydim?) "kitap çok iyi satıyor, ikinci baskı yapacak" filan deniyordu bize. o zaman internet neyin yok tabii, sene 1989, "bunu kendisine nasıl iletebilirim, ikinci baskıda düzeltilsin bari" diye bir-iki kişiye sordum, ilgilenilmedi, kaldı öyle. hatta kitabın yayıncısı ile de ankara'da bir yarım gün geçirmiştim, aynı zamanda teşkilatın ankara'ya yolu düşenlerle ilgilenme sorumlusu olduğum için. muhtemelen ona da söylemişimdir ama hatırlamıyorum şimdi.

    bu arada o zaman soranlara hık mık edip geveleyip duruyordum ama kusura bakma da saçma sapan bir romandı abi. gençtim filan ama okuyunca hayal kırıklığına uğramıştım. zaten millî kütüphane kayıtlarına baktım, ikinci baskıyı da yapmamış 22 yıldır. herhalde bu yöndeki söylentiler bize özgü olmayan tipik örgüt-içi-propaganda-yalanları dizisindendi. ya da ne bileyim, herkes samimiydi de, parasızlık, öncelikler, türlü sıkıntılar samimiyete çelme takıyordu.

    (ikili muhabbet bitti. devam ediyoruz)

    yazılarını severdim ama romanı bir hayal kırıklığıydı. ikinci roman da ondan iyi değildi ama doğrusu onu hem çok hatırlayamıyorum hem de itiş kakışlı bir bölünmenin ardından artık yoldaş olmadığımız için o zaman nesnel bir biçimde değerlendirebilmiş miyimdir emin olamam. otobiyografik içerikli olanlar dışında artık yazılarını da okuyamıyorum. ona özel bir durum değil, öyle ultra hiper süper bilimsel analizlere artık tahammül edemiyorum. bence geçmiş yaşantıları bloglarda şurada burada mihrac ural'la kapışmak için harcamak yerine oturup hiç öyle roman yazacağım filan diye kasmadan dümdüz ayrıntılı bir otobiyografisini yazsın. mutlaka kendimden de parçalar bulacağım böyle bir otobiyografi için etkili bir mecrada tanıtım yazısı yazmazsam da yüzüme tükürsün!

    edit-not: mihraç değil "mihrac" ural'mış acilciler'in lideri. onun başlığını da ben açtım: (bkz: mihrac ural)
  • anı kitabı yazmayacağım demiş. daha doğrusu "daha ne yazayım kardeşim" demeye getirmiş. bana da (bkz: #22780725) cevap gibi olmuş. ama bence bir şey ilave etmese bile o yazdıklarını bir hatırat sistematiği içinde toplasın yine de. bütün cümleleri yeniden kurması gerekmeyecek. sadece metinleri birbirine bağlayacak. yayınlatmanın zorluklarını biliyorum. en azından derlesin toplasın.

    anı yazmanın eski önemi kalmadı - engin erkiner
    11 ekim 2017
    http://enginerkiner.org/…task=view&id=3394&itemid=1

    1960 öncesindeki sosyalist kuşaklardan günümüze kalan anı çok azdır. bu kuşakların anıları önemlidir çünkü haklarında bilgi edinebileceğimiz başka belgeler çok azdır. bu kuşaklar sayıca az oldukları gibi sıkı gizlilik koşulları altında geriye mümkün olduğu kadar az yazılı materyal bırakmaya çalıştılar.

    1965 sonrasında ise durum değişti. sosyalistlerin sayısı arttığı gibi örgüt sayısı da çoğaldı. insanlar birbirlerinden daha fazla haberdar olmaya başladılar. bu nedenle hakkında hemen hiçbir şey bilinmeyen insanlar kalmadı. böyle insanlar varsa, araştırma yapılmadığı için bilinmiyor demektir. eskiden araştırma yapmak da mümkün değildi; kimi kimden soracaktınız, bilemezdiniz.

    sosyalistlerin sayısı bugün epeyce az, bunu herkes kabul ediyor. bu sayı yine de 1960 öncesi kuşaklara göre hayli fazladır. buradan hareketle onların durumunu daha iyi anlayabiliriz.

    1976’da istanbul’da ilk büyük ve legal 1 mayıs yürüyüşü yapıldığında eski sosyalistlerin kenarda durup kalabalığa baktıkları, “bugünleri de gördük ya…” diye düşündükleri değişik kereler yazıldı.

    kendilerince haklılardı. eski 1 mayıs’larda bırakın kalabalığı, sayıca az olan sosyalistler bile polis tarafından toparlanır ve birkaç gün karakollarda tutulurdu.

    bizler de kötü günler yaşadık ama onların yaşadıklarının yanında bizimki yine de zayıf kalır.

    örgüt sayısının çoğalması ve insanların birbirini tanıması aynı zamanda bilginin de yayılmasına neden oldu. sosyalistlerimizde dedikodu mekanizması acayip işler, bilirsiniz; dedikoduya uydurmalar da karışır ama bilgi sonuçta tam doğru olmasa bile yayılır.

    kendimizden örnek verecek olursak; acilciler’i ülke çapında tanıtan hürriyet gazetesi’nin yanı sıra devrimci yol’dur. haritada yerini bile bulamayacağımız kasabalarda bizi kötülediler. insanlar hakkımızda kötü düşündüler ama “böyle birileri varmış” diye de öğrendiler.

    her örgüt gibi bizde de ayrılıklar oldu: devrimci savaş, hdö ve acilciler adlı üç örgüt ortaya çıktı. yapılan hesaplamaya göre bu üç örgütten 12 eylül sonrasındaki mahkemelerde yargılananların sayısı yaklaşık 2000 kişidir. bu da yaklaşık 10 bin kişilik bir çevre demektir. o yıllardaki örgüt taraftarlarının sayısını düşünürsek öyle aman aman bir sayı değil, ama tek kentin dışına taşamayan örgütlerde olduğu gibi birkaç yüz kişilik sayı da değil… yaklaşık 20 yerde örgütlüydük.

    bu insanların ön planda olanları arasında hakkında çok az şey bilinen hiç kimse yoktur. az bilinenlerden birisi rıza salman’dır ama kendisiyle ilgili olarak bilinenler yine de az değildir. en başta örgütün ilk dönemleri bulunuyor, ardından hapishane yılları… avrupa yılları pek bilinmiyor.

    yüksel eriş ile ilgili olarak kaç tane yazı yazdım. 27 yaşında hayatını kaybeden bir insan için bile hayli bilgi bulunuyordu.

    ilker akman için de benzeri söylenebilir. ilker’i benden başka tanıyan da kalmadı.

    hasan basri temizalp için ise bilgi daha azdır. üçüncü thko davasında yargılanır. maden mühendisi olarak işçiler arasındaki örgütlenme çalışmalarını da mehmet koç’tan öğrendik. bilgimiz azdır ama yine de cılız denilebilecek durumda değildir.

    yusuf ziya güneş ile ilgili bilgimiz en azıdır denilebilir. nasıl devrimci oldu, odtü’de hasan basri ile ilişkisi nasıl gelişti; bilmiyoruz.

    başka isimler de sayılabilir ve hakkında en az bilgi sahibi olunanla ilgili olarak bile en az bir sayfa yazı yazılabilir.

    bilmediklerimizi başkalarından öğrenebiliyoruz. mesela yusuf ziya güneş’in cenazesi tekrar kurulan karadeniz dev-genç’in düzenlediği büyük bir törenle kaldırılmış. törende konuşma yapan eski kurtuluşçu arkadaşı da tanıyorum ama “bu tür törenlerde o kadar çok konuşma yaptım ki, ne söylediğimi hatırlamıyorum” dedi.

    biz bilmiyorsak, başkası biliyor. eskiden böyle bir durum yoktu.

    bugüne kadar kaç kere “anılarını yaz” önerisiyle karşılaştım, hatırlamıyorum. genellikle “yaşım daha genç, belki sonra yazarım” demiştim ama yazmaya kalksam ne yazacağım?

    örgütün kuruluşunu, ilk ilişkileri, türkiye devriminin acil sorunları’nı nasıl yazdığımı, girilen eylemleri ve daha birçok şeyi yazdım. www.thkp-c-acilciler-tarih.blogspot.com da dört bölümlük bizim teorik geleneğimiz yazısında tdas’ın yazılışını anlattım. (ilker ile ilgili dört yazıyı da burada bulabilirsiniz.)

    bunları sadece ben mi biliyorum; yok canım. 1974-1975 yılında ankara’da faaliyet gösteren devrimci örgütlerin büyük bölümü –özellikle devrimci gençlik, sonrasında devrimci yol oldular- bunları bilir. nasıl kurulduk, kimlerle ne tartıştım, neyi yazdım; bunları yazılı olarak anlattılar da…

    şimdi ben anı yazsam ne anlatacağım?

    hapishane anılarını derseniz belma’ya mektuplar’da anlattım diyebilirim. bu kitap anılardan oluşmuyor, bir çeşit günlük demek daha doğru olur. anı gibi aradan yıllar geçtikten sonra yazılmamışlar, anında yazılmışlardı. ömürleri diyelim en fazla üç gündü, bazen daha da azdı. insan bir olayı aradan 20-30 yıl geçtikten sonra farklı değerlendirebilir, ama mektuplardan oluşan o yazılar o güne ait değerlendirmelerdi.

    avrupa pratiğiyle ilgili olarak hem sitede çok yazı yazdım hem de mülteciler göçmenler’de anlattım.

    2008-2013 arasında www.enginerkiner.org da örgüt tarihimizi didik didik ettik, çok yazı yazdım.

    geriye anlatacak önemli ne kaldı, bilemiyorum.

    bu nedenle benden anı istemeyin.

    ya da anı isterseniz, somut olarak neyi öğrenmek istediğinizi, anıdan ne beklediğinizi açıklayın ki, durum kafamda somutlaşsın.

    ben göremiyorum da siz görüyorsanız, anlatın ben de bileyim.

    bazı önemli anı konuları birden fazla bile anlatıldı. mesela 1974 sonlarında ankara’da oğuzhan müftüoğlu ile yaptığım görüşmeyi o da ben de anlattık. tabii herkes kendine göre anlattı.

    unuttum, eklemek gerek: aydın hapishanesinden firar teşebbüsümüzü anlattım. bayrampaşa’da kaçışımızı ise kaç kere ayrıntılı olarak anlattım.

    bu kadar anlatıya rağmen arada eksik kalanlar olabilir, ama onlardan da en fazla birkaç yazı olur, anı kitabı olmaz.

    hala anı isteyen varsa, somut konuşun da ben de bileyim…
  • nedir ne değildir bilmem. sağda solda ithamlarda bulunulduğu gibi hain midir değil midir onu da bilmem. milletin devrimciliğini ve devrime olan inançlarını sorgulamak haddime de değil. engin erkiner benim için şu ana kadar demokratik almanya hakkında türkçe yazılmış en güzel değerlendirmelerden birinin yazarı: "1989 berlin duvarı. " nın. başarısızlığımızı daha net göstereni, daha güzel değerlendirme yapılanını okumadım bilen varsa önersin edinelim hemen.
  • yazmış olduğu türkiye devriminin acil sorunları broşürü nedeniyle örgütüne * sol kamuoyunda acilciler denmesine neden olmuş devrimci. uzun yıllardır yurt dışında yaşamaktadır, yazıları siyasi gazeteden takip edilebilir.
hesabın var mı? giriş yap