17277 entry daha
  • bu entry'i sık sık güncellenmiş haliyle yazmaya devam edeceğim. tabi gebermezsem, sakat kalmazsam, hapse falan girmezsem ya da buradan uçurulmazsam.

    ben bu ankara'yı hiç sevemedim he. 30 senedir burada yaşıyorum ama hala kendimi buraya ait hissetmiyorum. kendimi burada gurbetçi gibi hissediyorum. ha istanbul gibi leş bir yerden kat kat daha yaşanılır orası ayrı konu. ancak izmir'in yanında burası cidden çok medeniyetsiz kalıyor ya. üstelik ben aslen egeli bir herifim. ne işim var lan benim burada diye az sormadım kendime. ama gel gör ki babam bile doğma büyüme ankaralı, ben de öyleyim. ama ben sevemedim burayı arkadaş yok. ne tayin olabiliyorum izmir'e, ne de özel sektör adına bir iş bulabiliyorum izmir'de. ha gerçi özel sektörün kendisi zaten çok leş bir şey. özellikle de son 5-6 senedir böyle. eskiden adam yetiştirilirdi özel sektörde, şu an ise bildiğin adam yetiştirmeyi geçtim; en becerikli adamı en ucuz paraya çalıştırma derdindeler. üstelik "nasıl olsa bir sürü işsiz güçsüz adam var, giderse yenisini alırım." mantığıyla hareket ediliyor. ondan sonra da sanayi adına, özel teşebbüs adına gram ilerleme kaydedilemiyor memlekette. neyse ben yıl yıl anlatayım.

    2015 yılı başlarda güzeldi, işi gücü oturtmanın vermiş olduğu bir mutluluk vardı. ancak aylar geçince, çalıştığın kamu kurumunda aslında senin hakkının yenildiğini görünce ve orada bir sürü işe yaramaz ve kepaze 50 yaş üstü insan grubunu görünce asabın bozulmaya başlıyor. o ara yıllık iznim de yoktu ha. daral gelmişti bana iyice. ama bir şekilde idare etmiştik.

    2016 güzeldi ama bak ha, kamudaki kılık kıyafet kuralını tek başıma yıkıp geçmiştim. saçları uzatıp bağlamaya başlamıştım, hatta uzunca bir top sakal da bırakmıştım. kravatmış, gömlekmiş falan hikaye olmuştu. o derece kafama göre takılıyordum. mesai arkadaşlarımdan biri de bayağı yakın arkadaşımdı(ilerleyen yıllarda nikah şahidim bile olmuştu), daha sonra 2016'nın sonlarında bildiğin modellik yapacak fizikte ve mütevazi bir kız arkadaşım bile olmuştu. toplamda 6 ay falan sürmüştü ama, çünkü kafalar uymuyordu. beni normal bir insan yapmaya, yontup kendine uydurmaya çalıştı. beceremedi haliyle.

    2017... hayatımda pek çok şeyin boka sardığı seneydi bu. hatta resmen her şey bununla başladı diyebilirim. öncelikle ben ailemle pek anlaşabilen bir insan olamadım. ben istemememe ve söylememe rağmen beni zırt pırt arayıp dururlardı. ben oldum olası yalnızlığı, sessizliği seven bir adam oldum. bizimkiler ise sürekli vıdı vıdı edip başımın etini yerdi. gerekli gereksiz konuşurlardı. haliyle bana da daral gelirdi. bir de üzerine kız arkadaşımla olan kavgalarım bunaltıyordu beni. güzelliği ve mütevaziliği doğru orantılı bir insandı, ama uyuşamıyorduk. ikimizin de kendine göre problemleri ve sıkıntıları vardı o ara. bir süre sonra ayrıldık. daha doğrusu ben ayrılmıştım. anlaşamıyorduk çünkü. sonradan duydum ki kendisine rol kesen bir herifle evlenmiş, boşanma evresindeymiş şu an. iyi insanlar çıkar karşısına umarım ne diyeyim. neyse, bunlar yetmiyormuş gibi iş yerinde de huzurum kaçtı benim sonra. bizim bir daire başkanımız vardı, çok kral adamdı. adam dönemin bakanıyla anlaşamıyor, onun danışmanlarıyla da kapışıyor. derken adamı daire başkanlığından alıyorlar, sonra açığa alıyorlar, sonra ihraç ediyorlar. bildiğin töhmet altında kaldı adam. ha daha sonra savcı hakkında takipsizliği verdi, ama ona rağmen görevine hala iade edilmedi. sonra derken benim namım tüm kuruma gidiyor tipten dolayı. müsteşara kadar namım yürüdü. o dönemin genel müdürü de ismini vermeyeyim eski bir bakanın kardeşiydi. işini yaptığın sürece adamla anlaşıp gidiyordun. neyse işte, çağırdı beni... "ali birileri seni sanırım şikayet etmiş kılık kıyafetinden dolayı, ben karşı çıktım çocuk işini yapıyor niye uğraşayım ki kılığıyla kıyafetiyle diye, ama bunlar bastırmaya devam etti, hatta müsteşara kadar şikayete gitti. saçı kısaltıp sakalı kesmezsen bunlar sana soruşturma aşacak, bu iş beni aşıyor." diye anlattı durumu. ben gerekeni yaptım. tip olarak bir ara behzat ç. gibi gezmiştim *.derken başımıza yeni bir daire başkanı geliyor. alakasız bir kurumdan geliyor, torpilli yani belli. üstelik işbilmez bir adam. kılık kıyafetle uğraşmayı pek sever, iş güç olmadığında bize sarıp bizi soruşturmaya falan korkuturdu ilk geldiği zamanlar. "böyle her şeyimizle uğraşacaksanız biz gidelim genel müdürlükten." deyince de "ben bir abiniz olarak söylüyorum." falan diye kıvırıyordu ha. tüm bunlardan daral gelmişti artık bana en sonunda, oturup intihar planları yapmıştım. nihayetinde en temiz yolun gazı açmak olduğunu fark ettim. mutfaktaki ocağa gittim. tabi ocağın emniyeti olduğunu sonra fark ettim. birer kalın redhouse sözlük aldım biri mavi diğeri kırmızı ocağın düğmelerinin üzerine koydum o vakit emniyetin kilidi açıldı. öyle mal mal bakıyorum bir yandan etrafa. hiç beklemediğim bir insan ulaştı telefondan. lafladım biraz, durumları anlattım. "ali şu an böyle bir şey yaparsan 112'yi ararım ciddiyim." dedi. ben de dedim "nereye zamanında geldi lan onlar? ara nolacak eheheh." diye, derken bizim arkadaş "ulan hadi öleceksin diyelim, polisler beni de soruşturmaya dahil edecek lan." diye kızdı. o an bi şaşırdım tabi. neyse ya şu an zamanı değil daha bir hazır hissettiğimde bir şeyler yaparım dedim vazgeçtim. aradan 1-2 ay geçince biriyle tanıştım. başka bir şehirdendi. öyle ahım şahım bir güzelliği yoktu ama çok dikkat çekici ve türkiye'de görülmeyecek cinsten bir tipe sahipti. tip olarak loreena mckennitt'e benziyordu. benden de 7 yaş büyüktü. ancak gel gör ki zihniyet olarak bununla da uyuşamamıştım. daha doğrusu başlarda uyuşur gibi olduk sonra uyuşamadık. siyasi görüşlerimiz zıttı. her ne kadar kendisi namusu iki bacak arasında aramasa da imam hatip kökenli olup sülalesindeki yetişme tarzından dolayı mıdır nedir iktidarı savunup tepemin tasını attırıyordu. benim ise soy ve kan bazlı, ama seküler bir milliyetçilik anlayışım mevcuttu. gene de bir şekilde idare ediyorduk.

    2018 oldu işte... ailemle anlaşamamaya, kız arkadaşımla tartışmaya, daire başkanıyla da tartışmaya devam... hatta en son daire başkanı iki tane kıçı kırık firma elemanıyla toplantı yapılacak diye arkadaşla bana sakal traşı olun gidip falan dedi. orada tepemin tası attı "biz lise bebesi miyiz, silah altındaki er miyiz?" diye üzerine yürüdüm bağırıp. ondan sonra bu "size kırıldım" ayağı falan yaptı geri vites yaptı tabi. derken arayı düzelttik, bu da bir daha bizim kılık kıyafetimizle uğraşmadı bu mevzudan sonra. o ara kız arkadaşımdan ayrılmak istedim, hatta evlilik teklifi bile etmiştim, ona rağmen bıkkınlık gelmişti artık. özellikle de seçim sürecinde tepemin tasını attırmıştı. "tamam artık konuşmak istemiyorum seninle, git başımdan, ne halin varsa gör, beni de rahat bırak." diye söyledim. ama 3 gün boyunca ağladı zırladı sızladı durdu, o beni bırakmadı. kendi kendime dedim "beni seviyor herhalde. devam edelim ya, zamanla her şey oturur." diye. ama çok iyimser düşünmüşüm. o ara başka bir mevzuya daha canım sıkkındı. iş yerinden kaçıp askere gitmek istiyordum. ama babam şiddetle karşı çıkıyordu. "ben 30 küsur sene askerlik yapmışım zaten, bir de üzerine sen mi yapacaksın ulan? kaç tane adam öldü benim elimde hastanede! benim oğlum askerlik falan yapmayacak!" falan diye söylenip duruyordu. küfürleştik sinirlenip nihayetinde. sonra bana gitti uzunca bir mektup yazdı. içeriğini burada söylemem doğru olmaz. sonra annem aradı "olm bu herif senin askerlik meseleni takıntı yaptı, şimdiden kalbi tutmaya başladı, sendelemeye başladı. sen 6 ay ya da 1 sene askere gidersen bu adam kalpten gider ölür. yapma etme." falan diye ağladı. pederin yazdığı mektubu bir daha okudum, annemin dediklerini düşündüm, sonra telefon açıp "tamam ulan tamam amk sizin istediğinizi yapacam" dedim. çok sevindiler. belki ikna ederim normal askerliğe hala diye düşünüyordum ama olmadı. benim peder gidiyor bedelli başvurusunu yapıyor, parayı ödüyor, sonra da bana telefon açıp "ben tüm işleri hallettim, hadi şubeye gidip onaylatalım" diyor... haliyle bana da bok yemek düşüyor. gittiğim yerde uzun dönemlerle kavga edeceğim büyük ihtimalle diye düşünüyorum. sonra ilginç bir şekilde benim askerlik antep'in islahiye ilçesindeki "jandarma komando tabur komutanlığı"'na düşüyor. yeşilyurt mahallesinin, amanos dağlarının orada. suriye sınırı ve terör bölgesi... dedim allah allah şenlik var! sonra babam oranın komutanı olan binbaşıya telefon açıyor durum nedir ne değildir diye. vahit binbaşı da anlatıyor "komutanım uzun dönemlerle bedellilerin kavga etmesi imkansız çünkü bulundukları yerler ayrı." diye. sonra gittim askere. bir an evvel bitsin işime gücüme bakacam modundaydım. ancak ne hikmetse döndükten sonra daha da sinirlerim bozuldu. saçma sapan bir ruh haline büründüm. çalıştığım kuruma döndüğümde askerdeyken, dağların oradayken daha mutlu olduğumu fark ettim. 2 ay üzerimde jandarma kamuflajıyla, ayağımda postalla gezdim. eksik kalan bir şeyler var. o 3 hafta yetmedi bana amk. it gibi özlüyorum oraları şu an. seferberlik çıksa sevineceğim amk o derece. tuvalet temizlemek, izmarit toplamak, dikenli otları yolmak beni hiç darlamadı ama dönüşte beni her şey darladı. oradan 2 komutan var hala onlarla irtibattayım, birisi uzman çavuş öbürü astsubay. eğitim birliğine değil jöh'lerin birliğine düştüğüm için gerçekten şanslı hissediyorum kendimi. eğitim birliklerindekiler insan değil, jöhler insan ama. muharip lan bu adamlar! ve adamın dibi alayı! işin boktan tarafı oradan döndüğümde insancıl, merhametli tarafımı biraz kaybettim. savaş psikolojisine girdim ne hikmetse. zaten askerden döndüğüm ilk günlerde her gün jiletle tıraş oluyordum sabah 6-7 gibi kalkıp o derece contayı yakmıştım. hatta bir de o kafayla bir adet evlilik yaşadım, balayında da tartışıyorduk kendisiyle. benim de kabahatim vardı bu kavgalarda onun da kabahati vardı. ya da ikimizin de kabahati yoktu ama uyuşamadık bilmiyorum. zaten bu sevgililik ve evlilik sürecinde 2 konuda uyuşabildik. cinsellik ve kedi sevgisi. geri kalan mevzularda kel alaka insanlardık. neyse işte balayı bitiyor. aynı şehirde değiliz henüz, tayin olayı olmadı daha. asıl en şiddetli kavga ve boşanmanın temeli atılmaya başlıyor döndükten birkaç gün sonra. benim biraz sert, argo, belden aşağı bir üslubum vardır. hanımefendi meğersem rahatsız oluyormuş bunlardan. o yüzden de benimle isim olarak evli olduğunu göstermek istemedi. "evli olduğumu belirtirim, fotoğraf da yüklerim, ama senin ismini göstermem, profilin belden aşağı." deyince ben delirdim. etmediğim küfür kalmadı. haliyle aramız bayağı bir bozuldu o an. üzerine derken istanbul'da bizim kurumun büyük toplantısı oluyor. isim ve mevki vermeyeyim ama ülkenin en taşakları bürokratları ve yöneticileri geliyor o toplantıya. toplantıya daha 4-5 gün var ama hazırlık aşaması uzun iş. neyse, ben uçaktan iner inmez o anlaşamadığım daire başkanı olacak herif benim ikm'ye(istanbul kongre merkezi) geçmemi söylüyor. ben de he iyi peki falan deyip geçiştiriyorum ama geçmeyip otel odasına geçiyorum. zaten yaptığım iş web işi, kongre merkezinde olmama gerek yok ki. o kongre merkezi mezar gibi yer, yerin 3 kat altında bizim ofis, pencere yok bir şey yok. böyle gözlerim sulanıyor, kulağım uğulduyordu orada sinirden ve stresten. elimde bir mp5 ya da hk33 falan olsa bildiğin insanlıktan çıkacağım orada gerisini söylememe gerek yok. manzarası olan otel odasında oturduğum yerden halletmek varken işleri ne bok yemeye oraya gideyim manyak mıyım lan ben? yeter ki internetim olsun. neyse işte bu herif arıyor beni telefonla diyaloglar başlıyor:

    +ali, kongre merkezine gelmedin galiba daha.
    -başım ağrıyor pek keyfim yok, buradan hallediyorum zaten işleri.
    +tamam yarın sabah burada ol ama mutlaka.
    -olur.

    mesai arkadaşım vardı bir tane, mesai arkadaşından ötesiydi benim için, ki nikah şahidim yapmıştım kendisini. onunla akşam yemeğini yedik. derken bu benim bela herifle karşılaştık ardından da şu diyalog başladı:

    +ooo maaşallah bakıyorum hiç de hasta gibi değilsin.(otel odasında içmiştim de biraz, nevrim döndü bu cümleyi duyunca)
    -o amına kodumun mezarına girmek istemiyorum lan!
    +ali sen ne diyorsun? nasıl böyle konuşursun? (yanımdaki arkadaşa diyor şimdiki kısmı)şahitsin di mi? soruşturma açıyorum.
    -aç lan aç! attır beni hatta elinden geleni yap!
    +ali bir daha sakın böyle bir şey söyleme! çok fena olur yoksa!
    -(ben gözlüğü çıkarıp cebime koyarım)sen kimsin lan beni korkutacaksın ha? (aramızda bir cm bile mesafe kalmadı, kafayı gömdüm gömeceğim, arkadaş o sırada belimden falan sarılıp tutuyor beni zaptediyor herifin üstüne atlamamam için)
    +(amir tırstı, arayı yumuşatma konuşması yapmaya başladı) ali hiç beklemezdim senden bunu, kırıldım ben, neyse özür dile konu kapansın
    -iyi peki özür dilerim.
    +yarın sabah kongre merkezinde ol.
    -bu web işini genel müdürlükte benden başka yapan adam yok, ben senin yerinde olsam alternatifi olmayan birini bu kadar sık boğaz etmem bu konuda.
    +kimse alternatifsiz değildir yok öyle bir şey.
    -o yüzden mi ben askere giderken bana son güne kadar iş kitledin yukarıdaki bilgi işlemci kadına 15 dakikalık işi yaptıramayıp ha? hayatında bir gün olsun kamuflaj, postal giymişliğin yok. gidiyorsun son güne kadar iş kitliyorsun! ben orada askere giderken sana etmediğim küfür kalmamıştı lan!
    +ne küfür ettin sen bana?
    -sana ne? orası beni ilgilendirir seni değil.
    +ali iş yerinde mutlu değilsen ya kurum değiştir daha iyi bir kadroyla bir yere geçerek nakil veya kpss ile ya da istifa et benim tavsiyem.
    -o işler o kadar kolay değil, torpil istiyor. benden daha iyi biliyorsun.
    +hiç de bile alakası yok dediğimle.
    -çok alakası var, benden çok daha iyi biliyorsun o işleri hiç konuşma.
    +ali bu iki oldu, üçüncüsünde seni elimden kimse alamaz.
    -elinden geleni ardına koyma. benim kaybedecek bir şeyim yok.
    +kaybedecek bir şeyin olmadığını görüyorum zaten.
    -ayrıca öyle elimden alamaz falan deyip beni tahrik etme. kavgada kim kimi alır bilemezsin.
    +ben kavga etmem.
    -attır ulan beni o zaman laf salatası yapacağına, boş boş konuşacağına hadi!
    +siktir git ali!
    -hassiktir lan!

    bu herif sonra soruşturma dilekçesini hazırlatıyor, genel müdüre yolluyor. genel müdür nüfuzu olan birisi. hatta ismini vermeyeyim ünlü bir eski bakanın kardeşi. neyse, genel müdür beni çağırıyor, dinliyor. bir sürü nasihat veriyor. ondan sonra "eşinle boşanma sürecine girmişsin, amirinle aran kötü, ailenle aran nasıl onu bilmiyorum. yani herkes haksız da bir tek sen mi haklısın?" diye. hiçbir şey diyemedim ha orada. sonra özür diletiyor daire başkanından konuyu kapatıyor. bu arada tüm genel müdürlük tartışılacak ve ters düşülecek adam olmadığımı iyice bir öğreniyor. daire başkanını tanımayan adam diğerlerini mi tanır lan? sırf mahallenin, üniversitenin değil kurumun da delisi oluyoruz çok şükür. ha üzüldüğüm tek bir nokta var... mesai arkadaşım olmaktan ötesi olan, benim her şeyimi bilen, hatta nikah şahidim olan adamı da kaybediyorum. herif uzaklaştı lan benden bu mevzudan sonra. hani onunla biz ters düşsek, kavga etsek, birbirimize girsek mesafe koymasını anlarım ama aramızda hiçbir şey geçmedi ona rağmen benden uzaklaştı. sanırım iyice elden gittiğimi düşündü "bu herif contaları yaktı, sırf kendini değil beni de yakacak." diyerekten ondan mesafe koydu benimle arasına. neyse yapacak bir şey yok, sonra web sitesindeki tüm yetkilerimi benden alıyorlar. fotoğrafçılık işini de benden alıyorlar. bildiğin 1 seneden fazla süren bir dönem gizli işsizliğin dibine vurdum. aralık ayında ise boşanma süreci başlıyor. kız bildiğin işi menfaatçiliğe döküyor boşanma sürecinde. o an evlilik kavramından cidden tiksindim. allahtan nafakayla falan uğraşmadım ha o da çalıştığı için. dava uzamasın diye verdik 3-5 kuruş işi bitirdik onun ikamet ettiği yerde. davayı ankara'da açsak seneler sürerdi.

    2019'a geldik... aslında yılbaşına fena girmemiştim. psikoloğa gitmeye başladım, spor salonuna yazıldım. kavga ettiğim daire başkanıyla da muhattap olmuyorum kafam rahat. psikoloğum zihnimi çok yorduğumu, bunu dengelemek için kendimi fiziken de yormam gerektiğinden bahsetti. millet gider kadın kız kovalayacağım diye, yakışıklı olacağım, sağlıklı olacağım diye yazılır. ben ise akli melekelerimi yitirmemek için yazıldım iyi mi? iyi de oldu ha. sonra 65 yaşındaki oda arkadaşımın telkiniyle yarı otomatik/pompalı bir av tüfeği aldım. bildiğin m4a1, m16 şeklinde bir silah. ama güzel ha. 65 yaşındaki abim 12 eylül döneminde, sıkıyönetim zamanında komando asteğmendi. tnt, c4 falan bile yapmayı öğretmişler zamanında. ha bana onları değil ama silah kullanmayı öğretti sağolsun. o konuda çok emeği var üzerimde. neyse işte, aradan biraz zaman geçti. ama ailemle hala anlaşamıyorum yok, bir sebeplerden kavga ediyorum sürekli. genelde geçmişteki olan bitenlere sinirleniyorum. hayatıma zamanında gereğinden fazla müdahele etmelerine, çok konuşmalarına ve çok soru sormalarına sinirleniyorum. bir de eğitim konusunda çok üstüme gelirlerdi ortaokuldan beri. onun da kini var üzerimde. sonra bir gün öfke patlaması yaşadım, etrafı kırdım dökdüm. epey bir çemkirdim "sizin gereksiz takıntılarınız, evhamlarınız, eğitim konusundaki baskınız hiçbir boka yaramadı. üniversitede sizin beni yolladığınız yerden değil de kendi kafama göre yazacağım yerden mezun olsaydım şu an devletten 1500-2000 arası daha fazla para alıyor olacaktım. ya bana akşam 6'dan sonra ve haftasonları çalışacağım şekilde bir yer ayarlarsınız mesleğimle ilgili, ya da beni unutun. üçüncü seçenek ne sizin için ne de benim için hiç iyi olmaz." diye. 8 ay görüşmedik pek. bir yandan kafam rahattı ama bir yandan da içim huzursuzdu. hatta bu durumları yazmıştım geçen sene ekim'de. sonra bana böyle bir mesaj gelmişti:
    https://eksiup.com/p/35423746agv2

    delirdim tabi bu mesajı okuduğumda "kim bu amk korkağı!" diye. kafamda bir şüpheli var. ama şimdi buradan söylemem uygun olmaz. atış talimine, vücut geliştirmeye devam. yapacak bir şey yok. aileyle de görüşmemeye devam. 1-2 kişi hayatımda olacak gibi oldu ama olmadı. ya şehirler arası mevzusundan dolayı ya da benim sinirli bir insan olmam/ karşı tarafın afra tafrası olması vs. bir sürü sebepten tek tabanca takıldım. aralık gibi bir izmir'e gittim geldim. ama orada da arka komşunun hıyar bir misafiri vardı, tat alamamıştım yazlığın orada. yalnız mordoğan çok ilginç yer ha. aralık ayında bile sivrisinek var arkadaş şaka gibi. ama gene de hatta hayatta en mutlu olduğum, belki de tek mutlu olduğum yerdir orası. adeta saklı cennetim.

    yıl oldu 2020. sabaha kadar içerek girmiştim ha papaz bar'da. ama gene var bir huzursuzluk üzerimde. ben istemememe rağmen annem evime gelip evi temizlemeye falan kalkıyordu, işgüzarlıklar yapıyordu. gene bir kavga dövüş oldu. sonra üzüldük tabi ikimiz de. her ne kadar "oğlum bizim elimizde değil ki sana bir şeyler bulabilmek? o muhitten çevremiz yok bizim." falan diyorlardı. ben de delirip "lan ne bok yemeye o zaman bu kadar müdahele ettiniz bana amına koyim." diye gene çemkirdim. derken annem babam benim için bir şeyler kovalamaya karar verdiler. hatta ben de iş bakayım dedim tekrar. hatta diyaloglar şu şekildeydi genelde:

    +ali bey biz hede hödö yarak kürek firmasından arıyoruz. iş başvurusunda bulunmuşsunuz. müsaitseniz yarın görüşmeye çağıralım sizi.
    -olur, yalnız ben devleti bırakmayı düşünmüyorum. akşam 6'dan sonra ve haftasonları çalışmak istiyorum. maddiyat açısından da bir beklenti içerisinde değilim. önceliğim kendimi yetiştirip tecrübe kazanmak. unuttuklarımı hatırlayıp onların üzerine bir şeyler eklemek.
    +yalnız biz haftasonu çalışmıyoruz, akşam 6'dan sonra da çalışmıyoruz(ya da ben bunu bir üst yöneticiyle konuşayım falan deyip olumsuz dönüş yapıyorlar)

    pezevenkler kendilerine yetiştirecek adam değil en ucuza çalıştıracak kalifiye köle arıyorlar iplerini tutacak. götleri yemiyor tabi benim gibi dış kapının mandalı bir herifi çalıştırmaya. derken güzel bir gelişme oldu, bizim genel müdürlükte 2 tane yeni daire kurulmuştu. bunlardan bir tanesinin daire başkanı beni çağırıp "bizim dairede çalışsana." diyor. ben de olur diyorum. iyi adam lan. benim evvelki vukuatımı bilmesine rağmen sağolsun beni çağırdı iş yapmak için. derken benim daire başkanı değişiyor. o kanlı bıçaklı olduğum herifle bir işim kalmıyor. bu herifle karşılaşmamak için odamdan çıkmadım, yemekhanede hep inziva yerlerde yemek yedim, hatta bizim katın değil yemekhanelerin olduğu katın tuvaletini kullandım. derken üzerime bir hafiflik geldi. mal mal sırıtarak bizim katın koridorlarında gezmeye başladım. kavgalı olduğum o herifle de suratımıza baktığımızda selam bile vermeden geçip gidiyorduk.

    ilginç bir şekilde ailemle de bu sene barıştık. ilk sebep babaannemin vefatı oldu(ikincisi de covid-19 salgını). 1 mart sabahı babam arıyor "oğlum babaannen vefat etti" diye. aslında bekliyorduk da bunu. ancak gene de insan bir tuhaf oluyor. gerçi ilk duyduğum an bir tepki göstermedim. 1 saat içinde çantamı hazırladım. otobüs biletimi aldım. 2 saat vardı otobüsün kalkmasına. gittim papaz bar'a 2 tane 70'lik bira çaktım. sonra etin suyunu sıkıp otobüse bindim. akşam oldu, hava da kararmıştı. bornova'ya vardım. ama bornova'ya vardığımda bir tuhaf oldum. eve gitmek istemedim. küçükpark civarında pırpır diye ufak bir bar var. geçtim oraya. bir yandan telefonda 3 kişiyle konuşuyordum bu vefatla ilgili bir yandan da içiyordum. aradan 4-5 saat geçti. içtiğim 70'lik biralarla tekila shot'ları sayamıyordum. anca gevşemiştim çünkü. eve vardım. kapının ziline bastım. ablam açtı. o bana baktı, ben ona baktım. derken gözlerim doldu benim, baya ağlamaya başladım. babam uyuyordu ama annem falan da indi aşağı ben geldiğimde. ablam, ithal enişte bey, halam, ben oturup konuşuyorduk işte babaanneye dair. sonra bir baktım benim 1.5 yaşındaki ufak yeğeni babaannemin odasına yatırmışlar yer yatağı yapıp orada uyuyordu. görünce bir kötü oldum. bildiğin korku oyunu gibi lan. silent hill gibi ha. nene odasında uyuyormuş gibi geliyor sana ama açıyorsun kapıyı onun torununun çocuğu uyuyor orada. tuhaf değil mi sizce de? sabah oluyor, cenazeye gidiyoruz. benim artık anama babama öfkem kalmamış. anneannem öldüğünde pek üzülememiştim, ağır alzheimer'di, yatalaktı ve beni hatırlamıyordu. bildiğin bitkisel hayattaydı. ona dair tek üzüntüm cenazesine gidememek olmuştu. teyzemin bok yemesi, yangından mal kaçırır gibi gömmüşlerdi kadını. ha sonra mezarına ziyarete gittim ilk fırsatta o ayrı da... babaannemin ölmesi bana koymuştu ha. zehir gibi çalışıyordu kafası. hatta ben buna takılıyordum "babaanne maaşallahın var, sen bizi gömersin." diye sinirlenip kızıyordu "sus tövbe de eşşek!" diye... iyi ki aralık ayında manisa'ya manisa kebabı yemeye gitmiştik. gülcemal diye bir yer var orada. bayağı güzeldir. bilen bilir.

    babaannemin ölmesi annemle, babamla barışmama vesile oldu. bazı şeyleri kafaya çok takmamak gerektiğini fark ettim. hatta covid salgınında daha da fark ettim. neyse o kısma sonra gelirim. cenaze namazını kılmaya geldim. babam oradaydı. elini öptüm pederin, o da bana sarıldı falan. üzgündük ikimiz de. oradaki insanlar baş sağlığı falan dilediler. gözlerim dolacak gibi olduğunda uzağa kaçıyordum. kafamda da sürekli bach'ın minuet in g minor parçası çalıyor. daha da tribe giriyordum. neyse işte, hayatımda ilk kez tabut taşıyıp mezara toprak attım. bombok bir duyguydu lan. insanı bir yandan olgunlaştıran bir şey aslında, ama insan bu şekilde olgunlaşmasa keşke. acı ama gerçek. babaannemin öldüğünü gömme işi bitip eve geri gelip oradaki kıymalı pide, börek ne varsa ayran eşliğinde hapır hupur giriştiğimiz an fark ettim. o an hayatın normale döndüğü an oldu benim için. hatta akşam da bir arkadaşla görüştük, içtik, zırtlan gibi yürüyüşü vardı herifin. hala gülüyorum aklıma geldikçe. sonra acıktık bir güzel yemek yedik alavara'da. makarnası muazzamdır oranın. vedalaşırken de alsancak metro istasyonlarından birimiz halkapınar, diğerimiz hilal tarafına giden metroların platformuna geçtik. ben karşı taraftan sırıtarak bağırıyordum herife "lan şu tipe, sıfata bak lan. şu yürüyüşe bak arkadaş. geçirmiş kafasına kapşonu eller cepte, ayaklarda konvers, fıtı fıtı yürüyor herif ha." diye. sonra karşılıklı nahları çekip vedalaştık. *

    sonra covid 19 patladı. evden çalışma muhabbeti başladı. sokaklarda in cin top oynamaya başladığında çok mutlu olmuştum. bildiğin mükemmel bir huzur çökmüştü mahalleye. adeta bu kaos bana huzur getirmişti. kapalı havada, boş sokaklarda dolanmak o kadar güzeldi ki. hatta bir sürü plan yapmıştım. kafamdaki 2 projeye başlarım, kitaplarımı okurum, film izlerim, sporumu da evde yaparım diye... ama öyle olmuyor o iş. bildiğin sığır gibi yaşadım 2.5 ay lan. öyle böyle değil. ama sokağa çıkma yasağının olmadığı dönemler güzel oluyordu. anıtpark'a gidiyordum. bomboş oluyordu etraf. oradaki amfinin en tepesine oturuyordum. biramı açıyordum. fedon'dan aşığınım'ı açıp anıtkabir'e baka baka içiyordum saatlerce. çok güzel bir histi. ilk 1.5 ay eve kapanmak güzeldi de mayıs'tan itibaren artık daral gelmeye başlamıştı bana. hatta asosyallikten kafayı kırıp sürekli kafayı kasketli bıyıklı emmilerle, sakallı ponpon bereli hacı dedelerle falan bozmuptum ve bunlara dair bayağı leş muhabbetlere başlamıştım. arkadaşlarıma falan illallah gelmişti bu muhabbetlerden. kafayı öyle bir yemiştim ki uyumaya çalışırken kafamı bir sağa bir sola çeviriyordum "emmiiii, emmiiiiiiiiiiiiii" diye kahkahalar atarak. bayağı absürt bir akım başlatmıştık arkadaşlarla aramızda öyle böyle değil. derken 1 haziran oldu ve normalleşme süreci başladı, ama ben hala biraz tedirgindim. pek kimseyle görüşmemeye devam ediyordum. ama ilginç bir şekilde mayıs'tan itibaren hayatımda birileri oldu çıktı, oldu çıktı. tam da böyle kendimi leş emmi muhabbetlerine odakladığımda. böyle beklediğin değil beklemediğin zamanlarda oluyor zaten bu.

    onun dışında bir arkadaş var ara ara stüdyo yapıyorduk. genelde black veya death metal çalıyoruz. o gitarın, ben klavyenin başına geçiyorum. sonra da döktürüyoruz bir güzel. dimmu borgir, arcturus, emperor... bunları bilen bilir. ama 3 aydır pek stüdyo yapmadık. hatta koptuk bile. bi arayıp sorayım puştu napıyor acaba. tam stüdyo yaptığımız zamanlarda da pek sevdiğim bir abimle aramıza mesafe girdi. hatta pek çoğunuz bilir bu abimizi. türkiye'de erotik komedi bağlamında adeta devrim yapmıştır kendisi. 3 senedir ben bu abimizin videolarını indirdim, ekran görüntülerini kestim biçtim. yeri geldi ilkel bir şekilde fotoşop bilmeden fotoşoplar yaptım. yeri geldi damgalı videoların damgasızlarını buldum. yeri geldi sırf anahtar kelimelerle videolar aradım buldum. sonra aramızda bir diyalog geçti, tartışma olmadı ama, aramıza mesafe girdi. buradan anlatmam uygun olmaz. yakın çevrem biliyor zaten mevzuyu.

    derken eylül oldu ve evden çalışma muhabbeti gene başladı(gerçi bir bok yaptığım da yok, ağır gizli işsizim). temmuz sonlarında bir kız arkadaşım olmuştu. hem de aynı mahallede, hatta resmen aynı sokakta oturuyoruz. ama yürümedi. 2 ay sonra bitti. gerek beni manipüle etmeye, kendine uydurmaya çalışmasından. gerek haddinden fazla ailecilik yapmasından. gerek de benim sinirli bir insan olmamdan. uzun uzun diyalogları yazasım yok. gerek yok çünkü. başlarda bayağı öfkeliydim, çünkü bana aylarca sürebilecek bir izmir tatiline mal oldu bu gudubet karı. hala aklıma geldikçe sinirleniyorum. beni izmir'imden etti amk!

    kimse gidip bana ailecilik muhabbeti etmesin. bana mı sordular amına koyim beni yaparlarken? eğer anne baba olacaksanız gerçekten sakin insanlar olmanız lazım. bağırış çağırışla büyüyen bir insandan gidip de normal, sağlıklı, sakin bir birey olmasını bekleyemezsiniz. ilerde o evlat sizden uzaklaştığında gidip de ağlama hakkınız da olamaz "evladım hayırsız çıktı." falan diye. sen ne kadar matah bir anaydın, babaydın ki evladından hayır bekleyeceksin amına kodumun çocuğu? ne ekersen onu bitersin şu hayatta. hayırsız evlat yoktur sadece, hayırsız ana baba da vardır bu hayatta. alın o aile kutsallığı muhabbetinizi götünüze sokun. zaten ben bir şeye daha çok uyuz oluyorum. bir sürü herif var, sırf sikinin derdinden dolayı evleniyor böyle bildiğin. sevmeden, bir şey hissetmeden. "dur ulan gerçekten sevdiğim bir kadın olursa onunla evleneyim." demiyor. ondan sonra da gidiyor gözü dışarda oluyor. karısını başka kadınlarla aldatıyor. nikahlı karısını çatır çatır sikeceğine elin orospularına para yediriyor piç kurusu. ya da kadınlara gelelim. bir kadın şayet size "ben çocuk istiyorum, evlenmek istiyorum."diyorsa daha ilişkinin başlarında o kadından da uzak durun. çocuğu doğurduktan sonra o kadın gram siklemiyor sizi. sizinle doğru düzgün sevişmek de istemiyor. her şeyi çocuğu oluyor. ondan sonra ne oluyor? adam aldatıyor bunu. sonra kabahatli adam oluyor.

    böyle böyle bir sürü saçma sapan insan üredi. bildiğin ürüyorlar lan. yıl olmuş 2020, ekonomi yarrağı yemiş. doğanın kaynakları boku yemiş. yurt dışına yerleşme muhabbetlerinin ve avrupa'da aşırı sağın gittikçe arttığı bir ortamda, koca dünyanın bir tane ne idüğü belirsiz virüs yüzünden yarrağı yediği bir ortamda millet hala deli gibi çiftleşme ve üreme derdinde. aklım almıyor. bu insanları cidden kısırlaştırmak lazım. üremesinler. cehaletleri, düzlükleri, sorgulamayışları ülkenin ve dünyanın kaderini mahvettiler. ulan ben babamın bana sağladığı imkanları ilerde çocuğum olursa sağlayamayacağım için çocuğun ç'sini düşünmüyorum ama millet maaşallah hala çoğalıyor ve yarak kürek evlatlar yetiştiriyor. hele o z kuşağı yok mu? ben bunlar kadar boş beleş bir kuşak görmedim. ulan biz 10 yaş büyüğümüzü abi/abla bellerdik, saygıda kusur etmezdik, onların nasihatlerini dinlerdik. onları örnek alırdık. ama bu 2000 ve sonrasında doğan zibidilere bakıyorsun bildiğin seni yaşıtı gibi görüp laubali laubali konuşuyor amına kodumun piç kuruları. hani çok zeki kültürlü olur seninle üst perdeden konuşur onu anlarım ama öyle bir şey de yok. bildiğin boş beleş zibidiler lan. bak gene sinirlendim ha!

    aileme dair övünebileceğim 2 şey var. 3 kuşağa kadar üniversite okumuş olmalarından ötürü müdür bilmiyorum ama cehalet diye bir şey kesinlikle söz konusu değil bizde ve ilginç bir şekilde özel hayatıma hiç karışmamış olmaları. ama geri kalan mevzular konusunda çok sıktılar ve darladılar beni. haliyle aramızda mesafe var artık. çok sık aramıyoruz birbirimizi. ama böylesi daha iyi. olmayınca olmuyor. ben ablam kadar idareci olamadım. bir de ben sanırım ufak çocuk olunca daha bir üstüme geldiler benim. sayelerinde türkiye ortalamasına göre genel kültürü hiç de fena olmayan ama insanlardan tiksinmiş ve kendine ne kadar hayrı olduğu belli olmayan bir evlat yetiştimiş oldular. fevkalade muazzam!

    derken ekim ayında ilginç bir şey oldu. dengim diyebileceğim bir insanla karşılaştım. her anlamda dengimdi ha. müzik zevki, gaming, mizah anlayışı, tarz-imaj... bayağı da iyi anlaşıyorduk. ama sebebini tam çözemediğim bir şekilde bana friend zone çekti. yok biz çok iyi arkadaş olurmuşuz da bilmemne de... ben de dedim "nereye çok iyi arkadaş oluyoruz? benim hayatımda birisi olsa aramıza direkt mesafe girer, senin hayatında birisi olsa gene aramıza mesafe girer. ben friend zone çekilecek bir herif değilim. hoşlandığım birine arkadaş ayağı göt ayağı yapacak iki yüzlülükte birisi de değilim. bunu fark edemedin mi?" diye. tabi mırın kırın etti, irtibatını da koparmak istemedi benle. ama ben kopardım. hatta işin ilginci bu diyalogtan sonra, ben takibi bırakmama rağmen 1 hafta boyunca benim hikayelere falan baktı bu. sonra da ortadan kayboldu. şimdi ne yapar ne eder bilmem. umrumda da değil açıkçası. ama bana şey koydu ha... eskiden olsa böyle bir mevzuya daha çok üzülürdüm, daha pis etkilenirdim. gayet hissizleştim, gram tribe girmedim. giremedim. hala dengim olduğunu düşünmeme rağmen içimde öyle üzüntü, burukluk gibi bir his yok. alışmışım galiba artık reddedilmeye ya da siktir yemeye ondan galiba. ya da friend zone'a eyvallah etmemenin haklı gururu mudur? bilmiyorum artık.

    derken kasım oldu. benim 7 sene evvel sosyal medya vesilesiyle tanıştığım yakın bir arkadaşım vardı. bayağı da iyi anlaşırdık. ama askerden döndükten sonra ve işe güce girince herife bir haller oldu. amsalaklık derecesinde kadınla kızla sikiş sokuşla bozdu kafayı. öyle ki benimle görüşmek isteyen o, ama playstation'da pes oynarken her düdükte, faulde, devre arasında bilmemnede ne sikim olduğu belli olmayan kadınlarla sürekli yazışan da bu. zaten bir lafı bana 5 kere 10 kere söyletip beni dinlememesinden kıldım. bu halini görünce soğudum heriften. neyse bende oturuyoruz. bir süre sonra bayağı birbirimize giriyoruz.

    +öyle işte, amcık denen şeye ne kadar ihtiyacım olduğunu fark ettim ondan sonra.
    -biliyorum. ananı karıştırmıyorum ama amsalak orospu çocuğunun tekisin sen.
    +lan amsalak falan değilim ben. evvelden bir ilişkim vardı, senelerce travmasını atlatamadım. ondan son...
    -lan nereye değilsin lan? playstation oynarken bile ne sikim olduğu belli olmayan karılarla konuşuyorsun o uygulamalardan. ipek ile görüştüğümüzde 2-3 cümlede bir işi sikiş sokuşa dökmüşsün. amsalak değilsin de nesin lan sen?
    +amsalak dediğin arkadaşını satacak şerefsizlikte olur.
    -bana bak. benim evimde benden başkası bağıramaz. saygızılık etme haddin yok burada. ya edebinle konuş. ya da siktir git!
    +ben sana her zaman saygı duydum, duyuyorum.
    -o yüzden mi nikahtan sonra yemeğe kalmayıp erkenden siktir olup gittin? o yüzden mi beni dinlemeyip bir lafı bana 5 kere 10 kere söylettin? o yüzden mi çay kahve içelim, alkol almayacağım dememe rağmen işi alkole döktün? o yüzden mi "kendimi idare edemiyorum, seni mi idare edecem?" dememe rağmen bu lafımı anlamazlıktan gelip işi arsızlığa döktün? sen askerden döndükten sonra yarrak gibi bir adam oldun. şımarık ergen orospu çocukları gibi yemek seçiyorsun, anıtpark'ta şarap içeriz diyorum yok ben şarap sevmiyorum diyorsun. beni kendine uydurmaya çalışmaktan başka bok yediğin yok.
    +ben sana her daim uymaya çalıştım, uydum. o papaz bar'ı çok mu sevdiğim için geliyorum sanıyorsun?
    -bana ne lan? gelme o zaman siktir git.
    +bak benim geçmişte yaşayamadığım bir sürü şey vardı. siktiğimin parasızlığı yüzünden adamakıllı öğrenciliğin bile tadını çıkaramadım. aşık olduğum kadın benden ayrıldı senelerce onun acısını çektim. askerden dönüp birileriyle takılınca kadınlara öfkem geçti. istediğim ergenliği, şımarıklığı yapacağım amına koyim. ergenliğimi mi yaşadım sanki? bunları sana anlatıyorum çünkü minnet duyduğum bir insansın. o gün o counter strike buluşması olmasaydı belki de ben intihar etmiştim amına koyim. param olmamama rağmen kaç sefer beni çektin.
    -hiçbir bok olmazdı amına koyim yaşardın gene.
    +sen öyle zannet.
    -bana minnettar olduğunu, minnet duyduğunu söyleyen insan benim sözümü dinler. bir lafı 10 kere söyletmez. bencillik etmez, sana uymaya çalışıyorum deyip beni kendisine uydurmaz. askerden evvel bu kadar yarrak gibi bir adam değildin.
    +farkındayım kabul ediyorum. iş güç de çok bunalttı beni şu ara. izne çıkamadım ulan 1 senedir. müdüre "ya bana izin verin ya da bunlardan birini geberteceğim ben bana daral geldi." dedim de anca aldım izni.
    -ayrıca bana ne lan? bana ne senin tribinden? ben haticeye bakmam neticeye bakarım. ulan 15 yaşından beri idol bellediğim, benim için efsane bir insan olan ağaya bile resti çektim en sonunda. sen kimsin lan?
    +ağa orada harbi yanlış yaptı sana.
    -biraz öyle oldu. neyse, ben bu adama bile tavrımı koymuşken sen kimsin lan? senin yarak kürek triplerini çekmek zorunda mıyım ben?
    +biliyorum. düzeltmeye de çalışıyorum kendimi.
    -ayrıca amsalaklık sırf şerefsizlik, arkadaş satma değildir. gayet de sikik bir amsalaksın sen. bu konuşma bittikten sonra ben yokum, sen de yoksun. kredini bu konuşma itibariyle tükettin. ya adam ol kendine çeki düzen ver. amsalaklığı, şımarık bebeler gibi yemek seçmeyi bırak. ya da siktir git!
    +tamam.

    olaysız dağıldıktan sonra whatsapp'ta da biraz devam ediyor konuşmalar. nihayetinde irtibatı kesiyorum. bana minnettar olduğunu, minnet duyduğunu söyleyen insan benim sözümü dinler. bir lafı 10 kere söyletmez. bencillik etmez, sana uymaya çalışıyorum deyip beni kendisine uydurmaz. bana saygısızlık etmez. zamanında gerekli mesafeyi koymalıymışım onu fark ettim. bilmiyorum adam olur mu, bunu zaman gösterecek. pek de zannetmiyorum ama...

    kasım ortasında güzel bir şey oldu, benim komutanlardan astsubay olanı 2 haftalık bir kurs için ankara'ya geldi. serçe isimli bir drone var, böyle silah falan takılıyor ve bilgisayarla yönetiliyor. onun eğitim sertifikasını almak için ankara'ya uğradı. ister istemez de görüştük. evin oraya geldi komutan benim:

    +ooooo ali, saç sakal uzamış ha.
    -aynen komutanım. nasıl? o paramiliter triplerden kurtulmuşum değil mi?
    +aynen
    -e buyur gel komutanım içelim.
    +olur. ali olm amma dağıtmışsın lan evi. her yerde şişeler, kutular.
    -bir başına yaşayınca, evden çalışma muhabbeti de üzerine eklenince biraz saldım komutanım.
    +ama ev genişmiş ha.
    -dede yadigarı komutanım, sağolsun.
    +bay pipo mu okuyorsun?
    -aynen, başladım ama bitiremedim.
    +ali ben jandarmaya girmeden evvel hep mit ya da emniyet düşünüyordum ha. olmadı ama.
    -jandarma, polisten daha iyi komutanım. ama öbürünü ben de isterdim. ama almazlar ki. ya spesifik bir özelliğin olacak ya da orada akraban olacak. aile şirketine döndürdüler istihbarat teşkilatını da. bunun akp ile de alakası yok, evvelden de böyleydi.
    +aynen.
    -hem bak jandarmaya girmeseydin seninle ne suriye sınırında karşılacaktık ne de ankara ayazında takılacaktık.
    +doğru ali eh heh.
    -şerefe komutanım, en kötü günümüz böyle olsun.
    +şerefe ali.

    sonra başladık bir güzel içmeye. pek çok şeyden konuşuyoruz. derken hapishane, cezaevi konseptinde bir muhabbet de açıldı:

    -komutanım hepar'ı biliyorsun değil mi? osman pamukoğlu'nun siyasi partisi?
    +bilirim ali.
    -üniversite öğrencisiyken o partiye üyeydim ben. hatta kafayı en kötü ihtimallerle bozmuştum. bildiğin 6 ay cezaevinde yatsam nasıl vakit geçiririm onun hesabını yapıyordum. zaten kimseyle de görüştüğüm yok. şu an da resmen hapis hayatı yaşıyorum. koğuş değil de f tipinde yatardım mesela. kitap okuyup spor yaparak geçerdi vakit işte.
    +olm saçmalama lan. ben gebze'de cezaevinde görevliydim. kaç tane mahkum taşıdım, götürdüm, getirdim. ben bile oraya girince tuhaf oluyordum. kafayı yerdin olm. gökyüzünü arardın!
    -o da doğru gerçi.

    aradan biraz zaman geçiyor, benim peder arıyor. derken bu diyalog başlıyor işte:

    -efendim baba?
    *oğlum nasılsın iyi misin?
    -iyiyim baba sağol. siz iyisiniz di mi?
    *iyiyiz oğlum biz de, oturuyoruz işte annenle. yalnız mısın?
    -yok değilim baba.
    *fark ettim ses geliyor oradan şakır şukur.
    -komutan burada, x komutan, sen de görüşmüştün suriye sınırında.
    +komutanım merhaba nasılsınız.
    *sağol x oğlum sen nasılsın.
    +sağolun komutanım ben de iyiyim, ankara'ya geldim 2 haftalığına, ali ile de görüşelim dedik.
    *iyi etmişsiniz.
    +komutanım var mı bir emriniz?
    *yok oğlum ne emri? allah yar ve yardımcınız olsun.
    +sağolun komutanım!
    *oğlum var mı istediğin bir şey? annen soruyor yemek yapıp yollayayım mı diye?
    -yok sağol baba, ben arayacağım şayet istediğim bir şey olursa. hadi iyi akşamlar.
    *iyi akşamlar.

    askeriye, militarizm çok tuhaf bir his. ben, benden 1 yaş büyük adama komutanım diyorum. komutan da benim babama komutanım diyor. ve bunu laf olsun diye demiyoruz, içimizden geliyor. komutanla belki de bu yüzden bu kadar iyiyiz. ben terhis olana kadar komutana pederden zerre bahsetmedim. ondan evvel de zaten komutanla aramızda bir diyalog olmuştu. bilmiyorum belki de iyi ki böyle oldu bu iş. askerliği kısa dönem ya da astek olarak batıda yapsaydım böyle taşaklı bir adamla ne karşılaşırdım ne de ankara'da alkolün muhabbetin dibine vururdum. cidden klas adamdır kendisi! başka muhabbetler vardı da onları burada yazıp başıma iç açmayayım. bayağı muhabbetin dibine vuruyoruz. sağolsun tabancasını da getirmişti. ben de benim tüfekleri getirdim. ben onun tabancayı, o benim tüfekleri kurcaladı. söktük, taktık, doldur boşalt yaptık. güzeldi yani. tek kırma olanı çok sevdi, üstüme zimmetli olmasa alıp götürürdü o derece sevdi. hatta bana o tüfeği hediye eden abimi de aradık andık telefonda lafladık. sonra acıktık tabi onca efes xtra'nın, kırmızı tuborg'un üzerine... derken ikimiz de öküz gibi acıktık!

    -komutanım hiç söğüş yedin mi?
    +yok ali yemedim, paso videosunu görüyorum merak da ettim ha.
    -e hadi gel söğüş yiyelim.
    +iyi olur valla.

    ankara'da, gençlik caddesi üzerinde bir söğüşçü var. komutanın lojman da yakın zaten oraya. bir güzel yedik. çok sevdi söğüşü. üstümde karşıyaka spor kulübü amblemli hırkadan mütevellit mekandaki söğüşçüyle de bayağı muhabbet ettik. kesmedi bir de üzerine karşıdaki şampiyon kokoreç'te kokoreç gömdük. güzel bir gündü. ondan evvelki günler mekanda içiyorduk. . ama mekanlara yasak gelince benim evde içtik doğal olarak, olsun. onun da muhabbeti başka oluyor. 2 hafta içinde olabildiğince takıldık, sonra da vedalaştık komutanla.

    şimdi inanmayacaksınız ama aralık'ın başında popstar ajdar ile telefonda görüştüm. geçen sene de görüşmüştük, bazı mevzular hakkında konuşmuştuk. hatta çalıştığım kurumdan ötürü müdür nedir benimle konuşurken gayet saygılıydı. tabi ben de ona karşı saygılıydım. konuşurken ajdar bey diyordum zaten. kendisi bazı konularda bayağı tepkili. adamın sosyal medya hesapları verified account yani mavi tik almıyor. üzerine takipçi sayıları azaltılıyor. bu konuda devletteki üst düzey yetkililerin bile kendisiye uğraştığına inanıyor. o kadar dedim "ajdar bey, bu sosyal medya sitelerinin türkiye yöneticileriyle görüştüğünüzde ve bir ihtimal makul bir mebla ödediğinizde o mavi tiki alacaksınız." diye ama umrunda değil. o mavi tiki onlar kendileri vermeliymişler ve üzerine para da vermelilermiş. bir de dübürcan isimli bir herif gitmiş ajdar'ın cep telefonunu hack'lemiş sonra adamın ev adresini gitmiş karı kız adresi diye göstermiş, sonrasını zaten anlatmaya gerek yok. adam kendi evine bile uğramıyormuş bu yüzden. çok sıkıntılı durumlar anlayacağınız.

    aralık sonu ben çok dellendim ya, şu zam mevzusuna bayağı sinir oldum. asgari ücretliye o zam tabi ki yapılsın, ona lafım yok. hatta daha fazlasının yapılması lazım. ama asgari ücretliye o zammı yaparken kamu çalışanına taşşak geçer gibi %3+%3 gibi taşak geçer gibi zamlar yapmak nedir ya? enflasyon farkını verilecek falan diyorlar da yok öyle bir şey, onu da yarım yamalak, hatta çeyrek yamalak veriyorlar adeta. bir de böyle "ben sürünüyorum onlar da sürünüyor ehehehe" mantığında düşünen art niyetli yavşak orospu çocukları var, onları da ayrıca sikeceksin. üzerine utanmadan "memnun değilseniz özel sektörde şansınızı deneyin, kendi işinizi kurun." gibisinden laf edenler de var. özel sektörün hali ortadayken, serbest piyasanın hali ortadayken bu lafı eden insan ya gerizekalıdır ya da şerefsizdir, daha da bir şey demiyorum. gidip o kadar üniversite bitiren, bir de üzerine kpss ile boğuşup %0.5-1 arası bir dilime girip yüksek puan alarak yerleşen ve atanan adama yapılan taşşak geçer gibi zammı, bu gidişle resmen birkaç sene sonra asgari ücret haline gelecek parayı reva görüyorsanız, kusura bakmayın ama sizin ben harbi yedi sülalenizi, gelmişinizi, geçmişinizi... neyse ya, en ağır küfürleri etsem bile az gelir size! bir de yıl 2021 olmuş hala benim vergimle memur maaş alıyor diye saçmalıyorlar ya, ulan biz sizin verginizle maaş alıyorsak bizim vergimizle kim maaş alıyor? eskiden yeni başlayan bir memurun maaşı, asgari ücretin 2 katıydı. şu an yeni başlayan bir memurun maaşı, asgari ücretin anca 1.5 katı lan!? sizin aklınıza memur denince şu an 50 yaş üstü olup, ne idüğü belli olmayan memuriyet sınavlarıyla ve torpille kamuya giren hiçbir sike yaramaz tipler ya da torpilli mülakatla atananlar geliyor. bunlara kızmakta da sizi çok iyi anlıyorum, çünkü biz de bu tiplerden çok şikayetçiyiz. ancak farkında olmadığınız bir durum var. 25-35 yaş arasında olup hiçbir şekilde torpile bulaşmayıp, sadece ösym yerleştirmesiyle devlete atanan hatırı sayılır bir miktar kamu çalışanı da var bu memlekette. zaten kamuda iş yapan memurların çoğu da bu dediğim gruptakiler oluyor bunun da farkında değilsiniz. . ve siz bu adamların aldığı parayı fazlasıyla hak ettiğinizi düşünüyorsanız harbiden allah belanızı versin sizin. daha da bir şey demiyorum.

    ama şu an zam mevzusu hariç genel olarak bir sıkıntım yok. işe güce gittiğim yok. spora eylül'de başlamıştım ama salgın ikinci kez zıplayınca ara vermiştim ama 4 ocak'ta tekrar başlayacağım. sabah-öğlen arası pek kimse yokken gidiyordum maskemi takıp, gene öyle yaparım. alkolü de anca yılbaşı, doğum günü, tatil, özel misafir, bayram seyran durumlarında içeceğim. kafamda 2 tane yazılım projesi var. ama önce kodlara adamakıllı gömülüp unuttuklarımı hatırlayıp sonra üzerine ekleme ve geliştirme yapmam gerekecek. projelerden bir tanesi şu an işlemez. hatta aile ve sosyal politikalar bakanına bu projeyi tanıtmaya kalksam hapse girerim o derece. biraz daha ülkenin modernleşmesini beklemem gerekecek. diğer proje ise oyun projesi. yukarıda sevdiğim bir abimiz diye bahsettiğim kişiye bir pacman edition yapmayı düşünüyorum unity'i öğrenip. film senaryosu da var kafamda bir adet. yazmaya başladım hatta. şimdi çok detay vermeyeyim, ama gerek kendi hayatımdan gerek arkadaşların hayatından kesitleri hayal gücümle birleştirmek istiyorum. ortaya da bayağı absürt şeyler çıkacak. bir miktar leş emmi muhabbeti de barındıracak. radyo-televizyoncu, sinemacı arkadaşlarla konuştum senaryoyu. hepsi de "onur ünlü yapar lan böyle bir filmin yönetmenliğini. ilgisini çeker onun bence." dedi. bilen bilir onur ünlü'yü. beş şehir(film), polis(film), celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikayesi, itirazım var, sen aydınlatırsın geceyi... güzel filmlerdi bunlar, hepinize tavsiye ederim. bir tane direkt yönetmenlik yapan bir arkadaş da zeki demirkubuz'un yeraltı filminden alametler taşıdığını ifade etti kafamdaki senaryonun. bunları gerçekleştirmeden de bu dünyadan göçmeye niyetim yok. ama üşeniyorum, feci üşeniyorum. kafayı aslında epey toparladım, ama feci bir üşengeçlik var üzerimde yapmam gereken işler söz konusu olduğunda. ya daha izmir'e gidip cumhur abi'ye kalan dövmeleri yaptırıp tamamlatmam lazım ha. bir sürü iş birikti.

    bir de okumayı bitirmem gereken bir sürü kitap var. instagram hariç tüm sosyal medya hesaplarımı dondurup inzivaya çekildim. yakında instagram'ı da dondururum. ha bir de radyocu muzo'yu, muzo'yla yastık sohbetleri'ni bir kısmınız bilir. covid-19 salgını zamanında muzo youtube kanalı açmıştı. neredeyse her videosunu izledim youtube'da. daha sonra radyo tatlıses'te program yapmaya başladı, hatta ara ara telefon bağlantısıyla kendisine içimi döktüm, dinledi ve makul cevaplar da verdi sağolsun. ama bizim de tahmin ettiğimiz bazı sebeplerden dolayı oradan ayrıldı. radyo tatlıses'in kaybı, ne diyelim. ancak 4 ocak'ta tekrar başlayacak muzo. cri türk fm diye bir radyoda. bu kez bayağı iddialı konuşuyor. güzel şeyler olacağa benziyor. onun dışında bizimkiler falan da izliyorum zaten ara ara. 90'lar bambaşkaydı be. geçenlerde saygı(dizi)'yı izliyordum, bitirdim. 30 yıllık hayatımda sırf bu dizi için internet alışverişi yaptım. ercüment çözer'e saygı duyuyoruz! o ilk tanıtım bayağı iyiydi. ancak bazı konularda istediğimiz hazzı alamadık. o 2 tane bebenin olduğu sahnelerde daral geliyor. nejat işler ve erkan can yeter de artar bize izlemek için. restoranlar, alkollü mekanlar açılsın izmir'e tekrar basıp gitmeyi düşünüyorum ama bir müddet daha ertelemem gerekecek. başkaaaa... hasan cihat örter'i bilir misiniz? küfürbaz bir gitarist. en ufak bir laf edin anında ana bacı yapmaya başlar. şu ara onun küfürlü kayıtlarını ve absürt müziklerini dinliyorum. merak eden yazsın google'a baksın. bununla uğraşan bos rhombus diye bir adamla tanıştım. sabahtan akşama kadar hasan cihat örter konuşuyoruz çok ihya oldum valla. selam olsun poncikcik'e, kutsal miğfer'e, bay it horozu'na.

    ulan amma yazmışım ha. gene dolmuşum bak. yani özetle 1-2 mevzu hariç fena değilim ya. ulan milletin amacı dertleşmek falan değil, boş muhabbet ve amsalaklık olmuş bu başlıkta onlara da ayrıca küfrü basıyorum. bu yazdıklarımı şu ana kadar okumayı başaranlara da e-mail adresimi vereyim, siz beni dinlediniz o kadar ben de sizi dinleyeceğim. hakkınız sizin de içinizi dökmeniz. belki siz de benim geçtiğim yollardan geçtiniz. belki içinizden benim kafaları yaşayanlar çıkacak, belki hep beraber silahlanacağız(ruhsatlı bir şekilde tabi ki)! evde bir yarı otomatik-pompalı bir de tek kırma av tüfeği var. daha da silah almayı düşünüyorum. 8'e kadar sınırı var diye biliyorum ruhsatlı olarak. yarın öbür gün bu memlekette iç savaş çıkarsa bize kurşun atanlara biz gül mü atacağız ha? şimdi seçim tarihi vermeyeyim ama sokaklarda, istanbul'un göbeğinde havaya silah sıkarak seçim kutlaması yapan o medeniyetsiz orospu çocukları yarın öbür gün iç savaş çıksa evlerimizi basarlar. malımıza, canımıza, hatta namusumuza kasteder o piç kuruları. ben ölüm senaryomu hazırladım. yarın öbür gün bu söylediğim ihtimal belirirse bu şerefsizlerden götürebildiğim kadarını götürüp ruhumu tengri'ye öyle teslim edeceğim! ha umarım bu kötü senaryo gerçekleşmez, bu ülkede bir şeyler medeni bir şekilde değişir. aksi takdirde burnumuz boktan kurtulmamaya devam eder. ama bir şeyi söylemeden sözümü bitirmeyeceğim, bu lafım özellikle kadınlara. normal şartlarda sağlıklı bir toplum için en önemli faktör eğitimdir. ancak mevcut iktidar bunu sağlayamamaktadır. haliyle kendinizi korumak zorundasınız. vücut geliştirip yakın dövüş ve silah kullanmayı öğrenmeniz elzemdir. ezkaza yarın öbür gün bir kızım olursa okuldaki eğitimden ziyade bunlara ağırlık vermeyi düşünüyorum. kadın güçlü olmalıdır, ama gerçekten güçlü olmalıdır. o vakit kadın-erkek ilişkileri dengelenecektir. o feminist oluşumlardan da uzak durun. new york'taki kadın tekstil işçilerinden ve ingiltere'deki suffragette denen oluşumdaki ruhtan nasiplerini alamıyorlar. yapmaları gereken onca kritik icraat varken ne hikmetse taksim, kadıköy, kıbrıs şehitleri, kızılay vs. gibi yerlerde viyaklayıp cırlamaktan başka bir şey yaptıkları yok. aslında bunun sebebi de belli. abd, ingiltere gibi ülkelerde kadınlar hak kazanmak için kan, ter, gözyaşı dökmüşken bizim memlekette kadınlar hak kazanımı için mücadele etmeyi geçtim; hakları resmen altın tepside, gene bir erkek tarafından, yani mustafa kemal paşa hediye edilmiştir. feministler bu adama ödemeyecekleri bir minnet borcu olduğunu ya bilmiyorlar, ya da görmezden geliyorlar. atatürk'ün açtığı yolda, gösterdiği hedefe ilerlemek yerine ne idüğü belirsiz meriçlerle, ılıklarla, kekolarla can ciğer kuzu sarması oluyorlar.

    an itibariyle 2021 yılının ilk entry'lerinden birini girmiş bulunmaktayım. hayırlı bir yıl olsun diyeceğim de yıl geçtikçe daha da boka batıyoruz. 29 ekim 2023'ü çok merak ediyorum. bizzat şahit olmak istiyorum ilerleyen yıllarda tarih kitaplarına konu olacak bu dönemi. baktım değişen hiçbir halt yok, belki o vakit düşünürüm yurt dışını. almanya'daki asgari ücretli çalışan bile buradaki asgari ücretin üzerinde çalışanlardan çok daha mutlu olm! aslında eğlenceli de olurdu ha. berlin'e yerleştim diyelim, orada gurbet sıkıntısı çekmezdim. ha gidip de "almanya çok kötü türkiye çok güzel" deyip türkiye aleyhine seçimlerde verdikleri oylarla hayatımızı siken yavşaklarla ya da oradaki kürtçü tayfayla takılmazdım tabi ki. ama ilk maaşımla orada ne kadar çorumlu, tokatlı, kasketli bıyıklı alevi emmi ya da dayı varsa alayını rock bar'a götürürdüm. ondan sonra da hep beraber ehe ehe diye sırıta sırıta ne kadar gotik, metalci kadın kız varsa onları keserdik. ama sadece keserdik. hatta orada yanıma o kızlardan biri gelip takılalım mı edelim mi dese "olmaz, biz uzaktan izlemeyi seviyoruz, tanıdıkça iğreniyoruz insanlardan" diye cevap verir yollardım. düşünsenize olm, bir tarafta böyle metalhead, headbanger tayfa... öbür tarafta saçı sakalı uzatıp özüne dönen ben ve kasketli bıyıklı emmiler... film gibi olurdu yeminle. ben galiba lisedeki ve üniversitenin ilk yıllarındaki abazalık yıllarımı da özlüyorum lan. maneviyat dolu günlerdi olm!

    neyse çok uzattım ben mail adresini atayım:
    interloper747@gmail.com

    mevcut ruh halimi de yansıtayım şu şarkıyla:
    https://www.youtube.com/watch?v=ytbuzbteshw

    şunu da 2020'nin özetini anlatan şarkı olarak atayım:
    https://www.youtube.com/watch?v=c8qntsoj1kc

    tertemiz delirttiler ulan beni!
16696 entry daha
hesabın var mı? giriş yap