33 entry daha
  • öyküye, sanata adanmış bir gündür. bir öyküyle kutlayalım:

    büyük iskender:

    derler ki pers kralı, büyük iskender’le bu ovada savaşmış. ben de söyleyenlerin yalancısıyım. aradan geçen yüzyılların ardından bu ova o kadar boş, o kadar önemsiz görünüyor ki gözüme, tarihin herhangi bir anında herhangi büyük bir olaya tanıklık etmesinin imkânı yok gibi. sözgelimi şu ağaç en fazla elli yaşındadır. büyük iskender’in ordusu geldiğinde bebek bile değildi. belki şu yekpare taş ya da suları ölgün akan ırmak görmüştür onları. eğer öyle olmuşsa bile umurlarında olmamış. onların savaşmasına aldırmadan var olmayı sürdürmüşler. “ben inanmıyorum buralarda böyle bir savaş olduğuna,” diyorum. “kim görmüş, kim yazmış belli değil.”

    yanımda komşunun oğlu haydar var. bana ayıplar gibi bakıyor. kuşkuculuğum onu rahatsız ediyor sanki. “yoruldun sen,” diyor. “ondan huysuzlaştın.” elimden kazma küreği alıyor, sırtına vuruyor. kendisi de yorgun oysa; nefes alışverişi hırıltılı çıkıyor. yine de gitmeyeyim diye her şeyi yapmaya razı. “büyük iskender bu,” diyor “dünyayı fethetmiş, buradan da geçmiş. kralları önünde diz çökertmiş.”

    çok konuşuyor haydar. belli ki artık bana değil kendine anlatıyor. günlerdir define peşinde iskender’in hazinesini arıyor. oysa paslı sabanlardan, eğri çivilerden başka bir şey geçmedi elimize. yakında doğacak çocuğunu düşünüyor. “iskender koyarım adını,” diyor. “iskender, ne de olsa büyük kral…”
14 entry daha
hesabın var mı? giriş yap