11 entry daha
  • başucu niteliğinde bir sinema kitabı da budur. geçenlerde yeniden andığım yalnızlık sineması ile birlikte türkçeye çevrilmiş en iyi sinema kitabıdır dersek abartmış olmayız. zaten literatür sanıldığı kadar zengin değil. bunun sinema kitaplarının ülkemizde neredeyse veba muamelesi görmesiyle yakından ilgisi var. bu durum hemen hemen 100 yıldır hiç değişmedi. çünkü sinema vakit geçirilecek bir eğlence aracı hükmünde algılandığı müddetçe bu vahim durum sürecektir.

    bu sinema kitabını neden okumalıyız sorusunu şöyle yanıtlayabilirim:

    "politik kamera" adlı kitap sinemanın bir boş zaman geçirgeci olarak değil, ciddi bir sanatsal-estetik-politik ve elbette ideolojik bir silah olarak nasıl dolaşıma sokulduğunu araştırırken freud ve klein ekseninde psikanalizden, marx ve althusser ekseninde marxizmden, hegemonik söylemler boş bıraktığı elverişli alanlardan, çağdaş feminist literatürden, ataerkil yapının yapıçözümünü yaparken derrida'dan faydalanarak amerikan kültürünü enine boyuna tartışıyor.

    alanı genişleten yazarlar görsel malzemeden yararlanıp dergi ve gazetelerin tanıklığına da başvuruyor. altyapı ile üstyapı arasındaki ilişkiyi sorunsallaştırırken marxizmin çağdaş bulgularından hareket ediyorlar. bu aslında althusser kaynaklı yapısalcı marxizmdir.

    amerikan tarihindeki keskin dönemeçler filmler vasıtasıyla örneklendiriliyor: 68 kuşağı, feminist vizyonun modernizasyonu, vietnam savaşı, watergate skandalı... yanı sıra daha birçok ulusal ve ulusaşırı mesele önemli filmlerin derinlemesine analiziyle sorgulanıyor. tercih edilen filmler kartel yapımları olduğu kadar düşük bütçeli bağımsız yapımlar da olabiliyor. dolayısıyla yelpaze bir hayli geniş.

    masaya yatırılan filmler arasında bonnie and clyde, the godfather, the exorcist, apocalypse now, straw dogs, taxi driver sayılabilir. hepsi de bilindiği gibi modern amerikan sinemasında mühim bir yere sahip. özellikle babaerkillik, savaş mitosunun yanıltıcı doğası, çürüyen bürokrasi, farklı kimliklerin bastırılması gibi konular sayılan filmler vasıtasıyla çözümleniyor. lacancı psikanalizden türeyen "sanal" terimi bu fenemonleri anlamak için ideal bir zemin oluşturuyor.

    siyasi ve ekonomik yapıların eşzamanlı olarak hollywood sinemasına nasıl yansıdığı, sosyolojik olguların ve cinsel eğilimlerin muhafazakâr bakışla filmler aracılığıyla nasıl kodlandığı, mevcut ideoloji ve statükonun tutucu anlatılar marifetiyle nasıl yeniden üretildiği gibi hayati meseleler derinlemesine film analizleriyle gün ışığına çıkarılıyor.

    ve olmazsa olmaz niteliğinde, bağımsız sinemacıların dominant bir sinema güdümünde nelerle karşılaştıkları ve yaşadıkları problemlerle nasıl baş ettikleri de es geçilmiyor. bu bağlamda stüdyo sistemi içinde çalışan ama mevcut yapıyı sarsan filmler çeken kubrick, amerikan rönesansını başlatan arthur penn, katolik kökenli scorsese, küçük filmlerden majör örneklere geçen coppola ve daha birçok sinemacı kitabın merkezini oluşturuyor.

    marvel döngüsüyle oyalanan, netflix menşeli çoğu güdük filmlerin pompalandığı bir ortamda sinema sanatının hakiki değerlerini göremeyen ve klasik amerikan mirasının belli başlı anlatılarına vakit bile ayırmayan okur kitlesi de bu eleştirinin hedefinden kurtulamaz. kitap her ne kadar 80'lerde yayımlanmış olsa da ileriyi görerek analizinin içine kısmen postmodernizmi de koyduğu için bugünlere ışık tuttuğunu bile söyleyebiliriz. dolayısıyla kitapta ele alınan meseleler güncelliğini muhafaza ediyor.

    yaklaşık 10 yıldır yanımdan ayrılmayan politik kamera'nın, 2012 ile 2015 yılları arasında the godfather mitosu'nu yazmamda şahsıma inanılmaz katkıları oldu. hâlen ilham almaya devam ediyorum.

    harikulade.

    not: akabinde politik kamera'nın devamı sayılabilecek sinema savaşları'nı okumak artı bir katkı sağlayacaktır.
hesabın var mı? giriş yap