7 entry daha
  • enstrümana yani bas gitara hakimiyetin çok güzel örneklerinden biri. kamil erdem'in ne kadar önemli bir bascı olduğunu buradan da anlayabiliriz.

    okuyalı yıllar oldu ama hatırladığım kadarıyla edward said müzikal nakışlar adlı kitabında müzikte virtüözitenin yükselişinin icra ve icracıyı öne çıkardığını, bunun ise müziğin hem konusu hem de tekniği açısından toplumsal olandan bireysel olana ittiğini yazmıştı. tam böyle ifade etmemiş olabilir ama dediğim gibi benim aklımda bu kalmış.

    icranın virtüöziteye daha çok yaslanması, dinleyiciyi müzikten uzaklaştıran, müziği "özel yeteneklere" havale eden bir eğilimi tetikliyor. bu düşünce ile ilk tanıştığım dönemlerde virtüözlere bu nedenle mesafeli yaklaşmaya başlamıştım. müziğin icrası da dinlenmesi de doğallaşmalıydı...

    daha sonra ise şunu fark ettim: sorun virtüözitenin kendisinde değil, insanların ve "piyasa"nın müzikle kurduğu ilişkide. bir enstrümana merak salan herkesin virtüöz olana kadar uğraşması değil mesele. ancak "enstrümana hakimiyet" diye bir şey var. çaldığın müzik aletinin olanaklarını ve sınırlarını bilmek, onu bir uzvunmuşçasına çalabilmek asıl mesele. böyle bir noktaya ne kadar sürede ulaşılacağı hem enstrümana hem ilgili kişinin yeteneklerine hem de ne kadar çalışacağına bağlı.

    bunu yakalayan insan yaptığı müziğe karakter kazandırabiliyor. yapamayan ise kelimenin olumsuz anlamıyla "teknik" bir beceri sahibi oluyor sadece.

    burada halk müziğinden bir örnek verebilirim. açıp bir erdal erzincan videosu ile bir çetin akdeniz videosu izleyin. erdal erzincan ne çalarsa çalsın, icrası en zor şelpe videosu dahil, dinlediğiniz müziğin bir dili olduğunu hissedersiniz. tamam, onu çalmak da çok güç gelir ve "ya ne insanlar var" dersiniz izlerken belki ama ortada mekanik bir tıngırtı yoktur.

    çetin akdeniz videoları açtığınızda ise yine de bir duygu yakalamayı başarırsanız, sizi tebrik ederim. bir kedi gibi kalbiniz var demektir. şehnaz longa çalar örneğin. normalde konuyla ilgisi olmasa da kemal sunal'ın oynadığı yeşilçam filmlerinde bolca kullanılmasına rağmen aklınıza gelip gülümsemezsiniz. öyle motora bağlanmış gibi bir şey çalıyordur ve siz de sesi dinler parmakları takip edersiniz ama bu ne kadar müzikal bir hisse neden olur çok tartışmalı. ya da çeke çeke'yi izlersiniz. normalde aklınıza hasret gültekin gelmeli, 2 temmuz'u hatırlamalısınız. ancak videonun başında selam yolladıkları halde dinlerken aklınıza hasret gültekin gelmeyebilir. sebebi yukarıdaki ile aynı...

    konudan uzaklaşmışım gibi oldu ama işte kabil erdem'in bu güzel albümü benim için gerçek virtüözün yapması gerekene dair güzel bir örnek. çaldığı enstrümanın sınırlarını keşfediyor, kendince yeni çalış tekniği denemeleri yapıyor ancak albümdeki bütün şarkılarda çaldığı müziğin bir dili ve amacı olmasını ihmal etmiyor ve dinleyici açısından "allah allaaaah, adam ne çalmış be" demekle yetinilecek bir çıkmaza saplanılmıyor. adam çok iyi çalmış ama neden öyle çalmış, neyi anlatmak istiyor vs gibi sorular beliriyor aklınızda bir süre sona.

    burada elbette albümdeki şarkıların ulvi bir amacının olduğunu iddia etmiyorum. müzisyenin tercihlerini anlamaya çalışmak her zaman doğru anlamakla sonuçlanmaz. hatta öyle sonuçlanması da gerekmez. ama gelişkin tekniğin kullanımının bir amaca hizmet ettiğini bilirsiniz. dinlediğiniz şey yalnızca "çalımı zor" bir eser değildir.
hesabın var mı? giriş yap