94 entry daha
  • --spoiler--

    yıllar önce, lise3'ün o kasvetli zamanı henüz yeni yeni başlıyorken, yani bir yaz akşamı, okulun yurdunda kalan bir grup genç insan olarak film izlemeye karar vermiştik. film zevkine az çok güvenilenlerden olan bendenizle birkaç akıncı, film almaya gittiğimizde, -artık o kadar çok film izlemiştik ki, ne alacağımızı da şaşırmıştık- bu filmi görüverdik. brad pitt diyordu, bruce willıs diyordu... yurttaki arkadaşlara rahatlıkla "brad pitt'in meşhur olduğu filmdir bu abicim" diyebilirdik. ve dedik.

    zeki çocuklar olduğumuz için de konusu sardı hemen tabi bizleri. fakat yine de o zamanlar oturup da, "consumerism" üzerine makaleler okumamıştık, zamanda yolculuğa dair donnie darko tarzı filmler izlememiştik, foucault okuyup da alternatif tarih yahut hapishane ve akıl hastanesi kavramlarına göndermeler yakalayamamıştık. o nedenle de, bu filmi bir daha izlemeyi kafasının bir kenarına yazmış olan hikayenin kahramanı, o anın gelmesini içten içe -adeta bilinçaltında- arzuluyordu.

    her neyse, o an, bu geceydi. sabahlanan bir gecenin en büyük eğlencesi filmdir zira bilenler bilir. filmden hatırladığım çok iyi deliyi oynayan brad pitt, karizma rollerden sıyrılmış bir bruce willıs ve birkaç güzel gelecek distopyasıydı. bu gece izlediğimde ise, ciddi bir başyapıtla karşı karşıya olduğumu hatırlattı bana. akıl hastanesi sahneleriyle a clockwork orange tadı yakaladım. gelecek tasvirleri blade runner'a koşturdu. zaman yolculuğu üzerine sağlam tespitleri bende matrix ruhunu uyandırdı. "american dream" taşlamaları da fight club'a cuk oturdu.

    fakat bütün bu filmlerdeki farklı havaları bir kenara bırakırsak, 12 monkeys çok daha sağlam bir altyapıya dayanıyor bence. bir kere ana tema olarak zaman yolculuğunu seçmiş olmasının ötesinde, çizdiği james cole karakteri oldukça sağlam bir duruş. yani karakterin iç dünyası ile dış dünyası arasındaki geçişler, psikiyatrinin yine filmde kullanılan temalardan olması, biyoloji ile ilgili göndermeler, modern bilimlere ve pozitivizm'e taşlamalar... sanki her bir sahnesi, her bir planı bir anlam içeriyor gibi.

    bunu daha önce the matrix (1999)'te yakalamıştım. trilogy'nin her bir anını çok gerekli ve anlamlı bulurum fakat ilk filmin yoğunluğu yoktu elbette diğerlerinde. 12 monkeys'te de işte, bariz bir oturmuşluk var. yönetmen kafasındaki hikayeyi hiç eğip bükmeden, fütursuzca ve efektsiz olarak, kahramana bir süperlik katmadan, hatta bir anti-kahraman yaratarak sunma başarısını göstermiş ki, fight club'ın da en sevdiğim tarafıdır bu.

    zaman makinesi bulunduğunda yapılan ilk işin geçmişte insanlığı yok eden virüsü bulmak olması bir yana, birinci dünya savaşı'na giden kahramanın orada vurulmasıyla oluşturulan metafor harikaydı. psikiyatristimizin özellikle kehanetler üzerine çalışıyor olması, filmin asıl kötü adamının da orada karşımıza çıkıyor olması ve rüyanın sürekli kahramanın kafasında dönüp durması, oldukça hoş ayrıntılar. filmi defalarca izlemeye de değecek kılıyor bence. çünkü hiç mi gereksiz ayrıntı olmaz filmde, hiç olmuyor...

    nihayet filmi bir kez daha izlemiş bulunmanın kıvancıyla bu entry'i de noktalıyorum. sigortacı olduğunu söyleyen kadının, virüsü taşıyan adamla iş birliği yaptığına dair olan inancım da sürüyor. en az foucault kadar karamsarım, "güç var olmaya devam ettiği sürece, birileri onu ele geçirmeye devam edecektir..."

    --spoiler--
232 entry daha
hesabın var mı? giriş yap