8 entry daha
  • her tavanı ve duvarları olan ve içine girilip “yaşanılan”, uyunan yere ev diyorlar. yanlış. ben ne evler gördüm, aslında hiç yoktular.

    vaktinde ruhumun sıkıştığı kimi mekanlar, benim arınma zamanlarımda kendilerini şöyle bir hatırlatır, “ruhunu sıkmıştık, kusura bakma, artık gidiyoruz neyse ki, sen rahat ol.” deyip boşluğa karışırlar. onlar böyle nazikçe vedalaşınca, ben de nazik veda yazıları yazıyorum işte.

    bir ege ilçesinin dar sokaklarından birinde, arada uğradığımız bir ev vardı. o dar sokaklar, arabaların aynalarının evlere sürtünmemeye çalışarak geçmeye çalıştığı beyoğlu ve fatih’in eski sokakları kadar dardı. insanlar gereğinden çok olunca, buldukları her boşluğa ev diye yamuk-yılık “yapı”lar dikmekten kendilerini alamıyorlar. kediler kadar çok insan var. neyse, konumuz bu değil.

    ebeveynimin sosyokültürel bakımdan sonsuz çeşitlilikteki çevreleri sayesinde gördüğüm sonsuz çeşitlilikteki evlerden en karamsar olanlarından biri, konumuz. tek katlı, birkaç basamak eciş-bücüş merdivenle dış kapıdan giriliyor. içeride birbirine bağlı gibi görünen iki-üç oda ve nereye sıkıştırdıklarını bilmediğim bir mutfak. evin geleneklerine bağlı annesi ve ona tıpatıp benzeyen klonları gibi iki kızı. kızlardan birini sözlemiş olduğundan bir çeşit gurur duyma halinde kadın. damadını övüyor gibi bir şeyler konuşuyor. kızını alıp da gezmelere mi götürüyormuş, kahvaltılara mı götürüyormuş, ne… eh, normal tabi. ama iş, o hayatsız ev olunca, pek normale benzemiyor. her zamanki sessiz gözlemci halimle, o erken genç kız zihnimle bir yandan sıkıntıdan ölürken, bir yandan da, “ay şükür bari kızı yakında bu evden çıkıp kurtulacak.” diye minik bir sosyal sevinme yaşıyordum. bir yandan da genetik biliminin tuhaflıklarına akıl sır erdirememekten kendimi alamıyordum. kadının ahım şahım güzelliği yok- allah herkesi güzel yaratmış, orası ayrı- kızları desen, birkaç yıl farkla kadının kopyası. yani bu kadar insan nasıl birbirini kolayca beğeniyor ve evlenmeye karar veriyor, bilemiyorum. ben olsam, anne-babasının kopyası bir kız ya da erkek görünce, ne bileyim, biraz kolaycı olmuyor muyuz, derim, bir orijinallik ararım. anasına bak kızını al sözü de hiç bana hitap etmiyor, diğer cinsiyet varyasyonları da dahil o.ü.(olmak üzere).

    dünyada insanlar ve evler arttıkça benim tekilliğim artıyor. böylece müşkülpesentliğimin de artması, kimse kusura bakmasın, çok normal.

    içimizin sıkılmasını, evlerden başka bir evden bahsederek telafi edeyim de, yin yangimiz parlasın.

    güney şehirlerinden birinde, lüks bir sitedeki yüksek apartmanın bilmemkaçıncı katındayız. ev, başlı başına kocaman bir arsa. salon, en sevdiğim şekilde. bir ucunda oturan ben, diğer ucunda oturanları, lenslerim olmasa göremeyeceğim, o derece genişlik. yine sessiz gözlemci rolümdeyim, duvardan duvara yayılmış genişliğe serpiştirilmiş oturma gruplarına ve sandalyelere oturup lak lak eden şımarıkların kaygısızlığına anlam verememeye devam ediyorum. “ben böyle kaygısız olsam, hayatım çok rahat olurdu.” kimimize de alansızlıklar içinde kaygı öğretilir. sonra da onu “unlearn” etmeye çalıştığımız yıllara geliriz. bu yıllar, ümit edelim ki, artık dar evimsiler değil, geniş ve gerçek evler olsun. yeni bilgeliğimizin tadını çıkara çıkara yaşayalım. çünkü insanlara evler lazım.
hesabın var mı? giriş yap