73 entry daha
  • türk sinemasında son dönemde tanıklık ettiğim en samimiyetle yaratılmış filmlerden biriydi. özellikle oyunculuk konusunda başta çetin tekindor'un insanı sıcaklığıyla kapıp götüren performansı olmak üzre oldukça üst düzey bir çizgi yakalandığını düşünüyorum. çünkü özellikle son zamanlarda katıksız gerçekçiliğin zemininden ayrılmamaya uğraşırken realiteye hiç de uygun düşmeyen fazla sabit diyaloglar, abartılı sessizlikler, dümdüz karakter tahlilleri ve arka planları ile örülmüş, zaten oldukça kaygan olan samimiyet çizgisinde fazla sırıtan bir imitasyon gerçekçilik anlayışının yapmacıklığına düşen çok fazla filmin sizi hikayeye katmaya uğraştığı bir ortamda samimiyeti bu kadar dozunda serpiştirebilmiş ve bu esnada sinemanın büyüsünü de kaybetmemiş sıcak bir öykü anlatılmış. hayatın esasında olağan sessizliğin, günlük iç bunaltılarının dili mentalitesiyle izleyiciye yutturulan filmlerdeki kadar da sıradan olmadığının farkında ve hollywood'un bitmek tükenmek bilmeyen küllerinden doğmaya uğraşan yüzlerce yapıttaki kadar da insana ait olanı yok sayamayacağının bilincinde, kendi renklerine sahip bir iş çıkmış ortaya.

    çağan ırmak'ın anlatımında sevmediğim bir yön varsa o da dramatik sahnelerdeki abartılı müzik kullanımı ile kederin ve hüznün yönlendirilmeye çalışılmasıdır. son derece samimi bir hikayede cereyan eden olaylara verilen doğal tepkilerin akışını bu hamleyle bozduğunu ve sinemasının özgünlüğünden taviz verdiğini düşünüyorum. olduğu haliyle, bir yabancı ile girilen bir sohbet tadındaki dokunulmamış formunda son derece güzelliğini koruyabilecek ve hatta gözden bir damla yaş akıtabilecek güçlü sahneleri dramatik dış ses müdahalesi ile zorlama kıldığı, izleyiciyi hüznünün gerçekliğinden şüpheye düşürdüğü bir gerçek. ancak bazı sahnelerde de oldukça başarılı müzik seçimleri olduğu kanaatindeyim, dozunda sürdükçe problem çıkmayacaktır.

    çetin tekindor'un oyunculuğuna bittim. o ses tonundaki devinimler, kelime telaffuzları, yüz ifadelerindeki içtenlik beni o bildik, üstünde dostluk, naiflik, saygı ve usturuplu mizah tüten rakı masası muhabbetlerinin baş köşesine oturttu kendisinin karşısında. babam ve oğlum'da bundan tamamen farklı bir başka dede karakterini yine aynı saygınlığı yaratarak oynadığı da göz önünde bulundurulursa, karakterini "içinden doğru" oynadığını mutlulukla kabul edebiliriz.

    --- spoiler ---

    dedenin suya yürüyüp intihar etme sahnesinin gerçekçiliğe uzak olduğu ve hikayenin akışını tökezleten bir bölüm olduğu iddia edilmiş. bu kanıdan fersah fersah uzak düşünüyorum. şimdi filmde hümeyra'nın oynadığı peruzat karakteri yardımıyla sıklıkla üstü çizilmiş, anlaşılması için pratikte gösterme benzeri sahnelere bile gidilmiş olan kelimeyi hatırlayalım: "metafor." yanlışım varsa seve seve dinlerim ama benim nazarımda denize yürüme sahnesi "mehmet bey" gibi insanların dünyanın yolunu kırmış olduğu yeni rotada varlıklarını sürdürdükleri kendi vagonlarını boşaltıp, yolculuklarını bitirdiklerinin, bu yola ayak uydurmayı reddettiklerinin sembolize edilmiş halidir. çağan ırmak bu sahneyi de gerçek bir olaydan esinlenerek mi filme katmıştır bilmiyorum, ben kurgu olduğunu düşünen biri olarak bunun tamamen çıkarın deforme edici örtüsünü ruhunun üzerine sarmamış, yaşamdan keyif almayı bilen, çevresindekileri de kendi keyfine ortak etmenin her daim yolunu bulmakta işin ehli insanın veda portresi olarak kurgulandığına inanıyorum. aidiyetinin zorla kaybettirildiği, yabancılaştırıldığı iki kıyının ortasında, kendini bulduğu suların içinde son nefeslerini tadıp, devri artık kapanmış varoluşunu suya gömüyor. iyi bir insan olmak için yardım eden değil, yardım etmek için yardım eden, bunu kumaşına nakış nakış işlemiş dostların metaforudur mehmet bey. her şeyin suyunun çıktığı bu dünyayla artık işi bitmiştir.

    kasten mi tercih edildi yoksa tesadüf müdür bilmiyorum, hatta bambaşka bir düşünceyle mi kullanıldı fikrim yok ama ibrahim'in sokakta otururken "korkaklar" diye haykırdığı sahnede bu seslenişin hemen ardından cevap manasında gelen "havlama" sesleri oldukça manidar göründü gözüme.

    zafer algöz'ün oynadığı karakter sanki biraz fazla karikatürize bir karakterdi. yani tavırları doğal olarak bir iticilik izlenimi oluşturmak yerine antipati yaratmak için özenle seçilmiş gibiydi. ya da filmin o dakikalarına kadar neredeyse istisnasız, içtenliğiyle izleyiciyle kendisi arasında anlayışa dayanan bir bağ kurmuş olan diğer karakterlerin ardından böyle günümüz şehir insanın kirli çekirdeğine fazlasıyla yakınsayan bir karakterin karşımıza çıkışı mehmet bey kadar bizi de şaşırttı ve samimiyetini sorgulattı.

    küçük torun olan bebek ve çırak gibi karakterler çok sevimliydi. güzel ayrıntıları oldular filmin. hele o çiçek gösteren cam aleti neden çöpten aldığını anlattığında çocuk içim titredi. böyle saf bırakılmış çocuklar hala varlar eminim ama saklanıyorlar herhalde.

    akıl sağlığı bozulmuş olan karakterin(yanlış hatırlamıyorsam bayram'dı adı) tabutu bırakmayışı, o kararlılığı, dosdoğru, dolambaçsız sevmeye övgüsüydü filmin.

    filmin en akılda kalıcı ve beni çok etkileyen sahnelerinden biri kesinlikle yalnız ve yaşlı kadının dükkana gelip kendi kefenini diktirdiği sahneydi. mehmet bey eliyle kefeni hazır ederken kameranın bir süre kadının üzerinde kalışı, daha sonra elinde kefenin olduğu sepetle yalnız başına yola düşüşü... herkes benim gibi ağlama konusunda hassas olmayabilir ama bu sahnede içinde bir şeylerin hıçkırdığını hissetmeyen sayısı oldukça azdır herhalde. onların da kendilerine has, haklı sebepleri vardır mutlaka. bir insanın kendi kefenini bir giysi gibi hazırlatması, yalnızlığından ötürü ölüm-aşan bir ritüelin gereklerini tereddütsüz üstlenişi. bilmiyorum, bu konuda çok da sözün akvaryumuna sıkışmış sulardan konuşarak bir yere varılamaz, yalnızca izlerken hissedilir işte, ölüm konusuna dair her şeyde olduğu gibi.

    bazı göndermeler yine incelikten uzak bir şekilde fazla açık ve göze batacak şekilde yapılmıştı. bu da çağan ırmak'ın müzik meselesinde olduğu gibi ihmal ettiği ve kurgunun gücünü gözardı ederek vermek istediğini daha kesin ama kolay yollarla vermeyi tercih ettiği bir mesele. bazen rahatsız edici olabiliyor. yine de "mehmet bey gibiler" metaforunun hangi dünyanın kıyısından açılıp gözden kaybolduğunun idrak edilişini kolaylaştırması açısından beni fazla itmedi, yalnızca daha ince bir kurgusallık ile bunun üstesinden gelinmesini tercih ederdim.

    --- spoiler ---

    son olarak oyunculukların filmin en lezzetli yönü olduğunun altını çizerek sayelerinde doğallığın kalbinde oynanan bir tiyatro havası taşıdığını ekliyorum. bir başyapıt ya da bir başucu eseri olduğunu iddia etmek gibi bir niyetim olmasa da filmin de zaten böyle bir kaygısı olmadığına ve başyapıt olarak anılmayacak bazı eserlerin hissettirdikleriyle farklı ve değişilmez bir çizgide yaşayacağına inanan biri olarak benim gibi düşünenlerin hoşuna gideceğini ekliyorum. tüm kusurlarıyla ve samimiyetiyle hoş zaman geçirilebilir bir yapıt.
413 entry daha
hesabın var mı? giriş yap