14 entry daha
  • an itibariyle elia kazan'ın en iyi filmi ilan etmek istiyorum şu filmi. başyapıt. hakkında ne kadar şey yazılsa, ne kadar şey söylense azdır. on the waterfront, a streetcar named desire, panic in the streets gibi güzel ve kaliteli filmleri mevcut usta yönetmen kazan'ın. her birisi de ayrı etkileyicidir. ama beni en çok etkileyen bu film oldu. genç warren beatty ile güzeller güzeli natalie wood filmin başrollerini üstlenirler. film aşkından manyaklaşan bir kızı ve ona aşık olan ama pek de cesur olmayan bir adamı merkeze koyar ve onların yürek burkan, duygusalsanız mendil ıslatan hikayelerini anlatır. sadece bir aşk filmi değil bu. dönemin aile kurumunun, muhafazakarlığın bir özeti de çıkarılır başarıyla. izlendikten sonra "aradan geçen 60 senede abd değişmiş olabilir ama kesinlikle türkiye'nin durumu bu filmde anlatılan dönemden daha berbattır" dememek için muhafazakar olmak gerek.

    biraz özet geçelim filmi merak edenler için. wilma lisede okuyan, pek de zengin olmayan genç bir kız. her aile gibi onun da ailesi fazlasıyla muhafazakar. ama diğer kızların aksine wilma ailesini utandırmayı hiç düşünmez, bu yüzden hal ve hareketlerine hep önem verir. sokakta öpüşmez, iffetine leke sürdürtmez. wilma zengin bir babaya sahip olan, haliyle zengin olan, aynı zamanda yakışıklı bud'a deliler gibi aşıktır. gözü ondan başkasını görmez. bud da wilma'ya aşık ama gelin görün ki bud aşktan fazlasını, seksi istemektedir. gençtir, kanı deli akmaktadır ve wilma'yı çokça arzulamaktadır. fakat wilma "evlenmeden olmaz" görüşündedir (aslında o da istemektedir ama ailenin baskısı bakireliğini koruması yönünde olduğu için bud'la birlikte olamamaktadır). bir gün bud, wilma'yı terk eder ve wilma mecnun'a döner.

    evet. bizim leyla ile mecnun'a biraz benziyor bu hikaye. film boyunca ailelerin evlatları üzerindeki tahakkümlerine değinilir. aile baskısının ve toplum baskısının nasıl bir şey olduğunu biliyoruz tabi ki. kazan da bildiklerimizi çarpıcı bir şekilde bizlere gösteriyor. bud ziraat okumayı arzularken babası onu yale'e göndermek ister. wilma ile hemen evlenmek isterken babası "başkalarıyla da takıl" diyerek onu kızdan uzaklaştırmaya çalışır. bud babasının gölgesinde kalmış, ona hiçbir zaman isyan edememiş, kendi kararları alabilecek yetenekten yoksun olan gençlerden birisi. kız kardeşi de bu baskı yüzünden en sonunda kafayı yemiş birisi olarak karşımıza çıkar (iffet iffet diye diye kız yoldan çıkar, ailenin zararları). wilma'nın ailesi de aynı derecede sorunlu. birazcık zenginleştikten sonra kızlarının durumunun hiç de iyi olmadığını fark ederler ama paraya kıymamak için bir müdahalede bulunmazlar. ta ki wilma kafayı iyice kırana kadar. tabi wilma'nın aşkından deli divane olması, bud'ın kendisini terk etmesine dayanamaması sonrasında annenin ağzından çıkan iki cümle oldukça önemli: "o çocukla şey yapmadın değil mi? bozuk değilsin, değil mi?" kocasına ise "doktora götürüp bakire olup olmadığına baktıralım" der. kız kafayı kırmış, giderek kötüleşmekte anne-baba "bakire misin?" diye soruyorlar. bu kafadaki insanlarla dolu olan türkiye'yi gel de anma (seks yaptı diye kafasına sıkılanlar, bakire değil diye evliliğin ilk sabahında babasına postalananlar vs).

    aile kurumu, dönemin muhafazakarlığı ve ekonomik kriz etkileyici bir şekilde işleniyor filmde. tabi aşk hikayesi de bir hayli etkileyici. izlenmeli...

    edit: west side story, the hustler, judgment of nuremberg, breakfast at tiffany's, la dolce vita, one-eyed jacks, one two three, the children's hour, yojinbo, through a glass darkly winter light the silence gibi başyapıtlarla aynı senede gösterime girdiğinden görmezden gelindiğini de belirtmek gerek.
5 entry daha
hesabın var mı? giriş yap