49 entry daha
  • on oscar'ı götürmüş filmdir. senaryo oscar'ını da verselerdi on bir oscar'lı dört film olacaktı tarihte ama vermemişler. on oscar'ı filmde ne görüp de verdiler, merak ediyorum doğrusu. neredeyse bütün türleri severim. bilim kurgu, animasyon, romantik komedi vs hepsini severim, ayırt etmem. bir tek müzikali sevemedim gitti. ne chicago, ne nine, ne eskilerden my fair lady, ne de west side story. hiçbiri müzikale bakışımı değiştiremedi. şarkılarla diyalog kurulması, durup dururken dans edilmesi, bunlardan sonra sanki demin şarkı söylenmemiş, dans edilmemiş gibi davranılması, tüm filmin şarkı ve danslar üzerine kurulu olması, şarkıların sözlerinin anlamsız ve/ya sıradan olmaları gibi nedenlerden ötürü bu türü sevemedim. west side story'i de "belki fikrimi değiştirir" diye düşünerek değil de içinde dönemin en güzel ve yetenekli aktrislerinden natalie wood'u barındırdığından izledim.

    filmi iki yönetmen kotarmış. dansların koreografisini de üstlenen jerome robbins ve robert wise. wise'ı bu filmden dört sene sonra kotardığı the sound of music'ten hatırlayabiliriz. gerçi sadece bu filmden değil. the day the earth stood still, star trek, until they sail gibi çok sağlam filmlerden de hatırlayabiliriz. neyse bu iki arkadaşın yönettikleri bu filmi sevemedim dediğim gibi. beş dakikalık jenerikten sonra (o beş dakikayı direkt atlayın), iki dakikalık helikopter çekimi abd'yi izliyoruz ve sonra saçma sapan danslar, dans mı kavga mı olduğu belli olmayan kavgalar ve bir o kadar saçma şarkıları izliyoruz-dinliyoruz. evet, dansları da, şarkıları da sevmedim her zamanki gibi. ama bu, başkasının da sevmeyeceği anlamına gelmiyor. türe karşı bir ilgim olmadığı için sevmemiş olabilirim bu sekansları. bir de fazla uzun tutulmuş sanki. gerçi müzikal olduğu için gayet normal. bir müzikalde 6-7 dakikalık dans sekansları olmazsa olmaz. bu da süreyi uzatıyor doğal olarak.

    filmi sevmedim ama tabi ki kötü bulmadım. filmi önemli hale getiren en önemli nokta dönemin ırkçılığına, yabancı düşmanlığına değinmesi. devletin ve ailelerinin umursamadığı gençler bir yandan devlete ve ailelerine nefret beslerlerken öte yandan her şeyden sorumlu gördükleri yabancıları taciz etmeye başlarlar. ama nedense iki yüzlüdürler. polonyalı tony'i kardeşleri kadar severlerken ispanyollardan nefret ederler. göçmenler de yeni geldikleri bu yabancı topraklarda tutunmaya çalışırlarken kendilerini korumak için çaba sarf ederler. yerlilerin ispanyol kızı taciz ettikleri, hatta tecavüze yeltendikleri sekans eleştiri dozunun en yüksek olduğu sekanstı. bence eleştiri konusunda senaristler ellerini korkak alıştırmamışlar. göçmenleri de koruması gereken polisin göçmenlerden nefret edip üstüne üstlük "bana bir şey yapamazsın. bende unvan (komiser) var, sende hiçbir şey yok" deyip göçmenleri sindirmeye çalışması ile teşkilata da bir eleştiri getirilir.

    oyunculuklar iyiydi. gerek tony'i, gerek bernardo'yu, gerekse riff'i canlandıran aktörlerin performansları gayet iyiydi. natalie wood da bir hayli iyiydi. aksanlı ingilizcesini işitince şaşırttı. aksanı da becermiş, hiç falso vermemiş bu konuda. garibim splendor in the grass'ten sonra tekrar mutsuz bir karaktere hayat vermiş.

    buradan gelelim yılın filmlerine ve oscarlara. wood, splendor in the grass'teki rolüyle aday gösterilmiş. doğru bir tercih olmuş. zira wood, splendor'da buradakinden daha iyiydi. unutulmayacak bir performansa imzasını atmıştı o filmde. bu filmdeyse başrol olmasına rağmen arka planda kalmış. ödülü sophie loren'e kaptırdığını belirtelim. west side story on ödülü kapmış dedik. ama bence o sene gösterime giren the hustler daha iyiydi, daha kaliteliydi. veya breakfast at tiffany's, splendor in the grass filmleri de daha iyiydi bu filmden. o sene gerçekten sağlam filmler gösterilmiş.

    özetle sevmediğim ama başarılı bulduğum bir film.
81 entry daha
hesabın var mı? giriş yap