291 entry daha
  • http://www.zaman.com.tr/…tatore-karsi_2109337.html#

    yazısını aralara girme tekniğimle eleştireyim dedim. sorgularken bir anda mahçupyan'ın insanüstü analiz yeteneğine ohara diyerek şapka çıkardım. sorgularken haklılığını teslim ettim, haklıyken haksız konuma düştüm. işte bir ibret vesikası olsun diye sizlerle de paylaşıyorum. özet geçmiyorum, mahçupyan'dan daha iyi bir özet geçeceğimi iddia ederek kendisine şirk koşacak kadar delirmedim:

    ''laik kesimin tarih sahnesine çıkışı tanzimat sonrasında sekülerleşmenin bir gelişmişlik nişanesi haline gelmesiyle oldu.''

    sekülerleşme eğilimi ve 'gelişmişlik' arasındaki bu rabıta sadece osmanlı-tanzimat çerçevesinde mi yaşanıyordu? sekülerleşme eğilimi yerel bir eğilim miydi?

    ''cumhuriyet bu epeyce amorf bireyselleşme serüvenini, yönetim kadrosunun meşruiyetini ve hayatiyetini sağlayacak bir zümreleşmeye dönüştürdü. ''

    epeyce amorf olmayan, formal, adaplı ve örgütlü bireyselleşme diye bir şey mi var? cumhuriyetin yönetim kadrosunun vurgusu (bizzat kadro hareketini de gözetirsek) bireyselleşme vurgusu çerçevesinde mi kurulmuştu? bireyselleşme destekli zümreleşme diye bir şey mümkün olabilir mi?

    ''söz konusu laiklik, siyasi alanda osmanlı dönemindeki müslümanlığa benzer bir işlev yapıyordu. intisap eden kişinin eski kimliği geride kalıyor, devlet imkanlarına daha yakın ve/veya kendisini devlet ideolojisinin parçası olarak hisseden bir ‘yumuşak’ cemaatleşmenin parçası olunuyordu.''

    osmanlı döneminde intisap edilen müslümanlık, bireysel geçmişi anında örtüyor muydu? müslüman olmak, yani pozitif olarak belirlenmiş ve sınırlanmış bir dizi ayin ve kanaati takip ediyor olmak mecburiyeti ile, laik olmak, yani pozitif bir dizi ayin ve kanaati takip etmiyor olmak, nasıl birbirine biat ve devlet kültürü üzerinden benzetiliyor, anlayamadım. birisi vicdan hürriyetini sabit bir sete doğru iterken, diğeri önceki kümeyi reddetme/öteleme mecburiyeti dışında hangi pozitif pratik ve kanaatleri gerekli kılıyor?

    ''o kadar ki kendi sosyolojik zeminlerini görmezden gelme ve reddetme pahasına, ‘devlet düşmanları’ bile laik kesimden çıktı. ''

    burada 'ha islam formalizmi, ha laiklik formalizmi' derken terse dönmek de mümkün sanırım. osmanlının islam kimliğini benimsemek durumunda olanlar zamanla kendi sosyolojik zeminlerini görmezden gelme ve reddetme pahasına devlet düşmanı oldular, celali isyanlarına karıştılar, devlet düşmanları kendini müslüman sayan alevi kesimden çıktı' da denebiliyor olmalı. tüm tarih örgüsünü toplumsal kimliğin inşası ve inkişafı üzerinden götürürsen bu tip yargılarda bulunmak da kolaylaşıyor.

    ''solculuk, devlet imkanlarını kimliksel olarak kullanma fırsatına sahip olanların, aynı devleti ideolojik açıdan daha ileriye taşıma idealinin ve eylemciliğinin adıydı. dolayısıyla laik kesim kendisini ‘laik kimlik’ etrafında değil solculuk dünyası içinde kimlikleştirdi.''

    mahçupyan burada bireyselleşmeden geçtiği laiklikten solculuğa atlıyor, onu *da* bir bayrak ve bir kimlik altında eşitleyerek savının tutarlılığını koruyor.

    yani solculuk denen şey lüzumunu değişimin mümkün olmasından, tarihsel ispatların somut tutarlılığından değil, o ispat ve tutarlılıkların oluşturduğu devlet örgüsündeki konumlanmadan var ediyor. solculuk diye bir şey yok, artık bir şekilde oluşmuş olan devlet içindeki konumların kimlik arayışı gibi bir şey var.

    bu akılyürütmeye göre devlete girenler, devleti *sadece ideolojik açıdan* geliştirmeye çalışıyorlar, ona da solculuk diyorlar. bu sırada, bazıları da değil solcuların *hepsi*, laik kimliklerini ve pozisyonlarını unutarak solculuk diye yeni bir kavrama sarılmaya başlıyorlar. gerçek ihtiyaçlar, arayışlar, etki-tepkiler ve sıkışmışlıkların iktiza etmesi söz konusu bile değil. solcuların hepsi devlette, hepsi aslında hal ve durumundan memnun ama makat 'ideoloji geri kalmasın' diye konumsal avantajlarını kullanarak kastırıyorlar, kimliği genişletmeye, geliştirmeye çalışıyorlar. niye? çünkü kurtlular.

    benim anladığım, bu solcuların *hepsi*, ve bütün solcular, tarihdışı bir köşeyazarı pozisyonundan kendilerini ve yaşadıkları dönemi 'kimliğin inşası' kaygı ve odağında izliyorlar ve izleyebildikleri için şımarıyor ve semiriyorlar.

    '' en liberal ve kapitalist olanlar bile bir bireysel hayal olarak ‘solcu’ idiler. ''

    çünkü mahçupyan'a göre solculuk (ve solcuların hepsi) değişimin kendisine değil, sosyalist-komünist devrime inanmak durumunda olmalılar. o yüzden kendi içlerinde tutarsızlar. sırf kimliğe uymaya, kimlikten sağladıkları avantayı artırmaya çalışıyorlar. iktisadi görüş, sınıfsal konum, dünyada fikir sahnesindeki gidişat hava civa. her şey her yerde çok süper işliyordu da şımarmışlardı, amorf bireyselleştikleri için yöntemleri yoktu, ondandı.

    ''devletin ve rejimin sahipleri ise zaten kendilerini ‘ilerici’ saydıkları için solda yer aldıklarını düşündüler.''

    devlet ve rejim sahipleri sürekli kendileri hakkında açıktan 'solcuyuz' yakıştırması yapıyorlardı. yapmıyorlardıysa da, sadece mahçupyan'ın görebileceği bir yere düşüncelerini yazmışlar, herkesten gizledikleri kalbi duygularını ona emanet etmişlerdi.

    tam bu sırada 'solcu=ilerici' denkleminde de, solcu kelimesinin kendisinde de hepsi aynı anda fikir birliği etmişlerdi ki mahçupyan köşe yazısında çelişkilerle uğraşmak zorunda kalmasın, bilgileri kolaylıkla hap yapıp verebilsin.

    '' devletle sol arasındaki çatışma, ‘iyi çocukların yanlış eylemciliği’ bağlamında tanımlanıyor, solcular ise aynı çatışmayı ‘yanlış sistemin iyi yöneticilerine’ karşı yapıyordu.''

    devlet erkanının tamamının solcu olarak tanımlanan çocuklar için dönem, yönelim, formasyon, arka plan fark etmeksizin bir ağızdan 'iyi çocuklar, yanlış yapıyorlar' dedikleri de besbelli bir yerlere kaydedilmişti. mahçupyan'da da bu toplu kayıtın kasetleri var, isteyene gösterebiliyor olmalı.

    aynı şekilde solcuların hepsi de bir yerde toplanıp yoklama almış, tam mevcut oldukları netleştikten sonra bir ağızdan 'devleti yönetenler iyi, sistem kötü' dedikten sonra dağılmış olmalılar ki mahçupyan tüm tarihi bir kavram üzerinden genellerken sorun yaşanmasın, her şeyi açıklayan kozmik sistemler kuramında sorun oluşmasın.

    ''aksi halde solun her fırsatta askeriyeye yanaşması, militarizme yaslanarak darbe araması, ardından da aynı solcuların pirupak, tertemiz ‘kamusal melekler’ olarak hatırlanması izah edilemez.''

    çünkü sol her fırsatta askere yanaşma, hatta fırsat üretmeye çalışma tarihi olarak kaydedilmiştir. solcular, tarihten ayrıksı, şartlardan azade, sıkışmışlıktan münezzeh bir şekilde uzaydan düğmelere basarken 'askere mi yanaşsak? ikimizin de tanzimat döneminden itibaren bireyselleşme kimliği amorf oluştu, sonra bir anda cumhuriyete atladık, zümreleştik demek ki sorunsuzca entegre olabiliriz, niye ayrı gayrıyız?' dedikleri duyulmuş, mahçupyanda bu uzaydan kaydedilmiş disklerin orijinalleri ve kopyaları var.

    dahası bu solcuları hatadan münezzeh kamusal melekler olarak hatırlayanların (kimlikleri mahçupyanda saklı söylemiyor) 'çok iyi hatırlıyoruz' dediği de kayıtlı. e deliller bu kadar sağlam, taraflar bu kadar belirli ve sabit olduğuna göre mahçupyan'a yine yanılma şansı kalmıyor. bu kadar yanılamıyor olmak başka türlü izah edilemez.

    ''islami kesimin siyasete dahil olması bu kendi içine kapalı idealizmi sarstı.''

    bir gün islami kesim diye bir kesim koptu geldi. bunlar tıpkı solcular ve laikçiler gibi tarihötesi bir yerden geliyorlardı. 'siyasete biz de girelim' diyerek geldiler. ve böylelikle diğer tarihötesi aktörleri şaşırttılar, onlar kendilerini tarihötesi tek grup sanıyorlardı.

    ''bizatihi ‘laik kimlik’ etrafında bir ruhdaşlık ve buradan hareketle bir siyasallaşma doğdu.''

    çünkü laik kimlik kartlarının renkleri aynıydı (tanzimat dönemi amorf bir şekilde de olsa basılmıştı, değiştirilemiyordu) 'kartları değiştireceğimize birbirimize yaklaşalım, şu güzel tarihdışı kozmik soyutlamacı ortamımız bozulmasın' dediler.

    '' akp ve daha somut olarak tayyip erdoğan karşıtlığı, söz konusu yeni kimlikleşmenin harcını oluşturdu.''

    akp ve erdoğan islami hareketin takendisiydi, islami hareket ise akp ve bilhassa erdoğan'dı. ikisi de birbirlerini tam, eksiksiz fazlasız karşılıyorlardı. islamiydiler, kesimdiler, başka da hiç bir şey değildiler.

    bunu gören solcular, bunların kimliği bizden farklı çünkü biz bunlardan tanzimat dönemi ayrıldık, renklerimiz uymuyor diyerek islami kesim'in tam tersine gitmeye karar verdiler. yani erdoğan bir anda belirdi, çevresinde akp oluştu, buna islami kesim adı verildi; karşısında da kendiliğinden oluşmuş ilerici/solcular konuşlandı, birbirlerine bayrak ve kaşkol sallamaya başladılar. mahçupyan bu sırada orada olan tek kişiydi. gördüklerini anlatıyor.

    ''laik kesimin önemli bir bölümü için böylece hem ‘birey’ olarak kalmak, hem de bir siyasetin parçası olmak mümkün hale geldi.''

    laik=solcu=birey=tanzimat=cumhuriyet diyerek tüm kavramları sorunsuzca eşlediğimize göre bu kümelere giren herkesin de neyin parçası olacağı belli oldu: siyaset! mahçupyandan kaçmadı. hepsi aslında aynı şeydi ve karşılarına çıkan kozmik düşman'a karşı tarihötesi bir siyasetin parçası oldular.

    '' gerektiği için chp’ye oy vermekteydiler, ama aslında chp’li değillerdi...''

    kozmik karşıtlıklar sebebiyle tüm bu kavramları karşılayan bir hizbe, hizbucehapeye oy vermeye karar verdiler. ama aslında cehapeli değildiler. gerçi solcu, ilerici, laik bunların hepsi aynı şeydi, cehape de biz buyuz diyordu ama olsun. değildiler. orada ince bir ayrım oluştu, matrikste bükülme yaşandı. 'buna oy vermemiz lazım çünkü fak yu dets vay' dediler ve verdiler. tarih durmuştu, ezel ve ebed alfa ve omega mahçupyan'ın kozmik olay ufkunda bütünleşmişti br kere.

    ''akp’nin her yaptığının yanlış olmadığını görmekteydiler, ama yıkılması için taraf olmanın kişiliklerini beslediğinin de farkındaydılar.''

    tarihötesi analizin bu noktasında mahçupyan kişiliklerin beslenme, hazım sindirim ve dışkılamasını da metafizik sosyoloji çerçevesinde çok net görüyor. akp'nin her yaptığının yanlış olmadığını görebildiklerini görmesi yetmiyor, 'kişiliğimizi beslemek için karşı durmalıyız' dediklerinde içseslerini de duyuyor, kaydediyor bizlere aktarıyor. durugörü usulüyle yazılmış bu köşeyazısını burada bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

    ''gezi olayları, bu kesimin ruhsal bir sıçrama yaşamasını mümkün kıldı. ''

    mahçupyan bu sefer neden-sonu ve zaman okunda ilerleyen tarihsel bir olaya değinse de orada durmuyor, hemen ruhların sıçramasına tanıklık ediyor. ruh sıçramalarının kaydı elinde var ve önümüzdeki cuma bizlerle paylaşacak

    ''bir anda kendi ‘çocukları’ üzerinden geniş bir siyasi mücadelenin paydaşı ve kurmay erkanı haline geldiler.''

    solilericilaikçi kesimin bu sırada üremesi kendi çocukları olması da dikkatinden kaçmamış mahçupyan'ın. bu çocuklar da tıpkı kendileri gibi tarih dışı bir alanda yaşıyorlarken birden tam olarak nasıl olduğu anlaşılamayan gezi olaylarında kendilerini buluyorlar. ama kendi istekleri ile değil elbette, ebeveyn emirleri ile oradalar. anne bugün hangi afişi açalım diye soruyorlar, anne şak afiş hazırlıyor. baba nasıl direnelim diyorlar, babası tak direniş yol haritası çıkarıyor. aynı zamanda paylaşıyorlar da. ama en temelinde bu üst kuşak olayları yönetiyor. tanzimatta yaşanan amorf bireyselleşmeden itibaren süren bu tek nesil tam bu noktada kırılıyor olmalı.

    '' gezi’nin politik okumasının gezi’yi politik yapacağını sandılar.''

    oysa ki geziyi kozmik çerçevede okuyabilmeleri gerekirdi. politik olmak budur. tarihötesi okumalar yapabilmek, ruhları ve içsesleri duyabilme yetisidir.

    ''gençlerin üslup reddiyesinin ima ettiği özgürlük talebinden hareketle, bizzat eylemlere özgürleştiricilik atfettiler.''

    oysa ki gençler üsluba sahip çıksalardı işte o zaman özgür olabileceklerdi. ebeveynin söylemlerinin aynısı dönseydi, oradan anlayacaktık ki siyasiler ve özgürler. form ile içerik arasında bir uyum aramaktansa, tezat sahibi olabilmek özgürlüktür. yani içerik, tarihselliğini/gerekçelerini boşverin, ne olursa olsun form, yani üslup'a dikkat siyasi olarak ciddi olduklarını gösterecekti. ve mahçupyan elbette ebeveynin çizgisinin aynısı bir eylem biçemi görse 'işte bunların ebeveyninden hiç farkı yok' demeyecekti. 'işte siyasi olgunluk ciddiyet bu! bu gençleri dinlerim' diyecekti. 'sollaikbireyselleşmecitanzimat' ezberine cuk oturmayacaktı, 'eskisinin aynısı olabildiği için yeni sayarım' diyerek bizleri şaşırtacaktı.

    ''oysa gezi’nin ilk üç günü sadece bir sıkışmışlığı ve varoluş arayışını ifade ediyor.''

    ve bu aslında kozmik bir içsıkıntısı. estetik bir bocalama. eski formda iyi eserler veremediklerinden, yani aslında kazma olduklarından, öyle oraya buraya boya moya attırarak form icat ettiklerini sanıyorlar. mahçupyan bu değişim olsun diye form değişimini yemiyor. 'onu dedem de çizer' diyor. 'bu direniş değil debelenme, direnişin kalitesi eskilerde' diyor. 'önce güzel bir fotoğraf gibi resim çizecek, mozartlar betovınlar gibi beste yapacak, sonra yeni bir şey yapabileceğine inanacağım' diyor. estetlikte de evrensel ve kozmik ölçütleri biliyor olmasından kaynaklanıyor

    ''kısacası sosyolojik arkaplanın ne denli siyasetsiz kaldığını ve kendisine kamusal alanda kanal açamadığını ortaya koyuyor. ''

    kozmik ve tarihötesi varoluşta tanrısal bir boşluğa düşen bu gençlik, bu dualizmin öteki ucu, 'siyasetsiz kaldık ya' diye ağladığı için isyan ediyor, kendisine kamusal alanda kanal açamadığından hezeyanla hareket edip direnişe geçiyor. mahçupyan kaliteli direniş olsa hakkını verir, 'işte kendi kendine sönümlenmiş sosyolojik arkaplanını kendi kendine inşa eden gençlik gibi gençlik' der takdir ederdi.

    ''buradaki enerjinin nereye, hangi zihniyete doğru evrileceği ise meçhul ve bu ülkenin, özellikle de laik kesimin ve solun tarihine bakıldığında iyimser olmak için fazla bir neden gözükmüyor.''

    en heyecanlı yerinde mahçupyan çağları, tarihi, yüzeysel ayrım ve farklılıkları aşan, her şeyi birbirine eşitleyip karşıtlaştıran köşe yazarı gözlüklerini bir kenara bırakıyor ve geleceği göremediğini itiraf ediyor. kozmik bakışında yassılaştırdığı sol'a bakıyor ve diyor ki, aslında geçmişten bugüne bir değişiklik olmadığın, olsa da sol'a sirayet edemesi gerektiğinden, geçmişteki örneklemden bugüne, bugünden de geleceğe muhafazakar bir bakış atıyorum ve diyorum ki: iyimser olmaya gerek yok. iyimser bakabilseydi nasıl bakacaktı? elbette şöyle 'solun geçmişi çok iyi, sürekli başarılarla dolu, amorf değil enfes bir örgütlenme ile bireyselleşmiş, o halde sol da bu gezi parkı hareketinde başarılı olur. iyimser olmak için neden var.' sol geçmişte başarılı olsaydı gezi parkı hareketine ihtiyaç olur muydu? diye sormayın, o kısım tarihsel. neden-sonuç ilişkisi gibi bayağı detaylarla ilgileniyor. kozmikten bakınca başarılıysa başarılı olduğundan başarılıdır ve geleceği hakkında iyimser olmak için nedenler gösterir. başarısızsa başarısız olduğundan başarısızdır ve geleceği hakkında iyimser olamazsınız. tutarlılığa şapka çıkarmak zorundasınız.

    ''belki de bu duyguyla yaşananlar ayıklanıp yeniden kurgulanıyor. ''

    mahçupyan bu kısımdan emin değil, çünkü insanların ruhlarını, kavramların mutlak denkliklerini yapabildiği gibi olgusal olayların sağlamasını yapamıyor. ama bir şüphe payı bırakılacaksa bu, sadece ve sadece tanzimattan beri kaliteli bireyselleşilemediği için cumhuriyet döneminde zümreleşerek sonradan sol haline gelip kendine saldıran hareketi temsil eden ilerici laik kesim, onların kukla gibi yönettikleri çocuklarında yoğunlaşmalı. çünkü ta tanzimattan bu yana düzgün bireyselleşememişler. orada kaliteli bireyselleşebilselerdi, sonra o bireyselleşme ilericilik sebebiyle laiklikle aynı şeye dönüşüp solcuları oluşturmasaydı belki sonra bir anda karşısına çıkan islamcılık eşittir erdoğan eşittir akp denkleminde ikinci grubun olayları ayıklayıp yeniden kurgulaması ihtimali üzerinde durulabilirdi. ama durulmuyor çünkü onlar bunların kafasını karıştırdıklarına göre ayıklıyor olamazlar, ayıklıyorlarsa nasıl başarılı olmuş olsunlar? demek ki yeniden krugulayan verili bir tane taraf olabilir, o da solcu laikçi cumhuriyet zümresi kesimi ve uzaktan kumandayla yönetilen dünyanın yorgunu hayat vurgunu şımarık çocukları

    ''örneğin çatışma keskin bir ideolojik ve sembolik karşıtlık üzerine oturtuluyor: gençlerin ‘yeni’ olduğu, yani ebeveynlerin eski gençliklerine benzemediğinin altı çizilerek, sosyolojik damarın dışına çıkılıyor.''

    bilen bilir, kozmik sosyolojide teamül bellidir: gençler ne kadar ebeveynlerine benzerlerse o kadar farklıdırlar. sosyolojinin tunç yasası der ki: nesiller sürekli zaten değişir asıl mesele değişmemektir. iki nesil aynı giderse orada bilin ki gerçek bir değişim var. o durumda mahçupyan işte beklediğimiz sosyolojiye uyumlu nesil der, ebeveynin söylemlerinin aynısını söylüyor bile demeden onları kucaklar. keskin olmayan ideolojik ve sembolik karşıtlıkların hakkını da verir.

    ''bunun karşısına da ‘diktatör’ konuyor. her şeyiyle eskiye ait olan bir despot...''

    evet, çünkü tarihdışı kavramsallaştırma departmanında gençlere bir kez yeni dedikten sonra eskiyi karşılayacak birisi aranıyor. o sırada oradan geçmekte olan tarihdışı aktörlerden birisi olan erdoğan yakalanıyor, 'sen despot olacaksın çünkü eskisin' deniyor. erdoğan da bir anda ayıklanıp yeniden kurgulanan bir tarih sahnesinde kötü adam oluyor. yani bu boşbeleşlerin aslında kötü adama ihtiyacı var, onu kötü adam olarak görebilmek için kafalarına bomba yiyor, emniyet yasadışı hareket ediyor gibi görüyorlar, öyle bir ayıklıyorlar ki sonunda adamcağız, valicik, emniyet hepsi bu karşıtlığa oturtulmak için mağdur ediliyor. mahçupyanın bu kozmik haksızlığa sessiz kalması düşünülemz. hele sosyolojiye yapılan bu yamuğu affedemez.

    ''böylece laik kesim geleceği temsil eden muhtemel bir siyasetin hakiki aktörü olarak resmedilirken, ‘diktatör’ öteki kesimin tüm üstü örtük bağnazlığının ve ‘genetik eksikliğinin’ taşıyıcısı olarak mahkum ediliyor.''

    laik sol bireyselleşmeci yeni askerci darbeci eugenicist kesim ve onların yönettiği sorunlu şımarık gençlerin sırf yeni'den kendilerine güç devşirmek için erdoğan'ı bağnaz olarak görmeye *başlaması*, gezi hareketinin de temelinde bu görüşü desteklemek için tek taraflı olarak kurgulanması mahçupyan'ın dikkatinden yine kaçmıyor. ırkçılığı da o arada görüp denkleme oturtuyor.

    '' ikinci olarak gezi, onu saran yanlışlıklar ve kötülüklerden tümüyle azade kılınarak saf ve temiz bir ruh olarak sunuluyor. şiddet, küfür, taksim denklemden çıkartılıyor ve ayıklama sonucu gezi’ye ulaşılıyor.''

    mahçupyan devletin solcuları el üstünde tutup, sürekli olumlu olarak andığı gibi solculaikyucenisistamorfbireyselleşmecidevletzümresiilerici kesimin hem polise hem de kendi kendisine karşı sorumlu olduğu şiddet'in kötülüğünü kınıyor, kötü kelimeler kullanmanın ve küfür'ün yanlışlığına da bu fırsattan istifade değiniyor. gezicilerin kendilerini idealize etmelerine tarihüstü okumaları ve kozmik perspektiften itiraz getiren mahçupyan gerektiğinde sahaya indiğinde de ne kadar isabetli gözlemlerde bulunabildiğini ispatlıyor.

    ''yaşanan gezi’den bir ‘gezi’ idealizmi yaratma konusunda son derece güçlü bir psikolojik ihtiyaç var... ''

    ve bu da büyük ihtimalle küfürbazilericisolcuzümrecilaikçilerinin ruhlarında yaşanan bir çalkalanma ile ifade edilebilir.

    ''bu bağlamda eylemin ve ortak düşmanın ürettiği ilişkisiz cepheleşme halinin ‘çoğulculuk’ olduğu söylenebiliyor.''

    oysa ki çoğulculuk öyle bir şey değildir. çoğulculuk, kozmik bir düzlemde, cephesiz ilişkilenme halidir. çoğulculuk sistematik ve ideal bir biçimde oluştuğunda tadından yenmez ama o ideal çoğulculuklar nerede? öyle bir çoğulculaşmaya yönelik bir psikolojik ihtiyaç var ama onu da ortak düşman yaratmadan yapmak mümkün değil. ortak düşman yaratmak için de emniyetten gözüne gaz bombası yemek, satırlı sopalılar tarafından kovalanmak gerekiyor.ortak düşman olduğ*u için değil, yaratılsın diye. mahçuptyan ise bu içsel ihtiyaçları çok iyi görebiliyor. ideal ortak düşman fantazisinin karşısına ideal çoğulculuk gerçeğini koyuyor. hem de çoğulculuğun ait olduğu meşru zeminden, kendisine ayrılan köşeyazısından bunu yapıyor. niye? çünkü başka bir imkanı mı var? insanlarla doğrudan açıktan iletişime girebilme şansı mı var? uzaktan kaygıyla gözlemleyecek, yazacak, dökecek ve kabuğuna geriçekilecek.

    ''gezi’dekilerin zekası yüceltilirken, küfür ve hakaretin gerçekte zekanın yetersizliğini gösterdiği, zeka takıntısının akıllı davranışı engelleyebileceği üzerinde durulmuyor ve bunun açık örnekleri görülmüyor. ''

    mahçupyan burada gençler kendi kafalarına gaz bombası attırmak için çok güzel küfretmişler, ne güzel hakaret etmişler yine diye övüldüğünü müthiş bir isabetle tespit etmiş. zeka geriliğini görmüş, kesinlikle ayrımcılaşmadan, hakaret de etmeden zeka geriliği denen yanlışlığı insanların ona kimbilir nasıl saldırdığı köşesinden yazarken bile sakinliğini koruyarak dile getirmiş. herkesin sadece zeka zeka zeka dediğini yine o görmüş, zeka takıntısının akla örnek olabildiğinib u köşeyazısıyla fiilen ispat etmiş. gerizekalıya anlatır gibi anlatmış adeta ama hala lütfediyor ve diyor ki 'açık örnekleri de var oysa ki'. var da etyen abi, adamlar gerizekalı, nasıl görsünler senin gibi oturdukları yerden tarihin toplamını? insanın ruhunu? kavramların iç içe geçirgenliğini, müsaviliğini?

    '' nihayet ‘gezi’nin bizatihi ‘iyiye’ dönüşmesi ile birlikte eylemlerin ve eylemcilerin eleştirisi ‘ayıp’ haline geliyor ve bu yönde marazi bir mahalle baskısı kuruluyor...''

    mahçupyan burada yine 'gezi eleştirisi yapan herkesin' doğrudan marazi olarak eleştirildiğini ispatlamış. sıkıysa benim bu denli sağlam mesnetlendirilmiş, kesinlikle marazi ve tek yanlı olmayan, tarihötesi kozmik bilincimle yazdığım yazımı eleştirin diye meydan okumuş. eylemcilerin 'ayıp ya eylemci eleştirilir mi?' diye eleştirildiğini örneklemeye bile ihtiyaç duymadan ispatlayabilen mahçupyan'ın eleştirisi de sanırım eleştirilirse doğrudan mahalle baskısı olacak ve onu ne denli haklı olduğunu bir kez daha ispatlayacaktır.

    ''sol aktivizm bu tutumu siyaset sanıyor...''

    oysa ki değil. ne bilemiyoruz. ama o değil. siyaset başka bir şey. yüce. ari. bambaşka farklı bir şey. hani bazen gözünün ucunda bir karaltıdır görürsün. hani şafağın kırmızısıdır, tarif edemezsin, öyle bir şey. tarife de gerek yok. ne olmadığını söyle, yanlışları ele, siyaset ne ortaya çıkar.

    ''postmodern aktivizm ise bizatihi sosyali siyaset sanıyor.''

    oysa ki sosyal, siyaset değildir. sosyal adı üstünde sosyal, siyaset ise siyaset. gerçi politika kelimesi yurttaşlığı, sosyalliği içeriyor amna sosyalleşme değil. iki farklı kelime, demek ki alakaları yok. sosyalin ne demek olduğu belli. bir dolu insan bir araya geliyorlar ve öyle duruyor demek sosyal. buna siyaset denebilir mi? denemez. çünkü değil. sosyal yetmez. ne yeter? onu da bilmiyorsanız mahçupyan mı öğretecek? açın okuyun. klasikleri okuyun. adam ne olmadığını söylemiş.

    '' bu kadar sanı varken, geniş cemaatin meseleyi ‘yeni’ kahramanlar yaratarak ve karanlık diktatörün varlığından medet umarak yaşatması epeyce anlaşılır bir durum gibi gözüküyor.''

    mahçupyan o yeni tırnağı içine alarak yeninin aslında yeni olmadığı, eski olduğunu ispatlıyor. dahası karanlık bir diktatör olamayacağını da eskini aslında yeni olmadığını kozmik kavramsal eşitleme yöntemiyle de ispatlayıp aradan çıkarıyor. dikta yok, çünkü sol denen şey hep aynı şey. kendi kafalarına gaz bombası sıkıyorlar. polis şiddeti yalan. esnaf da artık bunlardan tiksindi. bunlarda anlaşılamayacak bir şey yok. tabi bunları bir bağlama oturtmak, gerizekalı solculaikçicumhuriyetzümresindekiyucenisistkesim ve hayat yorgunu uzaktan kumanda zombi çocukları dışında herkesin anlayacağı bir şekilde anlatmış. iyi de yapmış. şimdi olayları gördüğü transandantal noktaya geri dönsün ve ruhların sıçrayışını, kavramların denkliğini, içseslerin kakafonisini dinleyerek bize uzaktan bir şeyler anlatmaya devam etsin.
719 entry daha
hesabın var mı? giriş yap