95 entry daha
  • öncelikle (bkz: #29283815)

    --- spoiler ---

    batman gibi bir karakterde gayet iyi işleyen "kahramanı gerçekçi zeminde, ciddiyetle ele alma" muhabbetinin spidey gibi bir karakterde yapımcıların elinde patlayacağı tespitimi bininci kez tekrar edeyim öncelikle. noir versiyonunda bile espri yapan bir karakterden bahsediyor olmamız bir yana, spider-man'in oluşum hikayesi başlı başına aşırı fantastiktir, bilim kurgudur, tesadüf etkenleri ağırlıktadır. nitekim bu yöntemin her kahramanda uygulanamayacağını man of steel ile nolan'ın kendisi bile anlamışken fanboyların hala fark edememesi biraz şaşırtıcı ve endişe verici: ki bir marvel-sever olarak söylemeliyim ki, dc'nin bile nolan'la işini bitirir bitirmez marvel hamleleriyle yeni ve büyük franchise'ların yolunu açması esas köklü devrimi kimin gerçekleştirdiğini bir kez daha doğruluyor galiba, ama konumuz bu değil.

    bugün apolitik olmakla, teknoloji bağımlılığıyla, asosyallikle suçlanan "y kuşağı"nın fotoğrafını çekebilen filmler, yirmi sene sonra dönüp iki binlere/iki bin onlara baktığımızda daha da değerlenecek. twilight, potansiyelini genç kız romansına harcadığı için bu filmlerden değil. mesela gençleri hedef kitlesine ve merkezine alan harry potter kendi olay örgüsünü o kadar ön planda tutuyor ki, on sekizli yaşlarındaki başkarakterlere bakıp bir kuşak görüntüsü alamıyoruz ağız tadıyla. burada görevini en iyi yapan filmler, seksenlerdeki john hughes'un boşluğunu bugünün mizah anlayışında doldurabildiğini düşündüğüm judd apatow'un superbad'i ve onun akrabaları bence. teknoloji geliştikçe, ulaşmak kolaylaşınca hoyratlaşan/öncelikleri çok değişen çok farklı bir kuşak bu. bundan elli sene önce yazılmış, genç bir süper kahramanın da 2010'lu yıllarda çekilen filmleri bu zorunlu adaptasyondan nasibini alacak işte. sorun, raimi'nin üçlemesini çektiği dönemdeki gençlik algısının bile çok değişmiş olması, marc webb'in hareket alanının aynı anda hem genişleyip hem daralabilmesi belki de.

    çizgi romanda bu "hızlı değişen çağa kahramanları uydurma" zorunluluğu bir "ultimate marvel universe" armağan etmişti bizlere. kısaca, earth-616 dediğimiz orijinal evrendeki tüm karakterleri bugünün dünyasına adapte edip, orijinlerini değiştirerek daha genç ve dinamik serileri sıfırdan başlatma amacı taşıyordu ve ilk kez spidey'de denenmişti. esas seride ben amca'nın ölümünün ardından sürekli bunalımlarıyla yaşayan, çok az gülümseyen aunt may'i enerjik, oturaklı ve çalışkan gwen stacy'i tembel ve uçarı, peter parker'ı farklı açıdan bir "nerd" (birazdan ne demek istediğimi açıklayacağım) olarak yeniden tanıtan bu seride tesadüf etkeni de yoktu ve kötü karakterlerin hepsi, yeni film serisindeki gibi oscorp'a bağlanmıştı. bu ultimate spider-man, webb'in yönettiği yeni serinin kaynaklarının yüzde seksenini oluşturuyor aslında. raimi'nin peter parker kompozisyonu ve oradaki peter-mj ilişkisi, aniden değişen kuşağı sıkabilirdi, ve tüm sinema evreninin baştan bir taze kana ihtiyacı vardı aslında. raimi'nin özellikle ikinci filmini çok sevsem de, reboot fikrini bu yüzden başarılı bulduğumu belirtmem gerek.

    peter parker, bu sefer ergenlik bunalımını "gerçekten" yaşayan bir karakter. herkesten farklı ve kimse onu anlamıyor, ama yaşadığı ruhsal bunalımın hayatına yansıma şekli bizimkinden çok farklı. onu bir örümcek ısırıyor ve gizli bir kimliğe sahip, kimsenin anlayamayacağı gizli bir vigilante kimliğine. içinde bir suç savaşçısı var ve onu bastırmak zorunda. kendi hayaletleriyle boğuşuyor, ama kendine has görünen sorunlarının çoğu aynı zamanda bütün new york'un ve bazen dünyanın da sorunları. dahası, raimi'nin üçlemesinde ve klasik çizgi roman serisinde gördüğümüz nerd temasının yerine gelen bugünün anlayışında bir "inek", andrew garfield'ın peter'ı. yine bilimle çok ilgileniyor ama bir ucube değil, kızlarla iletişim kurabiliyor, kibar, göz temasından yoksun değil mesela. gwen'i elde edişi o kadar zor olmuyor, kendine kızabiliyor, kusursuz değil. yeni üçlemenin getirdiği en iyi ve elzem yeniliklerden biri de ana karakterin kişiliğiyle ilgili bu anlayışı ortadan kaldırabilmesi zaten. adaptasyon sadece oyuncu değişimiyle değil, metinle ve iyi kompozisyonla da sağlanıyor, destekleniyor.
    peter'ın bu serideki esas motivasyonu gwen stacy ise (emma stone, vay arkadaş) 616 evreninden ödünç alınmış, çalışkan ama yine de tıpkı yeni peter gibi erkeklerle iletişim kurabilen bir karakter. temeller güzel yani, tam olarak sevemediğim the amazing spider-man'e şans tanımamın başlıca nedeni de bu temeli çok iyi oturtabilmesiydi zaten. şimdi net olarak ikinci filmle ilgili söyleyeceklerime geçebilirim.

    electro bir villain olarak kağıt üzerinde iyi durabilir, ama filmin en önemli aksiyon sahnelerinde o kadar havalı durmuyor maalesef. dövüşünde bir hantallık var, ama max dillon'ın motivasyonu çok hoş. karakterin taşıdığı çizgi roman sığlığı normal seyirciye mutlaka yüzeysel gelecektir, ama benim için "kimse beni anlamıyür" diyip şehre dehşet saçan bu kötü adam öyküsünü izlemek çok zevkliydi. keşke sarılı kostümünü giyip aralarda maviye dönüşseydi diye hayıflanıyorum sadece, dövüş sahneleri daha dinamik olurdu böylece. mavi tonları bir yerde sonra o kadar ağırlık kazanıyor ki filmde, rahatsızlık duymaya başlıyor insan. ultimate'lerde kingpin'in koruması olarak gördüğümüz karakteri burada sona doğru harry osborn'un yancısı olarak izliyoruz, ama oralarda da ikna edicilikten uzakta. lizard giriş filmi için iyi bir seçimdi, spidey'nin geçmişine eğilmek için fırsat sunuyordu ama electro öyle biri değil, üstelik filmi yapılacak the sinister six'in de bir parçası. ve bu kadar yüzeysel aktarılması, jamie foxx'un max dillon'ını çok beğensem de rahatsız edici.
    paul giamatti'nin rhino'su çeşit olsun diye konmuş, olmasa da hiçbir şey eksiltmezmiş filmden. ki onun olduğu son sahneler the incredibles'ın sonundaki köstebek adam sahnelerini hatırlattı bana. tiananmen şekilli çocuk, desteğini çoğunlukla halktan alan spidey için bile fazlaydı, keşke olmasaydı diyeyim hatta.
    onca kötü karakter arasında en önemli ve serinin geleceğine hizmet eden detaylardan biri de gwen'in ölümü tabii. çizgi romanda, çoğunluğun bildiği üzere köprüden düşerek hayatını kaybeden gwen'in ölümü çok anidir, bir önceki sayfadan tahmin edemezsiniz. burada ise, o ölümü perdeye aktarırken seyirciyi aynı şekilde şoklayabilmeniz pek mümkün değil maalesef. böyle bir şeyi tümüyle "sürpriz" haline getirmek, hem karakterlerin hikayelerini bilen okuyucuların sayısından dolayı, hem de filmin vizyona girişiyle internette yayılacak spoiler'ları düşününce pek akıl karı değil. bu açıdan filmin gwen'i öldürürkenki tavrı benim hoşuma gitti, (daha baştan göndermeler yapmasını kast ediyorum) sahne de* gayet güzeldi. film estetiğine/senaryo matematiğine beklediğimden iyi aktarılmış o meşhur sahne, emma stone'u özleyeceğim.

    ilk filmin en önemli soru işareti "peter'ın babası nasıl öldü?"nün cevabı daha filmin başlarında verilirken yenilerini sorup senaryoyu sürekli yeni kavşaklardan döndürmesi de zarar veriyor filme. richard parker'ın geçmişini öğreniyoruz, spidey electro ile tanışıyor, gwen peter'ı terk ediyor, harry goblin oluyor, electro dönüyor, gwen ölüyor, rhino çıkıyor. bu olayların hiçbirinin tadını tam olarak alamıyoruz, film ihtiyaç duyduğu sadelikten yoksun. bir spider-man 3 olmasa da, genel olarak beğendiğim bu devam filminin en büyük sorununun "sürekli yeni şeyler açıklama ve sorma" derdi olduğunu söyleyeyim. hararet, acele zarar veriyor biraz, ki genel resme baktığımızda franchise oluşturma sevdasında da görüyoruz bu aceleci tavrı. insanlar bu evrene tam ısınamamışken, bu film bile kimi seyirciye fazla gelebilecekken villain odaklı filmler yapmak büyük lüks ve stüdyoya felaket getirebilir. mesela şu an çekilecek bir venom filmini izlemek için pek sebep bulamıyorum ben, raimi'nin üçüncü filmdeki felaket yorumundan sonra.

    "izleme isteği" konusuna girdiğimize göre son tespitleri de yapayım. filmin reklam kampanyası felaketti malumunuz. şu an yaklaşık kırk dakikası yasal olarak internette ve maalesef hayati önem taşıyan tüm olaylar açık edilmiş bunlarda. son sahneye bile fragmanlarda yer vermek hangi kafanın ürünüdür, anlamak mümkün değil.
    ilk üçlemenin üçüncü bölümünde, kirsten dunst'ın mj'inin nedeni belirsiz bir şekilde örümceği terk edişine sinirlenmiştim, filmle ilgili en nefret ettiğim detaylardan biridir bu halen. adam örümcek adam, şehri kurtarıyor ve sen "ilişkimiz yürümüyor" deyip terk edebiliyorsun. ne var ki orada sinirlendiren bu sahne, emma stone, andrew garfield ve marc webb üçlüsünde, bir de motivasyon biraz daha güçlü olunca gerçekçilik kazanıyor bir nebze. inandık, ikna olduk kısaca, ama spider-man'in bile "sınava yoğunlaşacağım, ilişkiye ara verelim" lafıyla yüzüstü bırakılması bir "vay anasını" dedirtmedi değil.

    lafı toparlarsam, the amazing spider-man 2 yeni serinin esas girişi olma görevini yerine getiriyor ama aynı zamanda fazla hararetli, çok büyük oynayan bir film. biraz daha minimal, ayarı tutturulmuş, aynı kalibrede olamayacaksa da en azından raimi'nin spider-man 2'sini örnek alan (michael chabon'un yazdığı spidey filminden bahsediyoruz, kolay mı) devam filmleriyle, akılda tümüyle iyi kalan bir serinin temellerini atmış olması çok mümkün marc webb'in. dilerim öyle olur ve popüler "gerçekçi uyarlama" algısına ters düşmek pahasına bu "hayranları dört köşe etme" hamlelerini daha sık yaparlar. sana puanım yedi kanka.
    --- spoiler ---
148 entry daha
hesabın var mı? giriş yap