9 entry daha
  • to şiya / çu / sen gittin

    ölüm haberlerini duyduğumuz o an dünya duruyor zannediyoruz ya hani durmuyormuş. tüm acımasızlığıyla dönüyormuş. haberi aldığın o an yaşadığını veya kısa süreliğine öldüğünü hissettiren o an belleğinde onarılmayacak bir acı eşiği açıyor.

    hiç birimiz canlı çıkamayacağız bu dünyadan biliyorum ama sıralı ölüm diye bir şey vardı. ve senin anarşist bedenin bu kurala uymadı.

    bir sabahın serinliğinde bir ambulans girdi köy yoluna. tozu dumana katarak ilerleyerek durdu tahta kapının önünde. kadınlar başlarında ki tülbentlerini savurarak, dizlerine vurarak ağıtlarla koşmaya başladılar penceresi naylonla kapatılmış bu eve doğru. uzaklardan duyulan lımın lımin daye sesleri, uyuyan bebeleri, uyuklayan yaşlıları korkuyla uyandırdı . atlar huzursuz.. köpekler durmadan havlıyordu..

    üst üste konmuş taşlarla bezenmiş iki üç odalı, sarı ışıklı bu evlerin karşısında ayrık otlarıyla dolu bakımsız bir köy mezarlığı var. ağaçsız, kuşsuz öylesine yalnız. bir çukur kazıyorlar senin için. henüz 22 yıllık bedenini ve yaşanmamış bir ömrü gömmek için. bunu düşünmeden kazıyorlar öylesine mağrur. her ölüm duyulduğunda inanılmaz gelir. inanmaz insanlar tanıdıklarının ölümlerine. inanmıyoruz. yaşanmamış her düş tamamlanamadığı için genç ölümler daha bir acıtır..

    yarım kalan gülüşlerin hesabını hangi devlet verebilir? hangi hukuk sistemi acımı hafifletebilir? kurulan düşlerin tamamı sabahsız uykularda artık.

    otopsi kesiklerine bakmak bile canımı acıtmaya yeterken kalbinden vurulmuş olman çıldırtıyor insanı. su damlaları hafifçe süzülüp kirpiklerinden toprağa düşüyor. ayaklarım varmıyor yanına geleyim. biraz uzaktan izliyorum çaresizce. elimi uzatsam kalkar mısın? mucizelere inanmak istiyorum. zaman dursun istiyorum. istediklerim gerçekleşmiyor diğer tüm istediklerim gibi. sanırım ruhum ilk defa bu kadar keskin bir acıyla karşılaşıyor. ölümün kokusu bu muymuş? beyaz bir çiğdem açmış sanki saçlarında. güneş vuruyor yüzüne. parlıyor. parladıkça gözlerim doluyor. evin önüne öylece uzatmışlar seni. benzin soluk. tenin bembeyaz karlar yağmış sanki üstüne. kanın çekilmiş. yapraklarına çiğ düşmüş. nisan ayında gidilmez be çocuk baharda gelinir gidilmez. anlatamıyorum bunu sana. doğduğum ayı artık sevmiyorum.
    çocukluğunun geçtiği evin içindesin. son kez. son olması mı , yoksa bir daha olmayacak olman mı daha acı tahayyül edemiyorum. acıları yarıştırmak beyninim hüzün defterine birkaç sayfa daha eklemesine neden oluyor. her anason kokusunda hatırlayacağım asla unutmayacğım şimdiden belli.

    köy evinin dağınıklığı gibi ruhum. yorganların döşeklerin alalacele toplanmış o köhne görüntüsü , yamalı bir örtünün üstünde her şeyden habersiz uyuyan sarı bir kedi. birbirinden farklı desenli tabaklar tozlu rafta yoksulluğun o çaresiz yanını anlatırmış gibi dizilmişler. saatini ve kareli kanlı gömleğini arka odaya koymuşlar bir poşetin içine. kimse yanına yanaşamıyor poşetin. hayatımızın bir bölümünü siyah naylon poşete koymuşlar sanki.. hiç unutamayacağım bir görüntüyü daha kaydediyorum bellek çekmeceme..böyle acı hatıralar hiç olmadık yerlerde zamanlarda aniden ortaya çıkarlar biliyorum.

    tüm cesaretimi toplayarak odaya geliyorum yanına.son defa yüzünü görmem gerek. biliyor musun güldüğümüz anlardan biri geliyor o an aklıma. gülümsüyorum. sen de gülümsüyor gibi duruyorsun. aslında gülümsemiyorsun ama öyle duruyorsun. dudağının kenarından hafif bir kan damlası var. siliyorum mendille. bir damla kan damlası insanı ne kadar acıtabilir diye düşünüyorum. bir mendil niye kanar’mış şimdi daha iyi anlıyorum.

    ağzının kenarından usulca kızıl kızıl karanfiller topluyorum mezarına koymak için. seninle bu ülkenin özgürlüğü için mücadele edecektik. bunu kimse bilmiyor. du. son ve en ciddi konuşmamızda bu kararı vermiştik. şimdi ise mezarındayım. senin bir mezarın olacak ha hayretler olsun diyorum.

    hafifçe eğilip öpüyorum yanağından. buz gibisin. sıcak elimi değdiriyorum yanağına biraz ısın diye. uyansana diyorum kulağına. uyanmıyorsun çok sinirleniyorum. dışarıya çıkıyorum. gökyüzü üstüme çöküyor altında kalıyorum..bulutlar üstüme düşüyor uyanmayacağını fısıldıyor. bizim buralarda yıldızlar da bulutlar da insana çok yakın.. elini uzatsan değecek gibi dururlar. kendimize uygun bir bulut seçip üstünde oturup sigara içip özgürlük hayalleri kurardık. yıldızlara bakıp türküler söylerdik. bulutlara küsüyorum. sana da çok kızgınım. yıldızlarda artık umrumda değil. ben yeryüzünde sen gökyüzünde içiyorsun sigaranı.
    veda vakti.

    çıkıyorsun koşuşturduğun evinden eller üstünde.. son kez dönüp bakıyorsun evinin yanında ki okuluna..bahçesine.. kargacık burgacık yazılarla yazdığın defterler, yokluktan gazete kağıdıyla kapladığın kitaplar pencerenin önünde duruyor öylece öksüz. rüzgar vurdukça kapakları havalanıyor sayfaları uçuşuyor. etrafı yosunlarla kaplanmış su getirdiğin çeşmenin önünden geçiyoruz şimdi. sevdiğin kızı görmek için sayısız kez başında beklediğin çeşme uğurluyor seni. su yürüyor bizimle. yürüyoruz beyaz taşlarla kaplanmış ölüler diyarına. yürüyoruz yürüdükçe kolum kanadım kırılıyor. yürüdükçe yürüyenler senle ölüyor sanki. gözyaşımın bittiğini düşünüyorum yer yer..sonra ki yıllar anlayacağım ki bitmiyormuş gözyaşı. yanaklarım tuzlu suyun etkisinden gergin. bir an geliyor anlayamıyorum nereye yürüdüğümüzü. çok kısa bir an sonra dehşetle hatırlıyorum. bastığın yeşillikler, terini akıttığın tarla, ineklerini getirdiğin yaşlı amca, sütünü taşıdığın teyze, birlikte oyunlar oynadığın çocuklar, gülüştüğün arkadaşların, yalnız bıraktığın kardeşlerin, annen baban , çok sevdiğin hala diye seslendiğin teyzen..hepimiz arkadan yürüyoruz. bizi arkandan sürüklüyorsun o çukura doğru.

    son anlar. arapça dualar, türkçe haykırışlar ve zazaca ağıtlar..dünyanın bütün dilleri toplanıp gelse anlatamazlar acımızı.

    beyaz çok yakışırdı sana. çok yakışıklı oldum dimi derdin takılırdın bana..yakışmış derdim. beyaz bir örtüyle sarmalamışlar şimdi seni. bu sefer hiç yakışmamıştı işte. apaçık ortadaydı yakışmadığı. hiç yakışmadı bu yaptığın diyordum. duyuyorsun biliyorum. kapatıyorlar üstünü kara toprakla. birazdan bırakıp gideceğiz seni. bu düşünce insanı kahrediyor. üzerine sayamayacağımız kadar yağmur kar dolu yağacak. su yürüyecek bedenine..

    bırakıyoruz. bir daha bu topraklara adım atmayacağım diyorum. direniyorum. 7 yıl sonra gidebiliyorum. adım atar atmaz mezarına gidiyorum. mezar taşının rengi solmuş. toprağına su veriyorum. ulaşır mı çürümüş bedenine bilmiyorum. içimde ki acı dinmemiş anlıyorum. acılar genelde dinmezmiş daha iyi anlıyorum. ayaklarımı ve burnumu çekerek ayrılıyorum beyaz taşlı ölüler diyarından.. mezarlıktan çıkarken dönüp arkama bakıyorum ve kafka’nın ölüm hakkında söylediği şu cümle geliyor aklıma “ölümün olduğu bu dünyada hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında.”
18 entry daha
hesabın var mı? giriş yap