1837 entry daha
  • [az daha derli toplu ve uzun hali için reklamsız blog ve medium linkleri. el emeği göz nuru aşırı bilimsel bir grafik bile var]

    ***

    adettendir, soykırımsporluyum ama bunu tartışmayacağım, bu bir ikna yazısı değil. hatta geri kalanı soykırımı reddettiğimi farzederek de okuyabilirsiniz. zira olan bitenin soykırım tanımlamasına girip girmemesi çok az ilgimi çekiyor. ve birazdan koyun gütmem gerekiyor (mecazi değil). iki kısa tespit yapıp kaçayım:

    1) "soykırım olsaydı, bugün ermeni diye bir şey olmazdı" demeyi bırakın. bu diktatör olsaydım bana diktatör diyemezdiniz aynı aileden geliyorlar.

    adı üstünde soy-kırım, soy-kurutma değil. bm bunun tanımını yaparken "illa herkesin başarıyla öldürülmüş olması gerekir, gidişattan puan alamazsınız" dememiş.

    2) bugün gözüme çarpan popüler bir entry (veya tofaş şahin arkacam yazısı): "soysuzların soyu kırılmaz, hainlerin soyu olmaz".

    bu nedir? bence kendine güvensizlik ile güç zehirlenmesinin gayrımeşru bir çocuğudur. yani "herkesin atası yapar ama benim atalarım öyle şey yapmaz" ile "x cihana hükmettik, yamuk yapanı oyarız, kimseye de hesap vermeyiz" aynı kafatasında varolunca, bu sentez ortaya çıkıyor: "yaptıysak da yaptık ama bunlar bizim gibi tam insan değil ki".

    tarihteki her büyük haksızlığı sürdürmenin yolu, kurbanları "tam insan" olarak görmemekten geçer:

    -atina'da vatandaş demokrasisi vardı ama halkın %90'ı "tam vatandaş" değildi.

    -bağımsızlık bildirgelerinde "tanrı herkese hayat, özgürlük, ve mutluluğu arama hakkı vermiştir" diyen abd kurucu babalarının sahip olduğu köleler, "herkes"ten sayılmıyordu.

    -ırkçılar, komşularını untermenschen olarak tanımladılar ki, eninde sonunda onları katlettiklerinde katil olarak görülmesinler.

    -bugün kürt veya suriyeli mülteciler tartışmalarında da "tam insan olmadıklarını" ima eden bir dil görmek kolay. bunlar artık öyle %1'lik istisnalar değil. ortalama bir yazıdaki pkk kelimesini hamasla, kürdü müslümanla değiştirip sağcı israil sitelerine yazsak eğreti durmaz.

    burada merhametten, sevgi pıtırcılıklığından bahsetmiyorum. bazen savaşmak gerekir, bazen dümdüz etmek gerekir. ama kendini bu tip bir "ahlakçılığa" kaptırırsan, nerede duracağını bilemezsin. neden her adımda "acaba hala haklı mıyım, halen daha iyi bir alternatif yok mu" diye sorgulayasın ki, karşındaki tam bir insan değilse?

    eskiden olduğu gibi şimdi de anlaşmalar bozuluyor, ittifaklar parçalanıyor, kazıklar atılıyor, savaşlar çıkıyor, bunlar şok edici şeyler değil. ama eskinin aksine, diskurdaki salınımlar onyıllar değil, aylar alıyor sadece. türkiye'nin son 2-3 senedeki haline bakın: kardeşlik türküsü okuyan milyonlar, daha pirelli takvimlerini eskitmeden, "onlar ceset değil leş" kafasına geçtiler (ölüsü bile tam insan ölüsü değil).

    ermenilerle sonuca bağlayayım:
    2000'li yıllarda görece barış, konfor, bilgi içinde büyüyen insanlar, "soysuzların soyu kırılmaz, hainlerin soyu olmaz" ile tatmin olabiliyorlarsa, 100 sene önceki cehalet, yokluk ve din bazlı ötekileştirme içinde yetişmiş atalarımızdan çok da büyük beklentilerimiz olmamalı. zaten türk olsun, ermeni olsun, genel olarak atalarımızdan fazla bir beklentimiz olmamalı. yeterince geriye gidersek, her birimizin soyu bir katile, hırsıza, tecavüzcüye, yobaza ve aptala dayanıyor.

    ***
    ***
    ***

    edit: koyunlari güttüm geldim, bi tespit daha:

    dün başlığın en popüler yazılarından biri fikren "nüfus sayımında 1 milyon ermeni varsa nasıl 1.5 milyon ölmüş olabilir"den ibaretti.
    diğer bir popüler yazı da, "bernard lewis dahil bu kadar tarihçi soykırımı reddediyor, onların bilmediği neyi biliyorsunuz, asıl derdiniz türk düşmanlığı" diyordu. muhtemelen farkında değiller ama birbirlerini baltalıyorlar.

    (derdim hala soykırım iknası değil, o yüzden bu argümanları kapsamlı analiz etmiyorum. ve halen soykırım etiketini reddettiğimi farzederek okuyabilirsiniz)

    soykırım reddi, 1.5 milyon rakamının abartı olmasına dayanamaz. öyle olsaydı, o aynı bernard lewis'in 1 milyon üstü ermeninin öldüğünü kabul etmesini açıklamak zor olurdu. hadi 1 milyon olmadı, 100 bin oldu (öldü), o da olumlu (ölümlü). eninde sonunda daha esaslı bir red dayanağı gerekecek. bu da genel olarak iki türlü oluyor:

    1) "ama onlar da türkleri öldürdü"
    bunun zayıf noktası kronoloji ama kestirmeden gidip şu sorulabilir: onlar kabul etse sen de edecek misin? etmeyeceksen bu ara perdeyi geçip reddinin esas dayanak noktasına gelelim.

    (bu ara perdenin bir sebebi var tabii, o da insanın enayi yerine konmama isteği. bu bazen her şeyin önüne geçiyor. mesela normalde soykırımı rahat rahat tartışacak biri, taa 1992'deki hocalı katliamı yüzünden veya ermeni lobisi yüzünden buna yanaşmıyor. enayi olmak istemiyor. bu illa yanlış değil ama çoğunluk bu davranışının farkında değil. yukardaki soru, kişiyi bu farkındalığa zorluyor)

    2) "öldüler ama yapılan bir soykırım değildi"
    bunu tarihi argümanlarla destekliyorlar. nitekim lewis gibilerinin konumu da bu. bu tarihçiler ince bir çizgide yürüyorlar. yapılanları uzun uzun katliam,vahşet veya en cömert haliyle tradeji olarak betimleyip, sonrasında bir "ama" koyuyorlar: "ama yapılana soykırım denemez".

    *

    bu "ama noktası" teknik bir nokta. o noktayı tartışmak için gereken detaylı bilgi miktarı bir anda katlanıyor. tarih merakından veya tazminat korkusu gibi pragmatik nedenlerden ötürü, işin bu teknik kısmıyla ilgilenenlere eyvallah, beni sarmıyor. sarmadığı için yetkinliğim yok (ezici çoğunluk gibi). bunun farkında olduğum için de (ezici çoğunluğun aksine) konumumda fanatik değilim.

    ilgilendiğim sorun şu: bu konuyu atalarının onuruyla, kendi kimliğiyle fazla harmanlayanlar, "teknik" bir zafer kazanmayı ahlaken üstün gelmekle karıştırıyorlar. "soykırım yok, ama vahşet ve gasp var" diyen tarihçileri kullanarak olası bir tazminattan kurtarmak mümkün, ama onları kullanarak "türklüğünden utanan omurgasızlara" karşı milletinin onurunu kurtardığını düşünmek absürd.

    bu absürdlüğün kök nedeni, olaya dışardan bakabilmek yerine, kendini tartışmanın ayrılmaz bir parçası haline getirmek. olayları değil, insan olarak kendi değerini tartışmanın öznesi yapmak. böyle olunca, karşı tarafı ahlaksız ve omurgasız olarak görmek kaçınılmaz. aksi takdirde kendi değerin azalır.

    bunu yapmadan, sırf verilere bakarak tartışma yapabilen insan sayısı çok az. bunun bir versiyonu da soykırım kabulcüleri için geçerli, blogda değindim (onlar da soykırım kabulünü uygar olmakla özdeşleştirerek, kimliklerini tartışmanın ayrılmaz bir parçası yapmış oluyorlar)

    *

    eğer 1915'teki ölümler ve sonrasındaki toplu gasp (hatta 1900 öncesi başlayan olaylardan aşkalelelere uzanan hikaye) çokboyutlu bir tartışma sahasıysa, soykırım bu sahanın ortasında toprağa çizilmiş bir çizgi. zamanla, sahanın neresine bastığının önemi kayboluyor, sadece çizginin hangi tarafında olduğun önem kazanıyor.

    tarihçilerin çoğu çizginin diğer yanındalar. ezici bir çoğunluğu hatta. bernard lewis gibileriyse diyor ki "hayır, biz çizginin doğru tarafındayız ama zar zor. bastığımız yer de epey çamur". ve bizimkiler ne o diğer "satılmış" tarihçileri dinliyorlar, ne de kendi "objektif" tarihçilerinin tüm dediklerini. duymak istedikleri kısımları alkışa boğarken, duymak istemedikleri kısımlar da o alkışlarda boğuluyor. herkes gibi onlar da, ne kadar iyi insanlar olduklarının onanmasını istiyorlar.

    ***

    not: halen "ama neden soykırımı yalanlayan x belgelerinden söz etmedin?" , "neden hocalı katliamından bahsetmedin" mesajları geliyor.

    sizin suçunuz değil tabii, edebiyat hocanızı bulup dövmek lazım. bir uyarı daha koymak yerine şöyle bir oyun deneyelim: örnek verdiğim ve soykırımı reddeden bernard lewisi eleştirmedim yazıda. onun tamamen haklı olduğunu farzederek tekrar okuyun. hiç bir argümanım değişmiyor. öyleyse, o belgelerin de bu yazıyla alakası yok.

    (bkz: 23 nisan 2016 devrim yılmaz'a yardım kampanyası)
3463 entry daha
hesabın var mı? giriş yap