82 entry daha
  • öncekiler (#74558112) (#74558787)

    önceki yazılardan onun nasıl bir kişiliğe sahip olduğundan sonrada girdiği yola nasıl girdiği ve nasıl bir yöntem izlediğinden bahsettik. şimdide martin luther’in önce devlet, hemen peşinden savaş konusundaki görüşlerine bakalım. onun bu düşünceleri iyice anlamaya çalışalım.

    onun en büyük ikilemi politik nitelikli anlatı ve öğretilerinde görülür.

    genelde anlatılana bakılırsa, martin luther’i şöyle tanırız: katolik kilisesi’ne karşı cesaretle savaşım vermiş, «işte buradayım. başka bir şey yapamıyorum. yaradan yardımcım olsun. amin.» dile bir ilke edinmiş bir kahraman.

    bir kahraman olmasına kahraman belki fakat diğer bir hayli kahraman gibi sonradan sanki diktatörlüğünü duyuru etmiş olan bir kişi.

    şunu iyi bilelim: martin luther, katolik kilisesi’ne başkaldıran bir din adamı olmaktan çok, almanya üzerinde büyük tesir yaratmış bir kişidir. öyle ki, başlangıçta ifade etmiş olduğu serbestlik, özgürlük ve müsamaha savunmasını bir yana bırakıp, egemenlerin halk üzerindeki sınırsız otoritesini içeren yeni bir öğretinin vaizliğini yapmış olan bir kişi.

    bilhassa köylü savaşı’ndan sonra bu ceberrut tutumunu sürdürdüğü görülür.

    hıristiyanlıkta “anabaptistler” olarak hatıralan bir tür mezhep vardır. bu isim katolik vaftizinin çocukları uygulanmasına karşı çıkışlarından dolayı konmuştur. işte bu grup başlangıçta direk martin luther aracılığıyla ortaya çıkmıştır. hem de onlar için “sol kanat luthercileri” deyimi de kullanılmıştır. ancak bu grup mutlak değişik bir dinsel eğilimle donanmış olarak kalmamış, toplumda sınıf farklılıklarının kaldırılıp, tüm insanlar için özgürlük ve eşitlik istemeye de girişmiştir.

    martin luther çok defa sivil yöneticileri zulüm işlemek üzere cesaretlendirmiştir. işte aynı zamanda birçok anabaptist de, luther’in müsaadesiyle öldürülmüştür.

    önceleri yetkililerin kendisine karışma hakkı olmadığını ileri sürerek gerçek bir hıristiyan gibi davranmış olan luther, daha sonra kendisine karşı olanları, ona söz söylemeye cüret edenleri gerçek birer hıristiyan olarak görmeyip, m prenslerin görevinin onları durdurmak, öldürmek, asmak olduğunu söylemekten geri kalmamıştır. şöyle: «şimdiye kadar ahmakça bir şekilde, incil’in kılavuzluk edebileceği düşüncesiyle bazı insanlardan insanüstü şeyler bekledim. ancak tecrübelerim bana bu insanların tıpkı incil’de yazıldığı gibi hukuk ve kılıçla engellenmesi gerektiğini gösterdi.»

    ardında da şu sözleri gelir: «hiç kimse yöneticilere karşı koyma hakkına sahip değildir. yetkililerin günahkâr ve adaletsiz olmaları dahi, kimseye onlara karşı olma veya ayaklanma hakkını vermez. insanlar, halk kitlesi, hiçbir hakka sahip değildir. eşek ıslıkla, halk güçle yönetilmelidir. yaradan bunu bildiğinden, prenslerin eline tilki kuyruğu değil, kılıç vermiştir. yetkililer adaletsiz davransa da onlara hilesiz bir şekilde itaat etmek yaradan’nın isteğidir... haksız kötülüklere katlanmak bir insanın ruhuna hoş gelmese de bu vaziyet onun için faydalıdır.»

    martin luther ekseriyetle bir özgürlük öncüsü olarak nitelenir. oysa o, başkalarının ahlâkî davranışlarını gözetleyip kontrol eden sistem ile toplama kampları kurmuştur. onun yönergesi uyarınca prens ve yöneticiler, bundan böyle iyice incelenmemiş hiçbir kitabın basımına göz yummayacaklardır. ayrı olarak bu kitapların üslup ve dil itibariyle da luther’in belirlediği inanç öğretisine uygun olup olmadığı kontrol edilecektir.

    20. asır başlarının lüksembuglu tarihçisi frantz funck-brentanobu konuda şöyle diyor: “luther 1534’te karlstadt, jena’da bir matbaa kurmuş, ama saksonya prensi ve yüksekokul, imparatorluk fermanıyla uyuşmayan hiçbir yayına müsaade edilmeyeceğini ve bu fermana uyulmadığında, kitapların sansürleneceğini taahhüt etmişti. lııther’i burada roma katolik imparatoru’nun fermanlarından medet uman ve reform edilmiş dinin öğretilerine sıkı sıkıya bağlı olan bu insanlar için bir kontrol komisyonunun sansür uygula-
    masını isteyen biri olarak görmekteyiz.”

    funck-brentano’nun bir diğer söylemi de şöyle: “luther, saksonya prensini, kendisine göre cezalandırmayı hak eden konuşmalar yapan ve davranışlarda bulunan vaiz ve rahipler için bir cezaevi yaptırmaya ikna etti.”

    luther’in bir yazısında ise şöyle bir söz geçer: “mesih’in yalnızca bir örnek olmak için can verdiğine inanmakta ısrar eden rahipler, can verene kadar kalacakları cezaevi olan schweinitz’e götürülsün...”

    martin luther’in öğretilerinin en ehemmiyetli neticesi, halka, yönetici adaletsiz olsa da ona karşı başkaldırı ve itiraz haklarının olmadığının öğretilmesi olmuştur. ananesel görüntüsü, savaşın her türüne karşı olduğunu açıkça yansıtır. öyle ki, haksız zorbalara karşı dahi silahlı direnmeyi yasaklamıştır. «silahlı direnme, hiçbir şekilde mukaddes kitap ile bağdaşamaz.» gibi, gerçek hıristiyanlığa uygun birçok sözü vardır. ancak bir müddet sonra bu söylemlerinin tam tersini savunmaya başlamış, «savunma savaşları sadece özünü konuma değildir, öç almak için de yapılabilir. öç almak emeliyle ilan edilmiş bir savaş adaletli ve iyi bir iştir.» bile demiştir. hele türkler ile savaşmayı sanki kutsamıştır ama onu bir başka başlık altında ayrı olarak görsek daha iyi.

    işin enteresan yanı şu ki, luther savaşın dehşetinin sanırım farkına dahi varamamış. bir yazısında şöyle diyor: “bir kimse savaşta insanların nasıl boğazlandığına ve nasıl kavga ettiklerine bakmasın. bu cahillik ve küçüklük olur. böyle bir davranış bir doktorun bütün bedeni kurtarmak için yaptıklarına değil, bir el veyahut bacağı nasıl kestiğine bakmak gibidir. bir insan da savaşa doğru bakış açı-sından yaklaşmalı, savaşa yiğit gözlerle bakmalıdır. bu şekilde yaklaşıldığında savaşın da yeme, içme veyahut benzeri şeyleri yapına ihtiyacı gibi mukaddes ve ihtiyaç duyulan bir görev olduğu ortaya çıkacaktır.”

    son günlerine doğru haksız bir savaşı kutsamaya dahi hazır olduğunu dahi görüyoruz.

    işte martin luther’ın ekseriyetle ortaya serilmeyen, anlatılmasından özenle sakınılmış öteki yüzü böyle.

    devam etsek mi?
91 entry daha
hesabın var mı? giriş yap