293 entry daha
  • insan çok garip bir mahlûk. yahya galib, insan için boşuna ''zübde-i âlem'' dememiş. hakikaten öyle, her insan bambaşka bir âlem.

    insan öyle acayip bir tür ki, yaptığı her şeyi, imza attığı her hareketi ulvî bir kalıba sokmaya çalışır. dünyanın en alelâde işini bile yapsa, onu belirli yüce değerlere veya makamlara ithaf etmek gayretindedir. bu özellikle modern devirlerde iyice ayyuka çıktı. insanlar eskiden kralları, vatanları, tanrıları için yaşayıp ölürlerdi. dünyaya anlam veren şeyler belki de bu üçünden ibaretti: tanrı, anavatan ve kral. 21. yüzyılda, bu tür ulvî ve yüce gayelerin pek bir manasının kalmadığı bir dönemde yaşıyoruz. insanlar doğru düzgün ne kendilerinden aşkın bir yaratıcıya, ne doğdukları yerin vatanları olduğuna, ne de bunların anlamlı yüce değerler olduğuna inanıyorlar. ünlü alman sosyolog max weber, modern dönem için ''büyüsü bozulmuş bir dünya'' tespitini yapmıştır. evet, içerisinde yaşadığımız dünyanın büyüsü bozulmuştur, çoğu şey çözülmüştür; tanrılar dünyaya karışmaz, kralların var olması saçmadır, vatan dediğin şeyi sen seçebilir misin ki? o hâlde geriye ''yüce'' olan ne kalıyor...

    tabiat boşluk kaldırmaz. insanlar kendi kendilerine yüce bir şeyler icâd etmek gereği duydular ve buna da ''aşk'' dediler. kapitalist dönemde, ''aşk''a özel bir önem verildiği bir realitedir. yazın hayatının, yazılan romanların, şarkı sözlerinin yüzde 80 ila 90'ı bir kadınla bir erkek arasında geçen bu tutkulu duyguyu anlatıyor. başka hiçbir şey yok. en son toprağı bol olsun, johnny cash son demlerinde mahşer gününü filan anlatmıştı, ondan sonra bu da kalmadı. neden kapitalizm aşk denilen duyguyu bu kadar önemsedi ve getirip tepemize koydu ya da bizler neden her şeyi aşk için yapmaya başladık, yani şunu söylemek istiyorum, dünyadaki son derece alelâde bir iş olan ''üreme içgüdüsü''nün temel eseri olmaktan ibaret bu hormonal duyguya böyle aşkın manalar yüklememiz, aslında abes değil mi? dünyada bizden başka kimse tatmamış mı duyguyu? tatmış. yani herkes yaşıyor, az veya çok. o zaman demek ki bu ''aşk'' denilen meret o kadar da yüce veya anlamlı bir şey de değil. bunca tantana neden o zaman?

    size çok basit bir şey söyleyeyim: hayata anlam veren ve insanın sevk-i tabiîsini yöneten sadece iki ilim vardır. bunlardan bir tanesi biyolojidir; hormon, cinsel dürtü, üreme içgüdüsü vesaire, aşkın temel sebepleridir. insanlar bahar ve yaz aylarında daha çabuk aşık olur birisine meselâ, çünkü mevsim dönümlerinde hormonlar daha çok salgılanır. yaz ayları insanları böyle şeylere daha meyilli yapar. ''yaz aşkı'' diye bir kavram da var bu sebepten, çünkü bir süre sonra kışa doğru bu hormonlar azalıyor.

    ikincisi ise iktisattır. hayat dediğimiz şey, büyük bir ekonomiden ibarettir. içerisinde kendi hazzını max. kılmaya çalışan, rasyonel olduğu iddiasındaki (aslında değiller de neyse) aktörler vardır. bir insan bir diğerinden hoşlandığı vakit, onunla geçirdiği zamanlar faydası artar, zevk alır, artık her ne yapıyorlarsa. ister sohbet etsinler, ister birlikte yemek yapsınlar, ister sevişsinler; burada yapılan şey tamamen önemsiz. fakat kahretsin ki, insan olmanın karşı konulmaz bir kaderi vardır ki, o da ekonomik anlamda bizlerin aynı şeyleri tükettikçe, her birimden sonra aldığımız faydanın azalacağı gerçeğidir. partnerimizle birlikte geçirdiğimiz zamanla beraber aldığımız haz evvelâ artarak, sonra azalarak artar; fakat en nihayetinde artıyordur. sonunda böyle kararsız bir dengeye ulaşır, bir noktadan sonra hafiften düşmeye başlar, burası bir tahammül evresinden ibarettir. artık evlendiniz mi, çocuklarınız mı oldu, onlar hatırına birbirinize katlanırsınız. ya da bu aşk denilen hormonal duyguyu boşverir, samimi dostlar ve hayat arkadaşları olarak birbirinizi severek yaşarsınız. ömrü boyunca aynı kişiye bakarken kalbinin yerinden çıkacak gibi olacağını düşünen kişilere kötü bir haberim var yani, hayır öyle bir şey olmayacak.

    elbette ki hepimiz insanız ve basit insanî zaaflarla malûlüz. insan sevdiklerinden bıkabilir, ondan yüz bulamadığı zamanlar başkalarına meyledebilir. çünkü insan nankördür, aynı zamanda en büyük tutkusu bir gıdım dahi olsa, daha fazla sevilmektir. insan sevilmek için yaşar. bu sevgi açığını da başkalarından gördüğü ilgi ve alâka ile kapatmak ister, gayet normal.

    fakat netice itibariyle bu farklı olana hevesi ve tutkusu da geçicidir. üstelik aşk, yüce bir şey filan olmadığı gibi, kimyevî birtakım tepkimelerden ibarettir. yani ''aşkın gözü kör, n'aparsın aşık oldum'' filan gibi laflar boş ve abestir. bir kere bir insan, kimden hoşlanacağını veya hoşlandığını az çok bilir. bunu bilmesine karşın muhatabına mesafe koymuyorsa, başına gelen şeyi istemiş demektir. ''aşk bu...'' filan değil, sen bilerek ve isteyerek flört yaşıyorsun. bu gerçekle yüzleşin. eskiden evlilik öncesi her şey yaşanmadığı, mahremiyet diye bir duygu olduğu, kapitalizm her yere ve herkese manyak gibi cinsellik pompalamadığı, insanları aldatmanın ve bir şeylere ulaşmanın bu denli kolay ve maliyetsiz olmadığı günlerde, insanlar önlerine gelene aşık olmuyorlar, genellikle sadakatle yaşıyorlardı. şimdi öyle değil, çünkü maliyetler çok düştü. demek ki iş insanda bitiyor, aşk 500 sene önce de vardı dünyada.

    hülâsa, insanların kendi yedikleri haltlar için sıraladıkları bahanelerden sıkıldım. aşkmış da bilmem neymiş de. sanki büyük taarruzda yunan siperlerine süngü hücumu yapıyorsunuz aşk yaşarken. ne aşkmış arkadaş. aşk böyle büyük bir şey değil, senin tutkuların ve heveslerinden ibaret. ha olabilir mi, olabilir. bu hayatta kimse kimseyi sonsuza kadar sevmek zorunda değil, zaten bu insanın elinde de değil. eşini artık sevmiyor olabilirsin. daha güzelini, daha yakışıklısını bulmuşsundur. ya da sadece kaçamağın tadı tatlı geliyordur, bunların hepsine varım, insanî şeyler bunlar. herkes az buçuk yaşar bunları.

    ama şuna yokum işte: aşık oldum, benim suçum yok. bok yok abicim...
652 entry daha
hesabın var mı? giriş yap