• cocukken esyayi birak ta$larin bir görü$ mesafesi* olduguna inanirdim. okuldan eve yalniz döndügüm her gün bir cakil ta$ini okulun oralardan ayak ucumla vura vura taa evimizin oralara kadar getirir, yolda ta$in daha önce hic görmedigi seyler görmesini sagladigim icin sevinirdim. bazen acaba getirdigim yerde arkadaslari, ailesi filan var miydi diye düsünürdüm ama ta$in ufkunun acilmasi daha büyük bir kazanc gibi gelirdi.

    yaptigim sey simdi bir hayli gerizekalica gibi görünse de, aslinda bayagi bilge cocukmusum. umarim. cünkü i$in sonu aileyi, arkadaslari filan birakip kendimi yuvarlaya yuvarlaya acayip yerlere gitmeye vardi. yanilmissam cok sacma olacak.

    (bkz: cocukluk donemi sanrilari)
    bonus bakiniz: (bkz: ta$ gibi)*
  • şamanist/pagan bir meyildir.

    efendim önce etimoloji. animasyon ve animal arasındaki ilişki nedir? ikisinin de kökünde anima var. animo, "nefes alıyorum" demek. anima nefes demek, aynı zamanda "ruh". nefes alan şeyin ruhu vardır demek gibi. animal, basitçe ruhu olan demek; farsça eşdeğeri olan canaver'i biz (bkz: sözcük tabusu) nedeniyle olumsuz anlamda kullanmışız ki, aynısı ingilizce hayvan demek olup korkunç yaratık anlamına gelen beast sözcüğünde de var. yani animal, nefes kökünden türemiş "ruh"u olan demek. animasyon ne alaka? ruhu olan şey hareket eder, dolayısıyla hareket ediş de animasyondur demişler. hayat vermek, can vermek anlamı, hareket kazandırmak anlamına dönüşmüş. eski türkçe ruh, "tın". bugün "tin" diyoruz, tinsel vs gibi sözcüklerde yaşıyor. akrabası "dinlenmek", aslında tinlenmek; zira tın sözcüğü de, aynı anima gibi, nefes anlamına geliyor. nefes-ruh(canlılık)-hareket kavramları dünyanın birçok dilinde etimolojik olarak akrabadır.

    bu ne demek? hareket eden her şey canlıdır demek. kimi etken, kimi edilgen hareket eder. su akar, taş rüzgarla savrulur, hayvan kendi isteğiyle yürür; ama her şey, bir şekilde hareket eder. dolayısıyla her şeyin bir "ruh"u vardır diyebiliriz.

    belki de bundan hareketle, özellikle kadim türk şamanizmi, her nesnenin ruhu olduğunu düşünmüş. bu aynı zamanda atalar kültüyle de ilişkili: ataların ruhları, onları hatırlayan, adlarını ve ağıtlarını anan kimse kalmayınca, formlarını yitirir, biçimsizleşir, bir "ruhlar çorbası"na karışırlar. bu ruhlar çorbası yere, göğe, taşa, kuşa, ağaca, toprağa, suya sirayet eder, buna da yer-su (yir-sub) demişler. yani toprak ve suda ataların ruhları vardır, bütün materyal aleme sirayet eden, sızan, nüfuz eden bir paralel varoluş düzlemi, canlı cansız her nesneye sızar. bu yüzden hareket, yani canlılık mümkündür: canlılık ve cansızlık kaynağını sonsuz devinimli bir görünmez enerji ağından alır.

    canlı cansız her nesnenin bir frekansı vardır gibi düşünün. bir evrensel ve sabit titreşim, bütün varoluşu sarar ve içerir, bildiğimiz anlamda canlılıksa yalnızca yerel yüksek frekanslardır şamanların gözünde, modern tabirlerle ifade edersek. şamanlar da yalnızca bu görünmez titreşimle "rezonans" hali yaşayabilen, o bütün eşyayı "ruhlu" kılan kaynağa erişebilen "yetenekli" kimselerdir.

    madem etimoloji dedik, "eşya" çoğul bir sözcüktür bu arada onu söylemiş olayım. "şeyler" demek.

    böyleyken böyle, aletlerin yorulduğuna inanan sevimli ve saf ninemiz, eşyaya "yazık" diyen babamız, cansız nesnelerin de ruhu olduğunu düşünen sevimli küçük çocuğumuz, aslında fark etmeden şamanistik bir davranış sergiliyordur.
  • ruh mu denir enerji mi denir bilmem.
    universitede gerizekali bir arkadas bilgisayarimi once ranzanin ust katindan sonra da merdivenlerden dusurmustu. ustelik o gece bir makale yazip hocaya mail atmak zorundaydim.

    dogal olarak bilgisayar da tekrar acilmadi elbette.

    aldim karsima,bak dedim sen benim en kotu gunlerimi gordun.sarki,film acip karsinda aglamisligim coktur.seni hep sevdim.yeri geldi "aslanim" deyip optugum bile oldu.
    basina kotu seyler geldi,ozur dilerim.bir daha bu kadar incinmene izin vermeyecegim.lutfen,bu gece cok onemli.

    yani caresizlik insana neler yaptiriyor,neler soyletiyor inanamazsiniz.
    baskasi anlatsa yalan diyeceginiz seyleri yapiyorsunuz.

    beklenildigi gibi bilgisayar acildi ve odevimi yapip yolladim.
    ertesi gun bilgisayar tekrar acilmadi.
  • (bkz: the color of pomegranates)
    (bkz: sergey parajanov)

    sergey parajanov, tiflis gibi kozmopolit bir şehirde büyümüştür. ermeni, gürcü, azeri ve iranlı komşuları ile aynı mahalleyi paylaşmaktadır. yönetmenin babası antika işleri ile uğraşmaktadır. bu yüzden çocukluğu antikaların arasında geçmiştir. eşyaların ruhunu konuşturmayı çok iyi becerir.

    sscb’nin ilk kuruluş yıllarında, çarlık rusya’sının ruslaştırma politikaları geri çevrilmiştir. bir birlik ancak eşitler arasında olabilir. bu yüzden birliğe üye ülkelerin, milli karakterleri desteklenmiştir. ancak birliğin devam edebilmesi için de şovenizme yeni düşmemek gerekir. bu bir çatışma alanı yaratıyor. neyin şovenizm olup neyin olmadığı, sscb tarihi içerisinde değişiyor.

    moskova, bu çerçevede 1962'yi ermeni şair sayat nova yılı ilan ediyor. şairin hayatını anlatan filmin çekimlerini ise parajanov üstleniyor.

    parajanov, ermenistan'a gidip çekimlere başladığında, önüne tüm imkanları sunuyorlar.

    “lama istiyorum” diyor, gidip lama buluyorlar. kimse de “abi lamanın ermeni kültüründeki yeri nedir” diye sormuyor.

    dönemin modası sinekkaydı traştır. parajanov, “ ben takma sakal istemiyorum” diyor. ortalığa düşüp, keşişleri oynayacak sakallı adam arıyorlar.

    filmdeki tüm kutsal eşyalar, kiliselerin kasalarından çıkmadır ve taklit değildir. bu
    paha biçilmez kutsal eşyalar, sabah sayımla oyunculara veriliyor, akşam sayımla geri toplanıyor.

    oyuncular da dahil herkes ulusal figür sayat nova ve sayat nova’nın üzerinden ermenistan ile ilgili etnoğrafik bir film çekilmesini beklemektedir. film bittiği zaman ise herkesin başından aşağı kaynar sular dökülür.

    aslında parajanov çok da etnoğrafik film çekme kaygısı yok. bunun için ukrayna ile ilgili çektiği bir film örnek gösterilir. filmde, evlenme sahnesi vardır. parajanov araya bir detay kaktırmıştır. ukraynalılar filmi izleyince, “vay be! böyle bir geleneğimiz varmış ve biz unutmuşuz” diye düşünür. filmde gördükleri sahneyi, daha sonra evlilik törenlerine eklerler. geçekte ise öyle bir gelenek hiçbir zaman var olmamıştır.

    parajanov da şöyle der:
    - bana sık sık bu gerçek mi kurgu mu diye soruyorlar. ben de onlara diyorum ki evet gerçek, ama benim gördüğüm şekli ile.

    filmin tamamlanmasının ardından moskova’da rapor yazılıyor:
    -realizme ters. şairi anlatmıyor. konu yok, akış yok, başlangıç-bitiş yok, kompozisyon yok. birbiri ile alakasız görüntüler bütünü.

    ama filmi tutup çöpe de atamıyorlar. çünkü ermenistan’ın bu işe gücenmesinden çekiniyorlar. topu ermenistan’ın kucağına atıyorlar: sadece ermenistan’da sınırlı sayıda gösterilsin.

    film, ermenistan’daki sinema ile ilgili daire için de demirden leblebidir. aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. filmi çöpe atsan, halk isyan edecek; filmi olduğu gibi göstersen , bu kez insanlar “bu mu lan ulusal kahramanımız” diyecek.

    filmi, parajanov ‘un arkadaşı yeniden kurguluyor ve film bir ön yazı ile gösterime sokuluyor:
    -bu film, gerçek sayat nova’yı değil, kurgu bir şairi anlatır. şairin dünyası, savat nova’nın şiirlerinden esinlenmiştir.

    filmi, bol fularlı elitler beğeniyor. filmdeki sembolleri çözdükçe entelektüel bir keyif alıyorlar.

    orta sınıf hiç bir sik anlamıyor.

    şimdi işin bomba kısım geliyor.

    filmin çekildiği bölgede yaşayan halk, köylüler, alt tabaka -hani o tepkisinden çekindikleri zümre- ise filme bayılıyor. çok beğeniyorlar.

    aslında şaşmamak lazım. çünkü filmde eşyalar konuşur. bir ruhları vardır. izleyici, beyaz perdedeki bakır siniden çıkan sesi dinler ve anında bakırcılar çarşısına ışınlanır. bu yüzden moskova'nın anlamsız görüntüler bütünü dediği şey, izleyici için çok anlamlıdır.

    eğer günün birinde filmi izlemeye kalkarsanız, "yönetmen bu sahnede acaba ne anlatmak istemiş" diye kendinizi yormayın. eşyaların sesine kulak kabartın.
  • bu olay bebeklikten başlar anneniz yüzünden. kafanızı masaya çarpınca masayı dövüp "bi daha vurma yavrumun kafasına! al sana hıh hıh al!" diye kızan annenizin hareketlerinden masanın canlı olduğuna, ruhu olduğuna inanırsınız ve bu tip olaylarla beraber büyürsünüz.
    böyle bir çocukluk ileriki yaşlarda banyoda küvet, klozet, musluk..vb ile konuşmaya, oyuncak bebeğin kafasını vurduğunuzda, bir tarafını kestiğinizde özür dilemeye, canı acımasın diye krem kutusunu fazla sıkmamaya, eşyalar karanlıktan korkmasın diye akşam bütün evin ışıklarını açmaya neden olabilmektedir.
  • bir çeşit deli saçması gibidir ama buna inanan insan için, içinden çıkılmaz derin bir saplantı olarak, çöpçü karakterler yaratır.

    bitmiş defterler, açıla açıla küçücük kalmış kalemler, eski püskü ama hatırası olan kıyafetler, kulalnılmadığı halde atılamayan, hep bir şeyler hatırlattığı için saklanan eşyalarla dolu odalar ve evler yaratır. aslında bu kanatkar olmak gereken yoksul zamanlardan kalma bir genetik olabilir diye düşünmek mümkün. koltuk altları divan altları tıka basa kullanılmayan eşyalarla dolu ninelerin torunları olarak, bize hayrı dokunmayacak parçalardan ne umduğumuz belirsiz ama bir bağlılık duyulduğu kesin.
  • asagıdaki olayda anlatılan durumdur.

    efendim,etiler de bir magaza acılmıs,magazanın konumu muthismis,icerisine dekorasyonlardan dekorasyon begenip en guzelini yapmıslar.personel desen,satıs piyasasının en gozde elemanlarını standlarının arkalarına koymuslar.
    satısını yaptıkları mallar zaten piyasada adı duyulmus son derece kaliteli mallarmıs,hepsi super,hepsi top markalarmıs...
    ancaaaak aylarca bu magazaya tek musteri bile girip alısveris yapmamıs.
    o kadar guzellik bir aradaymıs efendim neden gelmiyormus bu musteri?
    hemen bir feng shui uzmanı cagrılmıs.feng shui uzmanı bir bayan ve asistanı hemen olay yerine gelmisler.
    bir de ne gorsunler?
    tam da para akıs yonune bilincsizce yerlestirilmis bir saksı...meger bu saksı gelme ihtimali olan butun parayı baska dukkanlara yonlendirmiyor muymus....
    hemen o saksıyı oradan kaldırmıslar ve icerisi bir anda musteriyle dolmus.

    bu hikaye gercek hayattan alınmıs olup gercek hayat nerden alınmıstır diye sorasım var,
    bir feng shui uzmanı cagırıp evime odama baktırasım var sozluk...
  • animizm. eşyaları ve çevreyi spritüel bir şekilde algılamaktır. animist inançlar ve bu inançlardan kök alan ideolojiler doğaya ve eşyaya daha saygılı oluyorlar. animizm ilk kabile toplumlarında yaygındı. daha sonra tek tanrılı dinler , her şeyi insanın hizmetine sunarak bu inancı yok etti. doğa saygı duyulan mistik bir yer halinden insanın kölesi haline geldi.
  • antikacı dükkanına girildiğinde "uvvvv ruhlar alemine geldim!" sanki dersin. vardır eşyanın bir ruhu; senin kondurduğun mana ile ilintili bir ruh.
  • (bkz: animizm)
hesabın var mı? giriş yap