• tam ismi:

    god against the gods: the history of the war between monotheism and polytheism

    (türkçesi: tanrı tanrılara karşı - en büyük ustamdı!)

    chejanın bıkmadan usanmadan tavsiye ettiği üzere hayatıma girmiş, hayatlara girmesi gereken bir jonathan kirsch kitabı.

    jonathan kirsch özellikle tevratın tanrısından başlayarak bizim semavi din dediğimiz (ki göklerle ne alakası var bilmiyorum) 3 büyük dinin "tanrı"sının ve müstebit "tanrı model"liğinin çok tanrılı dinler ile sosyokültürel bir karşılaştırması ve eleştirisini yapmış.

    kirsch haklı olarak diyor ki tek tanrılı dinlerin temel sakatlığı tanrının tek olmasıdır. yani kirsch kendisi inançsız olduğu halde insanların inançlı olmaları ile alakalı bir çekinceye sahip değil. çok tanrılığın çeşitlilik ve kültürel tolerans aralığı yarattığını, böylesi toplumlarda dinin "en büyük bizim allah" inancından doğan fetihci, haçlı, akıncı, siyonist emellere hizmet etmeyeceğini, ed-e-meyeceğini söylüyor.

    kirsch haklı, tevrattan kurana tek tanrı, çok tanrılı dinlerdeki tanrıların yaptığını yapamıyor. tek tanrı tek im diyor, kendinden başka bir tanrının varlığını kabul etmediği gibi (bkz: başka tanrıları reddeden tanrı modeli) kendinden başka tanrılara tapana da tahammül edemiyor. edemediği yetmezmiş gibi bu hal ve tavır sorgulanamıyor, mütevekkil bir eda ile kabul ediliyor, norm ve kural haline geliyor.

    tek tanrı'nın çok tanrılılığa isyan eden tavırlarına dair örnekler de çok grafik: tevrat'ın tanrısının kıskançlık krizleri geçiren hasis ve muhteris kocalar gibi ağladığını, başka tanrılara tapmışlığı bulunan kavmine binbir bela yağdırdığını, yağdıracağını görüp hayret ediyoruz. aynı şekilde hristiyanlığın da kanun hükmünde yaptırımı olan eski ve yeni ahit'in heresy adı altında dogmatik dayatmalar dışında her türlü "seçeneği" ortadan kaldırdığını (ki heresy "seçenek" kökünden geliyor) kaldırılması için hususi gayret ettiğini görüyoruz (bkz: başka mezhepleri reddeden kilise modeli). islam ise politeizmin gelmiş geçmiş en büyük düşmanlarından birisi. islam'ın merkezinde bulunan tekbir'in dahi dolaylı manası "tek tanrıdan başkasına tapma" ihtimalini ortadan kaldırmaya yönelik, "birden çok tanrı vardır" ihtimalini yalanlarcasına tekrar ediliyor.

    bütün bu çok tanrılığa karşı agresif ve oyun alanı tanımaz tavırlara karşın, islamiyet de dahil olmak üzere bütün dinlerin diğer dinlere karşı (yani diğer semavi dinlere karşı) hoşgörülü olmaktan bahsettiğini ya da hoşgörülü olduğu görmek çok zor değil. daha da ilginci semavi dinlerin ateizm ile agnostisizm ile büyük sorunları yok. şüphesiz ki bu üç inançtan birine mensup birisinin bir ateist'i göz ardı etmesi çok kolay. inançsızlık hatta aynı semavi dinler paydasında "tek tanrı" konsensüsüyle memnun mutlu yaşaması da mümkün.

    oysa ki çok tanrılılık? çok tanrılı bir dine inanan birisinin 3 dinde de (ve bu üç dinin fikir babası akenaten tarafından da) "sapkın, eciş, bücüş" gibi sığ tanımlar dışında anılmaması tesadüf değil. çok tanrılılığın inanç ortak paydasından hareket ile "tek tanrılıya" karşı ne gibi bir güçsüzlüğü var ki?

    kabul, bir adet tanrı akılda tutulması kolay, her soruya bir tane kesin ve net yanıt arayan insanlık için bulunmaz bir fikri (ve hatta hayali) tembellik. hiç bir şeyden herşeyin cevabını bulmak, herşeyden hiç birşeyin cevabını bulmaktan daha kolay. ama tek tanrılı dinlerin yayılmasına hizmet etmiş bu fonksiyonel kolaylık dışında ne var?

    politeizmin asla bitmeyen, bitmesi de gerekmeyen tanrılar envanterinden tek tanrıcılığın sınırlamasına devamlı olarak "çözüm üretmesi", daha kötüsü "tek tanrı"yı çok tanrılar kümesine dahil etmesi mümkün (ki bu çok sıklıkla rastlanan bir olaydır. hindistanda hristiyan misyonerler isanın hemen kabul görmesine sevinmiş, milyonlarca tanrının arasına yerleştirilmesine dellenmiştir.)

    denebilir ki tek tanrı iddiasının çok tanrı olma ihtimalini sıfıra indirmeden çok tanrıcılık ile baş etmesi mümkün değildir. akenatenden bu yana her türlü tek tanrı hareketi de bu sebepten bu yolu seçmiş, mevcut tanrıları yasaklamak, daha da ötesi mevcut başka tanrılar fikrini dahi unutturmaya yönelik çabalar bütünüdür.

    tek tanrıcı dinlerin hemen hemen hepsi bu yüzden merkezlerini politeizmin temelleri üzerine oturturlar. kibele'den kıble olmuş, bir zamanların politeist tapınağının kabe'leşmesi, pagan bahar kutlamalarının paskalyalaşması, aten'in adonailaşması hep bu yüzdendir.

    ve biraz da bu yüzdendir ki vakti zamanında bindiğim bir taksinin şoförü "hangi dine inanıyorsun?" sualini yönelttiğinde başlayan tartışmada agnostisizmi anlatırken "çok tanrı olma ihtimali"nden bahsettiğimde mavi ekran vermiş, beni ateist olarak görmeyi tercih etmiştir.

    hirsch uzun uzadıya teokrasiler, diktalar ve despotluklar ile tek tanrılı dinler arasında yadsınamaz bağlar kurmuşsa da, politeizm ile tüketici toplumlar arasında bir bağ kuramayarak beni üzmüştür. politeizm'in çoğulcu parlementer sistemi her ne kadar tek tanrıcılığa milyon kere yeğ tutulacaksa da, g8 ülkelerinde politeizmin yükselen trende geçmesinin bu ülkelerdeki consumerism ve birey kültürü ile örtüşmesini de göz ardı etmemeliyiz.

    sadece kendisini düşünen, kendisine customized tanrılar ve praksisler yaratan bireyin genetik ya da çevresel inanç aralığını böylesi toplumlrın pasif agresif sömürü düzeninden aldığını da söylemeden geçmemeli.

    oysa ki geçilmiş, olacak şey mi?
hesabın var mı? giriş yap