aynı isimde "gölge oyunu" başlığı da var
  • dünya klasikleri arasına girmesi gerekirken, yeterince hakkı verilmemiş olağanüstü bir film.. filmin senaristi ve yönetmeni yavuz turgul’la bu film hakkında konuşmak isterdim. hangi kafayla yazmış bu filmi? nerden esinlenmiş?

    --- spoiler ---
    hapishanedeki birinci görevli bu dünyadan değil. ölüler dünyasından. boğazındaki yara izi boğazı kesilerek öldürüldüğünü gösteriyor. kızı görünce hemen tanıyor. defterdeki mahkumların isimlerinin yanındaki kutucuklarda tarihler var. kızın annesinin isminin yanındaki kutucuklar boş.. bu da onun aslında o hapishanede değil de, başka bir dünyada bir çeşit hapishanede olduğunu gösteriyor..

    kız güvercini iyileştirdiğinde büyük hanım onu hemen tanıyor. yıllardır beklediği kişi. bir müddet bakışıyorlar. daha sonra ise kız, büyükhanımın ruhunu teslim alıyor ve acılarını dindiriyor.. yıllardır uyuyamayan büyük hanım, derin bir uykuya dalıyor..

    kızın ve annesinin dilsiz ve sağır olması, bana hz zekeriya’nın insanlarla üç gün boyunca, işaretler dışında konuşmamasını hatırlattı. buraya bi gönderme olabilir mi bilmiyorum. (ali imran 41)

    fotoğrafçı annesinin resmini görünce “öldü de diyemem, yaşıyor da..” demesi, kadının arada bir yerde kaldığını gösteriyor..

    başka bir ilginçlikse, sağır, dilsiz bi kızın kimse ırzına geçmeye kalkmıyor. üstelik pavyon ortamında. bu da ya absürt bir olay olarak konulmuş, ya da diğerleri kızı gerçekten görmüyor. bütün olay, abidin’le mahmut’un kafasında olup bitiyor..

    pavyonun isminin “rüya pavyon” olması ise başka güzel bir detay..

    filmi izlemeden önce, platon’un idealar dünyasını ve mağara alegorisini araştırırsanız daha rahat anlarsınız. çünkü bu ikisine çok sayıda gönderme var..

    birşey daha var ama, bilerek mi yapıldı yoksa tesadüf mü bilmiyorum”. mahmud “övülmüş” demek, abidinse “kullar” demek. yanyana koyun: “övülmüş kullar..”. ilginç bir detay tabi ama tamamen tesadüf de olabilir..

    bu arada şu annesine verdiği paraları hiç anlamadım. annesi öteki alemdeyse, bu dünyadaki parayla ne işi var? yavuz turgul’a tek soru hakkım olsa eğer, bunu sorardım..

    ve de filmin sonunda okunan kaside, hem filmin hem de hayatın özeti gibidir:

    “yıllarca demek hep o yalan sözlere kandım, açtım gözlerimi sanki rüyadan uyandım.”

    --- spoiler ---

    edit: filmi her seyrettiğimde yeni bir detay yakalıyorum. her seferinde burayı editlemeye devam...

    edit2: bu entry’yi ekşi şeylere almayan sözlük moderasyonunu kınıyorum..
  • yavuz turgul filmi.

    --- spoiler ---

    gölge oyunu, hayal perdesinin beyazperdeye dönüştürüldüğü fantastik bir denemedir. olaylar ağırlıklı olarak rüya pavyon'da geçer. filmin modern komikleri, karabiberleri abidin ve mahmut siyasi bir taşlama içeren gösterilerini oynarken, pavyon müşterilerinin umurlarında değildir. tıpkı illüzyonistin gösterisini tek izleyen kişinin konsomatrislerden birinin pavyona getirmek zorunda olduğu kızı olması gibi. vardırlar ama sadece arkada bir fon olarak.

    zaten filmin içinde de bir ara karagöz hacıvat oynatmaya soyunurlar. abidin ve mahmut'un gerek ezber yaptıkları, gerek kavga ettikleri sahneler bir karagöz hacıvat sahnesine artı boyutlar katılması biçimindedir. zaten kurnazlığı ve hoyratlığı abidin'i karagöz'e, naifliği ve efendiliği mahmut'u hacıvat'a yakın kılmaktadır. kumru'nun eline deve derisinden figürleri aldığı an, kimin kukla kimin kuklacı olduğu hakkında önemli bir tespittir. kumru'nun gölgeler dünyasındaki varlığı ile fiziksel varlığı sık sık birlikte sunulur.

    kumru'nun annesini bulduğu hapishanedeki evrak memurunun gırtlağında bir iz vardır. buradan hareketle kendisini asmış olabileceğini çıkartabiliriz. bu durumda hapishane kendi canını almış insanların ruhlarının tutulduğu bir yere dönüşür. o ruhların salınması için bir fidye ödenmesi gerekir. bu durumda tıpkı hades'ten ölmüşlerini almaya giden bir mitoloji figürü gibi, istanbul'un yeraltı dünyasından edindiği iki rehberiyle, sağır ve dilsiz kumru amacını hiç unutmadan bir tomar parayı annesine ulaştırır. belki de hades'e geçerken verilen iki altın sikkenin modern karşılığıdır bu paralar.

    bacakları karşılığı sesini vermiş küçük denizkızı gibi süzülür kumru. konuşmasına gerek yoktur, gözleri anlatır. duymasına gerek yoktur, hisseder. unutulmuş, bastırılmış, geride bırakılmış travmaları açığa vurur. çapkın abidin'in nasıl bir zamanlar sevdalı bir aşık olduğunu, kadınlardan uzak duran mahmut'a yapılanları, abidin'in annesi tarafından terkedilişini öğreniriz, çünkü kumru kördüğüm dilleri çözebilir ve taş kesmiş yürekleri eritebilir.

    yaşlı ev sahibesinin ölememesi ve uyuyamaması da mitolojiden izler taşır. adeta dişi bir sisyphos gibi ıstırap çekmektedir. adeta dişi bir tithonus gibi eriyerek, yaşlanarak ölümsüz olabilmiştir. kumru'nun onu sonsuz bir uykuya yatırabilmesi onun morpheus'la bağlantısını oluşturur. belki de kumru phantasos'tur, mropheus'un sahte illüzyonları gösteren kardeşi.

    fotoğrafçı da güzel bir ayrıntıdır. "şimdiki gibi polaroidler yoktu" demesi bile, resmin karanlık bir odada gün ışığı görmeden belirmesine işaret eder ki o da uyku tanrısının, somnus'un ışık görmez mağarasına atıf gibidir. fotoğraf karesi bir görüntüyü hapsedebiliyorsa, ölüm de ruhları hapsedebilmektedir. o yüzden bir fotoğrafçıdan daha iyi bir aday olamaz ölecekleri görmek için. fotoğraf'çının kumru'nun annesinin fotoğrafına bakarak söylediği, "yaşıyor da diyemem, ölmüş de" lafı tam da o araf halini ifade etmektedir.

    film tıpkı bir senfoni gibi akar. herbir sahne filmin bütünselliğiyle flört halindedir. mekan kullanımları dört dörtlüktür. pavyon, hapishane, hastane, bekar odası... hepsi abartısız ama vurucudur.

    gölgeler gerçeklerden daha mı gerçektir? kumru sağır dilsizdir ama gerçektir. konsomatrislerin sermayeleri olan dilleri müşterilerini bir hayal dünyasına hapsedecek bir araçtır. dil yalan söyler, kulaklar yalan duyar.

    varlık sanılan gölgelerin, gölgeye dönüşmüş varlıklardan daha gerçek olduğu bir masal izlemişizdir. kendimize bir iyilik yapmışızdır. küçük adamların kocaman gölgelerinin karanlığında boğulurken, gölge oyunu bizi ışığa boğmuştur.

    --- spoiler ---
  • 1990lı yılların başından itibaren yükselişe geçen yavuz turgul filmlerinden biridir. ışık kullanımı türk sinemasının standartlarının çok üstündedir. türk sinemasının "karanlık, küflü arka sokaklar" saplantısına düşmüş gibi gözükse de travesti, esrarkeş, kart orospular ucuzluğuna düşmemiştir. kaybeden insanları olağanüstü bir masalsı anlatımıyla adeta süslemiştir. özellikle şevket altuğun oyunculuğu muhteşemdir. "var mıydı, yok muydu?...kim bilir?..." sorusu film boyunca hararetini koruyor. belli belirsiz fotoğraf arkası yazısı, hayal kahramanı gibi duran silik insanlar tek kelimeyle büyüleyici...
  • filmin en anlamlı detayı yandan oturaklı motorsiklettir. zira iki arkadaşın birlikteliğini anlatan hoş bir simgedir bu. hep birbirlerini taşırlar. şevket altuğ, şener şen'in co-pilotudur adeta. birlikteyken vardırlar. ayrılarken bıyıkları kesilmiş kedi gibi yollarını, yönlerini, önlerini göremezler.
  • raeytü rabbi bi ayni kalbi (rabbimi kalbimin gözüyle gördüm)
    fe kultü men ente kale ente (ve "sen kimsin?" dedim, "sen." dedi.)

    hallac.

    ibn arabi ibn rüşd karşılaşmasında kendi aralarındaki diyalogun bir yerinde şöyle der ibn arabi: evet ve hayır. evet ve hayır arasında, nefsler maddelerinden yükselir ve kafalar bedenlerinden uçar. (aktaran henry corbin, bir'le bir olmak)

    yavuz turgul'un bu filmi çok önemli. üzerinde tefekkür edilebilecek meseleleri işliyor. özellikle kıyıda köşede kalmış olması ayrı bir muamma. bu cevher filmin neden güz yüzüne çıkartılmadığı ya da restore edilmediği gibi sorular da şurada dursun. bu film; ışık üzerinden metafiziksel birçok kavrama değiniyor: rüya, muhayyile, idealar âlemi, ân, (belki tayy-ı mekan/tayy-ı zaman), suret, zâhir ve bâtın, varlık ve yokluk.

    insan: dış ışığı söner, iç ışığı yanar: bu uykudur.
    insan: dış ışığı söner, iç ışığı söner: bu ölümdür.

    insan doğduğunda ilk rüyası başlar. sonra; her gün, her gece rüya içinde rüya görür. ve bir gün ölür, ilk rüyasından uyanır. [ibn arabi]
  • şevket altuğ'un barbaros şansal stilindeki saçları da ayrıca efsanedir bu filmde.
  • filmdeki atmosferik saz ekibinin ön sırasında süleyman demirel açıkça seçilebilir.
  • yavuz turgulun bir filmi.. bir arkadaslik destani.. sener sen ile sevket altug iki komedyendir. filmin bir yerinde sener sen, sevket altug dan ayrildigi icin onun yerine baskasi ile sahneye cikmaya baslar, ama cok da iyi anlasamazlar..

    sener sen: "eski arkadasimla boyle degildi, sirtim ona donukken bile ne yaptigini bilirdim"
    obur eleman: "niye ayrildiniz o zaman?"

    film ikilinin hayatina giren yabanci bir kizin (kiz rustu galiba) onlarin hayatlarini degistirmesini konu aliyor..
  • geçtiğimiz günlerde trt2'de rastladığım daha önceden haberimin olmayışına şaştığım olağanüstü güzel bir türk filmi. şimdilerde sık sık işlenen gerçeklik temasını işliyor. pavyonda komedyen olarak çalışan iki arkadaşın yaşamına sağır dilsiz bir kız (ki bu kızı filmde bir rus oynuyor) giriyor ve olaylar gelişiyor. müzikleri de dikkat çekecek derecede güzel. fazla bilinmiyor olmasına üzüldüğüm film. senaryosu kadar oyunculuğu da kaliteli film.
  • bu film pek bilinmese de cekildigi doneme gore asmis bir isik kulanimi ornegi verir. senaryo ise bence turk sinema tarihinin gorup gorebilecegi en saglam bir kac senaryodan biridir. sonucta bir yerde rastlanilirsa kacirilmamali izlenmelidir.
hesabın var mı? giriş yap