• sürgün verirdim senin yüreğinde*
    körpe bir güldüm elinde
    kopardın* çok zamansız
    evcil değildim ben
    soldum* ergenken
    *veren allah alır
    gülün hatrı* kaldı
    artık erkeğim değilsin başka kadının var
    ayak seslerini sık nefeslerini
    akşam ayıp heveslerini
    bazen ağzımda* bulurum dudak izlerini
    oysa artık benim hakkım değilsin*
    başımda göçebe kuşlar
    yalandı aslında suçlar
    sana göre değildim çok kısa sevindim*
    dilsiz bu taşlar
    *nakarat*
    yalandı aslında bütün suçlar.

    söz: sezen aksu- meral okay müzik: goran bregoviç
  • bir cemal süreya şiiri;
    " gülün tam ortasında ağlıyorum
    her akşam sokak ortasında öldükçe
    önümü arkamı bilmiyorum
    azaldığını duyup duyup karanlıkta
    beni ayakta tutan gözlerinin

    ellerini alıyorum sabah kadar seviyorum
    ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
    ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum
    istasyonda tiren oluyor biraz
    ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım

    gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
    her nasılsa sokağa düşmüş
    kolumu kanadımı kırıyorum
    bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı
    ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene "
  • simge özer pınarbaşı hocamız danışmanlığında zeynep alsancak'ın yaptığı başarılı bir yüksek lisans tezine konu olmuştur: "türk kültüründe gülün simgesel anlamları".

    gül sözcüğünün hem batı dillerinde hem türkçedeki yolculuğunun da ayrıntılı olarak ele alındığı tezde, özellikle hint-avrupa dillerinde 'word' kelimesiyle 'rose' kelimesinin bağlantısı dikkatimi çekti. eski ingilizcede word, dikenli çalı demekmiş (gül de dikenli çalı grubundan bir bitki). türkçeye, aynı dil ailesine (hint-avrupa) mensup farsçadan geçtiği düşünülmekte (vard, gül, gul). daha uzak bir ihtimal eski türkçe külmek/gülmek sözcüğünden geldiği. farsça nesteren, nastaran, nesrin de yaban gülü anlamında. fazlası için bakınız.
  • yunan mitolojisinde şöyle bir efsaneye konu olmuş çiçek;
    ''başlangıçta gülün rengi beyazdı; ama aphrodite yaralı arkadaşının peşinden koşarken ayağına diken battı ve kanı, kendisine adanmış olan bu çiçeği kırmızıya boyadı. idil şairi bion, tanrıçanın, adonis'in akan kanı kadar gözyaşı döktüğünü ve her damla gözyaşından bir gülün, her damla kandan bir dağlalesinin oluştuğunu anlatır.''**

    //çeviri: sevgi tamgüç
    kabalcı yayınevi//
  • çocukluğumda, o pembemsi renkte olanları ne de güzel kokardı. en son ne zaman öyle bir gül koklamışımdır, hatırlamıyorum bile. meyveyi, sebzeyi anladım da, bunlar niye eskisi gibi değil onu anlamıyorum. çocukken bir anneler gününde, artık kimin bahçesinden kopardıysak, kardeşlerimle bir demet gül götürdük anneme. benim garip anam ne yapsın çiçeği... aynı gün reçel yapmıştı, hiç unutmam. çocukluğun garibanlık kokan hatıraları bile güzel oluyor.
  • sevdiğim, ama çiçekçilerde satılan versiyonlarından ve üzerine binbir türlü anlam yapıştırılmasından nefret ettiğim çiçek.

    güller, şöyle iri, katmerli ve hafif-doğal kokusuyla güzel. bu da nedir, bahçe gülüdür, şöyle avuç dolusu açar, ispanyol gülü dedikleri kadifemsi kalın yapraklıları vardır, bordoya dönük yansımalı kırmızıdır, çok göz alıcı olur, güzeldir. beyazları olur, çok hafif kokulu, çok katmerli aşılı güldür, güzeldir. en güzeli de, gül pembesi denen tona adını veren, açık pembe, yine hafif kokulu, katmer katmer açan, dışı koyu, içeriye döndükçe yapraklarının rengi açılan güldür, müthiş güzeldir, insana resmen dokundukça, kokladıkça yaşama hevesi verir. bir de, türkiye'de pek görmediğim, fransızların pek sevdiği, yapraklarının kendisi pembe fakat uçları yeşil olan çift renkli güller vardır ki, bunların da görüntüsü hoştur, lakin diğerleri kadar büyük açmazlar.

    peki hangi güller iğrençtir? tomurcuk halde, bıraksan mis gibi açacak güller vardır, uyuz çiçekçiler bunların açılmaya başlamış yapraklarını hunharca koparır (oracıkta o herifin kafasını koparasım gelir!) tam manasıyla gülü "çük kafalı capon askeri" şekline sokarlar, daha siz "duruunn, ben öyle istemiyorum" diyemeden saldırırlar. yok, bunu söylemeye yetiştiyseniz, "öyle olur mu ama aaa" filan derler. sana ne herif, sana ne? ben gülü, insan eliyle yolunmamış, bırakınca güzel güzel açan halinde seviyorum, bu hunharlık neden, bir de çiçekçi olacaksın, az incelik bil! sonra nedir o gül tabutu gibi plastik iğrenç çiçek kutuları? yaprakları yolunup yalandan tomurcuk şekline sokulmuş bir gülü, bir de alıp kutuya tıkarlar. o kutular hep kırmızıdır. o güller de zaten kırmızı ve adeta üçgendir. kutuların üstüne seni seviyorumlar yazar, kalp şekilleri filan iliştirirler. ha, bir de unuttum, çiçekçi denen zevatlar gülün o güzelim hafifçecik doğal kokusunun üstüne, daha bi buram buram koksun diye (her şeyin abartılısını severiz ya!) parfüm sıkarlar, yok parlak gözüksün diye sim bularlar, bir de o simler düşmesin yahut simsizse bile yapraklar parlak gözüksün diye çiçeğin üstüne saç spreyi sıkıp film tabakası gibi kimyasalla kaplayıp çiçekçeğizi boğarlar. yani rezalettir her haliyle...

    şimdi bu tabuta yatırılmış, üstüne abuk subuk parfümler, spreyler sıkılmış, sime bulanmış, beyazsa da doğada bulunmayan mavi-lacivert-cırtlak turuncu-fosforlu yeşil gibi renklere boyanmış zavallı çiçekçeğizin yukarıda anlattığım, tabak gibi açmış, hafif ama mis kokulu, kadife dokulu yapraklı bahçe gülü ile ne alakası var? inadına mahvedilmiş gibi zavallı çiçek. haliyle gülden nefret ediyor çoğu insan, üstüne yapıştırılan saçma anlamlara hiç girmedim bakın. halbuki gül, bahçedeki haliyle, nasıl da naif, nasıl da hoş çiçektir... lilyum kadar baygın kokamaz, yasemin gibi insanı kendinden geçiremez, şakayık gibi renk cümbüşü içinde değil, ama kendi içinde rengarenkken nasıl da güzel!

    bir de tabii faydalı. özellikle hassas ciltli insanlar için suyu, yağı ve bunlardan üretilen kremleri, losyonları hem doğal, hem güzel. parfümler için yüzyıllardır anamadde olmasından bahsetmiyorum bile..

    kozmetik sektöründe en çok kullanılan çeşitleri rosa gallica (balkanlar'da çok yetişir)

    https://www.google.fr/…0cacq_auoaa&biw=1280&bih=707

    rosa damascena (damask gülü)

    https://www.google.fr/…0caqq_auoaa&biw=1280&bih=707

    rosa moschata (muskat gülü)

    https://www.google.fr/…cl=39650382&biw=1280&bih=707

    rose centifolia

    https://www.google.fr/…cl=39650382&biw=1280&bih=707

    rosa canina(beş yapraklı gül)

    https://www.google.fr/…cl=39650382&biw=1280&bih=707

    bir de gülün şöyle bir farkı vardır diğer çiçeklerden: hatırlıyorum, meşhur bir burunun (parfüm kreatörlerine "burun" diyor fransızlar) ropörtajını okumuştum "batı'da gül kadın kokusu olarak algılanır, doğu'da ise kadınların yanı sıra erkekler de kullanır, sakallarına gül yağı sürerler, bunu ilk gördüğümde şaşırmıştım" diyordu adam. bu açıdan bakıldığında doğru bir gözlemdir, gülün algısı coğrafyasına göre değişir, lakin diğer çiçekler genelde daima kadına aitken, gül -belki bize hoş gelmese de- iki tarafa da hitap etmektedir. hoş, aslında o nefret ettiğimiz kokunun gülün kendisiyle alakası yoktur, her ne kadar hacı yağı diye bildiğimiz şeyi gül yağı sanıyor olsak da kokusunun alakası yoktur, zaten o hacı yağları iğrenç bir yeşil yahut sarı renkte olurlar ve %100 sentetiktirler. yani, damla gül yağı içermeyen (zira çoook pahalı bir hammaddedir), ucuz, dandik, sentetik bir kokudur hacı yağı... bu yüzden de berbat kokarlar, üstelik buram buram ağırdırlar.

    tabii şimdiki parfümler de tamamen doğal değil, ama kaliteli parfümler (açık parfüm olmayanlar) %40 civarı gerçek koku içerirler, kalanı sentetik olabilir. guerlain normal parfümlere göre daha fazla çiçek yağı/doğal içerik kullanan bir markadır ki, parfümleri de diğer markalara göre bir tık daha yüksek fiyatlıdır genel skalada... ha, neden %100 doğal içerikli parfüm olmadığı sorulursa da, çiçek yağları gerçekte hafif kokar ve uçucudur, bu sebeple kokuları da geçicidir, ortalama 2 saatte bir tazelemek gerekir. bu sebeple yağlara alkol katarak kokuların ömrünü uzatmak fikri geliştirilmiştir. ayrıca misk tabir edilen -ki günümüzde doğalı asla kullanılmaz, zira hayvanlardan elde edilir, ayrıntılı açıklama için bkz. misk, sentetik miskin adı da jargonda white musk olarak geçer daima- bazı maddeler içine katılan her karışımın kokusunun etkisini ve ömrünü arttırdığı için (bir nevi monosodyum glutamat) hemen her parfümde bulunur, başkaca sentetik maddelerle de kokular desteklenir (en çok kullanılanlar sedir, meşin, tonka fasulyesi, bergamut, citrus ailesi).

    yani kısaca, gül, hem faydalı, hem güzel bir çiçektir; çiçekçilerin katletlettikleri güllere ve "gül yağı" adı altında satılan iğrenç hacı yağlarına bakıp gülün kendisini ve kokusunu hemencecik yargılamayınız, bir gül bahçesi bulup onların arasında yürüyebildiğinizde sevmeniz yüksek ihtimaldir...
  • emrah'a göre bahçeye giren güzelin, güzelliğinden duydugu hicapla kızardığı için kırmızısı olan çicek*. mor menekşe'nin de boynu aynı sebepten büküktür;

    "salındı bahçaya girdi
    çiçekler selama durdu
    mor menekşe boyun eğdi
    gül kızardı hicabından"
    (bkz: bugün ben bir güzel gördüm)
  • bir elimde saz, bir elimde şarabım var
    sarhoşum...

    bir yanımda yaz, bir yanımda kışım var yar..
    berduşum...

    ooof, ooooff

    aklım fikrim hep sende...

    ooof, ooof

    bir bülbülüm gül, sende..

    inandım yalanına, şu ömrün kalanına
    seni sığdırmasam olmaz.

    evin perdesini, açtım da zerresini
    bulamadım, güneşim doğmaz

    aaah... aahh...aaah.

    gülüm sana ah, canım sana
    çok sözlerim, az gelir.
    yokluğun birgünü bana
    inan ki bir yıl gelir.

    oooff, oooof...

    gözüm gözünde dursa,

    ooof ooof

    elim elinde dursa

    ...

    inandım yalanına, şu ömrün kalanına
    seni sığdırmasam olmaz.

    evin perdesini, açtım da zerresini
    bulamadım güneşim doğmaz..

    oof..oofff..ff

    erdem ergün - gül
  • kıyıda köşede kalmış sezen aksu şarkısı. oysa ne de güzeldir. can yakar ama can yakmayan güzel şey var mıdır ki?
    ikinci kadın olmak nedir tam da bu şarkıdır. artık çok geçtir, dön demek fayda etmez. böyle şarkı yazdırır işte aşk. elden bir şey gelmez, sen de oturur dinlersin anca.
  • kabullenmenin ve köşesine sessiz sedasız çekilmenin ardında büyük acılar barındıran bir sezen aksu-meral okay eseridir. şahsi kanaatimce goran bregoviç'in başka bir bestesi asla yakışmazdı bu sözlere, bu kadar iyi anlatamazdı sözlerdeki dingin, buruk, acılı aşkı...

    tercih edilmemiş olmanın, ama buna rağmen kendisini bırakan, belki aldatan, kendisini sevmeyen bir adamın peşinde divane oluşun sözleridir, şarkı olmuşudur.

    "sürgün verirdim senin yüreğinde...
    körpe bir güldüm elinde...
    kopardın çok zamansız;
    evcil değildim ben;
    soldum ergenken...

    veren allah alır,
    gülün hatrı kalır....

    artık erkeğim değilsin;başka kadının var........

    ayak seslerini,
    sık nefeslerini;
    akşam ayıp heveslerini...
    bazen ağzımda bulurum dudak izlerini
    oysa;
    artık benim hakkım değilsin...

    başımda göçebe kuşlar...
    yalandı aslında suçlar ...
    sana göre değildim; çok kısa sevindim....
    dilsiz bu taşlar....

    veren allah alır,
    gülün hatrı kalır....

    artık erkeğim değilsin;başka kadının var........

    ayak seslerini,
    sık nefeslerini;
    akşam ayıp heveslerini...
    bazen ağzımda bulurum dudak izlerini
    oysa;
    artık benim hakkım değilsin...

    yalandı aslında bütün suçlar...."

    (artık kim ne dese boş.. kim avutur beni? kim derdimi söküp alır içimden.. ah etsem neye yarar.. beni sevmediğin için; yahut başka birini sevdiğin için, birine aşık olduğun için, başka birinin erkeği olduğun için; kim suçlayabilir ki seni? seni...

    özlüyorum, özlüyorum ve beklemiyorum artık... seni.)
hesabın var mı? giriş yap