• ilk okulu köyde okuduğum için canım sıkılsa tenefüste bile eve gider bir şeyler atıştırma imkanım olurdu. ortaokula ilçeye taşımalı gittik orda öğle yemeği veriliyordu.
    yıl 2003 - 2007 lise zamanları taşımalı olarak ilçeye gidiyoruz. açlıkla burda tanıştım. para varsa yiyoruz yoksa açız. imkan kısıtlıysa üzüm ekmek yiyoruz bazen. pidenin en ucuzu 750 binlira. tavuk döner 1.5 milyon. pilav üstü 2.5 milyon. üzümün kilosu 500 bin. yarım kilo alsak yetiyor. 400 bin lira bir ekmek. 650 bin liraya iki kuzen doyuyoruz. üzüm mevsimi geçince simit. o da 250 bin lira. simitten sıkılınca halley çakması bir çiko + çay.
    bu arada; şimdilerde konuşan ekonomistleri dinleyince göstergeler o yılların ülkemize para aktığı en bol, en ferah zamanların olduğunu söylüyor. bize niye hiç uğramamış bilmiyorum bu refah. ektiğimiz biçtiğimiz para etmiyordu. traktör kasalarında soğanlar ırmağa dökülüyordu. karpuzlara alıcı gelmediği için ilçe pazarında çuvalını bir milyona satıyorduk. yemesem bile ineklere veririm diye alıyordu halk. büyük küçük çuval ayrımı yapmamıştık alt tarafı çuval ne kadar boyut farkı olabilirdi. bilen bilir. adam haşhaş çuvalıyla geliyordu. görmemiş aç herifler. haral derler ya ondan da büyük. işte babam 2006 senesine kadar dayanabildi. istanbul'a göçtük.
    neyse yürek burkulan kısma geceyim.henüz burkulmadıysa...

    kel mısda * derler. herşeyin en ucuzu onda bulunur. bir öğle arası cepte 50 bin lira var yok bişey. zaten varsa annem haftalık 5 milyon verirdi. evde yaptığı yoğurtları 5 kiloluk bakraçlarda 5 milyona satardı. günlük 1 milyon limitle idare etmeye çalışıyoruz. yukarda saydığım fiyatlar gibi ayransız sade pide 750 bin. ayranla 1 milyon. haftalık ekstra bişey almaya bütçe yok. 0.7 ucun bitse aç kaldın.
    şimdinin 50 kuruşu ile kel mısda dayının bakkalına girdik. karnımızı nasıl doyuralım diye. halley bozması içinde kupkuru çikolata damlası olan şey 15 kuruş * birer tane alıp çıktık. kuzen mezun oldu yanımda köyden başka bir arkadaş var. onun da bir garibanlık hikayesi var ki o da başka bir girdi konusu. kahvehaneye gittik çay 25 kuruş. çikoyu yalaya yalaya çayın son damlasına denk gelecek şekilde bitirdik.

    bir gün ilçe merkezinde oturan arkadaşım, öğlen nereye yemek yemeye gidiyorsunuz diye sordu. bazen pide bazen döner şu bu... sulu yemek yemiyor musunuz dedi. yok dedim. niye dedi. evde akşamları yiyoruz zaten dedim. olur mu lan dedi. para kalmıyor her zaman dedim. para olmayınca ne yapıyorsunuz dedi. simit yiyoruz dedim. simide para kalmazsa dedi. 'ulan bazısı durumu anlar sormaktan vazgeçer bu sordukça soruyor.' bişey yemiyoruz dedim. kel mısda dayıyı diyemedim. desem de tanımazdı onu. hadi gel bugün bizde yemek yiyelim dedi. olmaz molmaz utana sıkıla... hayır şöyle bir şey var. çorap yırtık olabilir kokuyor olabilir çekinmeye sebep çok. sanırım çorabın söküğü yoktu. bundan sonra zaten yırtıldıkça hemen dikildi. o zamanlar neyin nesiydi bilmiyorum baş parmak ve topuk fazla dayanmazdı. şimdilerde o kadar yırtılmıyor.

    sonradan öğrendim ki arkadaşım evle arası bozuk kavga etmişler. öğlen eve gitmek istemiyor bizimle takılmak istiyor. o bir hayır işledi, sonrasında da çok hayır işledi, ben de bir hayır işledim; annesiyle arası düzeldi.
  • abi sabah sabah ciğerimizi söktü elimize verdi.
    saygılar.
  • ilkokulda harçlığım bir simit bir gazoz alacak kadardı. öğle arasında da öyle yapardım. bir öğle arasında sınıftaki yakın arkadaşımı gördüm. hiçbir şey yemeden bahçe kenarında oturuyordu. yanına gittim, sordum. parası yokmuş. o gün simitimin ve gazozumun yarısını onunla paylaştım. sonraki gün de. ama sonraki gün bahçede de göremedim. şimdilerde anlıyorum (tahmin ediyorum) ki onunla sürekli paylaşmamdan utanmış ve artık göz önünde olmayan bir yerlerde vakit geçirmeye başlamış. sonralarda 12 kardeşli bir ailenin 11. çocuğu olduğunu öğrenmiştim.
    meğer bir simit bir gazozla ben aslında özenilecek zenginlikteymişim:(
  • off hangi birini anlatsam bilemedim... anadolu lisesi hazirliktayim... kasim sonu falan, kabanim yok incecik bir hirka ile gidip geliyorum okula. o zamanlarda benim askeriyede pilot olan kuzenim bizim memlekette calisiyo. bize gelicekmis yemege (annem babam ayri, ben annemle yasiyorum, o da yemege gelirdi arada bize ). otobusten indim, yagmur yagiyo, eve yuruyorum. bi araba durdu, sen napiyosun bu yagmurda dedi, eve gidiyorum dedim, kaskati olmusum soguktan. bin arabaya cabuk dedi. bana cok guzel bi kaban almisti, ortaligi ayaga kaldirmisti. bu cocugun nasil kabani olmaz bana nasil soylemezsiniz diye. 1-2 yil sonra diyarbakir’da sehit oldu, bana hayatimin en buyuk travmalarindan birini yasatti orasi ayri. keske gorebilseydi bugunlerimi.
  • ortaokulda okurken annemle yasadigim zamanda galatasaray alt yapisinda basket oynadigim icin orada kalan eski ve onu patlak 2 numara buyuk bir spor ayakkabi vermisler, onu giyiyorum.

    liseye basladiktan sonra peder bey ile yasamaya basladim. 2001 yili kis sonlari, 13 yasindayim lise 1deyim. okul bizi bir geziye goturecek, katilmak ve kosele ayakkabi giymek zorunlu. peder beycigime konuyu actim, durum budur bana bir ayakkabi sart oldu, butun kisi patlak ayakkabi ile gecirdik ancak okul sart kosuyor diye. yanlis anlasilmasin, peder beyin de sirketi arabalari fln var hani fakir falan degil, gayet hali vakti yerinde. yavsak sadece biraz. eksik olmasin soyle bir cozum buldu, kendi giymedigi ve benim ayagimdan 2 numara kucuk olan bir ayakkabiyi zorlamak suretiyle bana giydirdi. ertesi gun sabahtan aksama kadar o ayakkabi ile gezmek mumkun olmadi tabi, bir kac saat gezdim, sonra tirnagim simsiyah oldugunda cikardim. saatlerce (hem gezide hem de eve donerken) yalin ayak gezdim.

    simdi camdan disari baktigimda mustang'imi goruyorum. ortaokula donup annem ile yasamak icin mustange benzin dokmeyi bir saniye dusunmezdim bile gerci. allah rahmet etsin.
  • ilkokula giderken her sabah çorap bulabilmek için dakikalarca çorap arardım, ya delik çıkardı ya teki olmazdı. hayır durumumuz o kadar içler acısı da değildi ama almazdı rahmetli. ayakkabı, elbise, önlük sorunumuz olurdu sürekli. şimdi bakıyorum da içler acısıymış halimiz.
    edit:imla
  • iki ayakkabım var o zamanlar. biri bayramdan bayrama giydiğim makosenler, diğeri artık ayağımla bütünleşmiş, altında kocaman bir delik barındıran, spor ayakkabısıyım iddiası taşıyan meşin plastik karışımı hamurlaşmaya yüz tutmuş bir nesne..

    ayağımın altı görünecek görecekler diye ödüm kopardı. delikten taş girer canımı yakardı. gider tenha bir köşede taşı çıkartırdım. yağmurlu günlerde hayliyle su çeker, coraplarım hep oradan delinirdi. karton kesip koyardım icine. kabusum olmuştu o mavi beyaz, yanlarında çavuş rütbesi gibi iki tik süslemeli ayakkabılar..

    hiç sekmez, aydan aya bir yapı- konut kooperatifine para ödenirdi bizim evde. babam elinde kağıt kalem sürekli hesap yapardı. desem ki " yeni bir spor ayakkabı lazım bana, bunun altı delindi" alınırdı alınmasına. gariban bir aile degildik ama mazbut bir yaşam sürdük. herşey kılı kılına yetişirdi .memur çocuğuyduk.

    çocuk aklımla bile, babamın çizdiği muhasebe " t" 'sinde borçlar hanesinin bir öznesi olmak istemezdim. empati yapardım. taa o zamanlardan gelen bir huy. kimseden birşey isteyememe hallerim.

    okulda tektip okul kıyafetlerimiz sayesinde eşit görünüyor olsak bile, papuçlarımız her seferinde bizi ele verir, bozardı kurulan eşitlikleri..

    bakmayın çocuklar bencil ve dibine kadar da kapitalistlerdir. bir tarafları fena acımasızdır. o yıllarda bisiklet, futbol topu, renkli televizyon, kasetçalar teyp, araba, komodor 64 bilgisayar, volkmen, konçları şismeli nike spor ayakkabılar çocuklar arasında acaip statü sembolü olurdu.. bu saydığım şeyler, evinde olana itibar, olmayana eziklik tattırırdı...

    ayakkabımın altında ki o delik , tenefüs zili çaldığında hayvan gibi oradan oraya koşmamı bile engellerdi. görünürse rezil olurum diye maç yaparken bile büyük metin gibi fuleli kosmamı engellerdi-)

    bir delik nasıl da insanı tekrar tekrar o anlara savuran bir kara deliğe dönüşüyor.. her seferinde ruhumun girdaplarından, ayağına taş bağlı bir ceset gibi su üstüne çıkıveriyor. cünkü yaşanan travmalar bisiklete binmek gibi seylerdir. asla unutulmaz..

    boylu boyunca kaldırımda kanlar içinde hareketsiz yatan yakışıklı bir adam. mesela o da hiç unutulmaz. ayakkabısının altına doğru zoom yaparak çekim yapan bir foto muhabir. yüreği eziliyor insanın, acı katlanıyor.

    demek ki birinin ayakkabısı altındaki deliği farketmek, sadece ölmesi ya da kendi iradesi dışında mümkün. iyi saklanan bir sır.

    o adam hrant dink" ..güvercin tedirgini de olsa asla göstermediği yarası gibi , ayakkabısı altında ki o ibretlik deliğiyle.

    asıl utanması, yerin dibine geçmesi gerekenler dururken, katiller hırsızlar mesela; neden saklanır ki altı delik ayakkabılar ? utandıklarımızın aslında onur duyulası şeref madalyalarımız olduğunu öğrenmiş olsak bile neden saklarız?

    vardır böyle birşey çocukluktan gelen.
    haysiyetini şerefini satmamak uğruna altı delik ayakkabıyla gezen gerçek yurttaşlara başta hrant'a selam olsun.

    huzurla uyu yurttaşım hrant
  • ne zaman bir yerlerde şu greta'nın "you have stolen my dreams and my childhood'" lafını görsem aklıma gelen bir anım var.
    gerçek garibanlar hiçbir zaman tam manasıyla çocuk olamazlar; hani koşturursun, şaklabanlık yaparsın ama biraz sahnenin dışında kaldığında diğer çocuklardan farklı olduğunu anlarsın.
    yıllardan 2001, nasıl olduysa harçlık bile almayan ben piyano kursuna yazılmışım ve ders aldığım kişi de eski sovyet sisteminden geçmiş muazzam bir öğretmen. hani ailede para olduğundan değil de kadıncağız yeni bir ülkeye geldiği için düzenini kurmaya ve az da olsa bir şeyler kazanmaya çalıştığından ders ücreti aileme uygun geldi de gönderdiler. okuldan sonra seke seke gidiyorum, bir müzik kursu ile ortaklık kurmuş, orada ders yapıyoruz. o sırada ilkokuldaki en iyi arkadaşım da aynı kursta, hem rekabet hem de dostluk bizi daha da motive etmekte. malum kriz vurduğunda babam beni çağırıp "oğlum, şu an sıkıntılı bir dönem, ne yazık ki kursuna devam edemeyeceksin." demişti. aslında yaşım henüz 8, fakat o anda yirmileri görüvermiştim. "peki sonra gidebilecek miyim baba?" dedim, babam da "fırsat olursa neden olmasın oğlum" demişti.* sonraki yıllarda milletin daha karne almadan hediyesini istemesi, bayramlar dışında harçlık almaları, hatta cep telefonları yaygınlaşınca senede bir telefon değiştirmeleri bana hep tuhaf geldi.
    gün içerisinde sık sık karşılaştığınız sıradan garibanlık durumları dışında bir de çocukluğunuzu bir anda bitiren özel anılardır. unutmadan, greta sen haksızsın ve sana laflar hazırladım *
  • bornovada üniversite okurken cebimdeki son 10 tl ile izmir kumru yiyecektim.tam dükkana girerken küçük bi çocuk “abi karnım aç para verirmisin” gibisinden bişeyler söyledi.”gel yemek söyleyeyim “dedim.bi kumru bi ayran söyledim.(evet o zamanlar 10 tl ye ikisini alabiliyordunuz)parasını ödedim ve başka param kalmamıştı.sadece bir tane kredi kartım vardı ve onunda limiti yoktu.deli gibi acıkmış halde eve gittim ve o gün açlıktan uyuyamadığımı hatırlıyorum.tanrı varsa kimseyi açlıkla sınamasın.kimse dünyada aç kalmasın.
    t : hatırlanmak istenmeyen anılardır.
  • babam memurdu. 3 kardesiz. abilerim unvde okurdu. tam o zamanlar ortaokuldayken tenefuste kantinden yiyecek alacak param olmazdi. arkadaslarim pizza dilimi-sucuklu tost- pogaca ve yaninda kola-meyve suyu filan alabiliyorlardi. bense sadece annemin okulda yemem icin verdigi gazeteye sarili ekmek arasi domates yerdim ;) yaninda da wc den doldurabildigim aylarca kullandigim su sisesi.
hesabın var mı? giriş yap