• 3 kızın birden kutsi'ye aşık olması yüzünden benim gözümde fantastik bilim-kurgu kategorisinde olan dizi.
  • bu kitapta şöyle de bir hikayecik vardı: bir adam "açık" karısı ile (başında örtü yok demek istiyor) bir halıcıya gider. bir kaç halı sorar, sonra duvardaki camekanda asılı halıyı beğenip almak ister. dükkan sahibi "efendim satılık değil, teşhir için o." der. adam ısrar eder: "fiyatı neyse vereceğim. teşhir edilen malı satmak zorundasınız" der. bunun üzerine dükkan sahibi: "öyle mi efendim? acaba karınız kaç lira?" der. adam öfkelenir, "sen ne demek istiyorsun" gibilerinden. dükkan sahibi de: "siz demediniz mi teşhir edilen her mal satılıktır" diye der.

    yorumu size bırakıyorum, ben kitabı okuduğumda gençtim, bünye dayanıksız, midem bulanmıştı.
  • daha ilk bölümünün ilk saatinde 7674840 adet saçmalık barındırmasıyla rekoru ele geçirmiştir.

    ben böyle bir dizi görmedim arkadaş.. şimdi de fabrikatör kızı kutsi'nin peşinden camiye teraviye gitti.

    ulan onbeş saniyede geçen diyaloglara bak :

    -seni bu akşam camide mi gördüm?
    -sen de mi ordaydın?
    -dünkü sempozyum da sürpriz oldu.
    -çok etkiliydi iletişimin..
    -o gece beni bardan aldığın gece..
    -önemli değildi.
    -herkesi kucağında evine taşımıyorsun ama..

    derken kızla oğlanın masasına öbürkü kız araba anahtarı atar. reklam girer.

    bunların üzerine ben sahneye girsem, götümü açıp kameraya holololo yapsam sırıtmaz valla..
  • yapımcısını bizleri angut yerine koyduğu için şiddetle kınadığım dizidir; lan hayriye hanım'ın olduğu sokakta huzur olabilir mi hiç, mümkün mü amk? yer miyiz biz?
  • yazıldığı dönemde çok ciddi bir sosyolojik olguya işaret eden roman.

    bu olgu nedir. efendim o dönemde muhafazakar aileler erkek çocuklarını okuturlar, kız çocuklarını okutmazlardı. modern aileler ise kız çocuklarını da okuturlardı.

    bu durum muhafazakar erkekler (bilal ya da bilaller) için iki taraflı bir uçurumun ortasında kalmak gibiydi. zira dindar muhafazakar bir kültürün içerisinden geldikleri için üniversite eğitiminin getirdiği sosyal ortama bir türlü tam olarak giremiyorlardı. dindar yapıları modern hayat ile aralarında bir uçurum oluşturuyordu. öte taraftan artık eğitim almışlar, farklı dünyaları tanımışlar ve kabuklarından bir şekilde de olsa çıkmışlardı. bu yüzden içinden çıktıkları muhafazakar dünyaya da tam olarak uyum sağlayamıyorlardı.

    bu iki taraflı uçurum aşk hayatını da etkiledi. ne modern başı açık kızlarla doğru dürüst bir ilişki yaşayabiliyorlar ne de okumamış başı kapalı kızlara aşık olabiliyorlardı. bir tarafta gönüllerinin çektiği başı açık feyza. öte tarafta kültürünün zorladığı başörtülü şükran arasında bir hayat.

    işte bilal olmak böyle bir şeydir. ve ben çok bilal tanıdım. belki hepsi feyza prototipine uygun bir kıza aşık olmuş ama sonunda bir şükran'la evlenmişti.

    ancak gelin görün ki, bu roman ve romanın peşi sıra çekilen film o sosyoyojik gerçeğe uygun olsa da bugün çekilen dizi sosyolojik gerçeğe uygun değil.

    çünkü ne bilal eski bilal, ne feyza eski feyza ne de şükran eski şükran. muhafazakarlar kabuğundan çıkmak ne demek resmen uçuşa geçmişler. başı açık olmak ise eskisi gibi değil, pek çok başı açık insan başörtülü gezinen kızlardan on kat daha dindar muhafazakar.

    kısaca bu romanın dizisi de artık bugünün gerçeklerine uygun filan değil.
  • bu dizideki kapalı kadınların arada açık olarak sahnelenmesini namahrem bulabilen izleyicilerini bana göstermiş dizidir. arkadaşım, onlar orada oyuncu hani sanki gerçek hayatta da çarşafla türbanla gezen tipler değil. adamlar sanki bir ibadet olarak dizi çekiyorlar. saçlarını mozaiklesinlermiş, kanlı vahşetli bir şey sanki saç lan saç. puhahahahaha...
  • geçen gün kutsi'nin esas (tesettürlü) kızla evlendiği kısmın fragmanını gördüm ve fragmandaki kutsi'nin zihnine ışınlandım. bu entry'i oradan yazıyorum:

    "bu bir muhafazakar düğünü, geline yumulmamalıyım. yumulma kutsi... tesettüre odaklan. tahrik olma, tahrik olmayacağın şeyler düşün, kaplıcadasın kutsi, ihlas armutlu kaplıcalarındasın ve etrafında seksen tane siyatikli insan var, hepsi de ısrarla sana saray çikilop ikram etmeye çalışıyor. şimdi sakince gelini iki omuz başından tut ve alnına muhafazakar bir öpücük kondur, evet yapabilirsin"
  • kitabını okumadım ama en azından dizideki mantık çok saçma, birilerinin bunu "süper fikir" olarak görmüş olma ihtimali beni ürkütüyor. bu salak dizide çok tuhaf uçlar var: bir tarafta muhafazakar, kendi halinde insanlar "efendi efendi" yaşıyor; diğer tarafta ise fettan mı fettan, "ah şunu tavlarsan al arabam seni olsun" tribine giren, "pis laikçi" kızlar var. çok net bir iyi-kötü çatışması görmek mümkün, ki hayat böyle değil.

    "islam çok güzel gelsene"
  • muhafazakar islamcı kesimi anlamak için okunması gereken romanların başında gelen kitap. (dizisini izlemedim ne yalan söyleyeyim. dizisini izlemek yerine kitabını okumayı tercih ettim.)
    yararlandığım kaynağın künyesi şudur:
    şule yüksel şenler (2012) huzur sokağı (105. baskı), timaş: istanbul

    nasıl ki yıllarca türbanlılar karikatürize edilmişse, anlaşılıyor ki onlar da türbansızları hayli karikatürize etmiş. demek ki öncelikle önyargılarımızı kırmamız gerekecek.

    nasıl ki laik kesim türbanlılara önyargılarını bırakmalılar ise, muhafazakar-islamcı kesimin de başı açık üniversiteli kızlarımıza karşı önyargılarını kırmaları gerek. (ön not: tabii ki bu kitap tüm üniversiteli kızları genellemiyor. sadece önyargıyı kalıplaştıran bilinçaltını iyi okuyalım diye bu alıntıları veriyorum.) : “bu kızlara üniversite talebesi demeye insanın dili varmazdı… barlarda vazifeleri gönül eğlendirmekten ibaret olan konsomatris kızlardan ayırt edilemeyecek kadar aşağı bir zavallılık içindeydiler…” (s. 19) “istanbul’a gidip o okumuş yosmalardan mı olacaksın?” (s. 24)

    kötü kadını nasıl tanırız? kitaba göre, mini etek giymesinden ve makyaj yapmasından tanırız: “zeynep, bilal’i büyük bir sükutuhayale uğrattı. … artık makyaj da yapmaya başlamıştı.. zeynep’in elbiseleri de kısalmaktaydı.” (s. 25) öyle bir ulvi yerdir ki huzur sokağı “mini etekli kızlar, adeta söz birliği etmişçesine bu sokaktan geçmezlerdi… gizli bir utanç ve çekinme hissi duyarlardı.” (s. 44)

    neden kızıyor? çünkü bu kızlarımızı teşhirci buluyor kitap: “her tarafını açıp saçarak kendini, güzelim vücudunu el alemin bin bir erkeğin gözleri önüne serip teşhir edersen satılık bir mal gibi olursun.” (s.144-145)

    kötü kadının diğer bir özelliği şudur kitaba göre: “avrupa özentisi, garb bozuntusu…” (s. 21)

    bu arada aklıma yakup kadri geldi. (not: demek ki ortak olduğumuz bir nokta hala bulunabilir.) ankara romanında şu eleştiride bulunur: “türk kadını, hürriyetini dans etmek, tırnaklarını boyamak ve rue de la paix’nin kanunlarına esir bir süslü kukla olmak için değil, yeni türkiye’nin kuruluşunda ve kalkınışında kendisine düşen ciddi ve ağır vazifeyi görmek için isteyecekti, kullanacaktı. ve türk erkekleri garplılaşma hareketini tanzimat beyinin garpperestliğiyle, alafrangalığıyla bir ayarda tutmayacaktı” (s.135). nitekim garpçılık bir eğlence tarzı değildir. “her şeyden evvel bir yapma, yaratma, kurma, iletme ve işletme gücüdür” (s.144) .
    (bkz: ankara/#16518952)

    bilinç altı okumasına devam edeyim. kadınların okumasını gerçekten istiyor mu bu kitap? hilal’in okuma arzusuna odaklanırsak evet. peki ya ayrıntılar? “seval: hem zaten okumaktan da vazgeçtim. memleketime, evime dönüp, hanım hanımcık, çeyiz işleyeceğim kendime. ahlaken de böylesine çökmüş bir cemiyette okumaktan da ikrah ettim zira.” (s.95)
    (bkz: afferin çok doğru düşünmüşsün)

    bu alıntı aslında ev-odaklı kadın tipini dışa vuruyor: “lüzumu olmadıkça asla sokağa çıkmayan, saadeti, huzuru yalnız evinde duyan…” (s.21)

    okumak mı istiyorsun? o zaman neyi okumamız gerektiğini bize söylüyor roman: “kütüphanesinde ne kadar roman vs. lüzumsuz kitap varsa hepsini atmış, yerine yeni almış olduğu dini eserleri, faydalı fikir kitaplarını, kur’an tefsirlerini, hadis kitaplarını ve lüzumlu ilmihalleri koymuştu…” (s.155)

    ben bugüne kadar romanların lüzumsuz olduğunu ve sadece dini eserler okunması gerektiğini ilk defa burada okudum. kırılması gereken önyargılardan biri de bu olsa gerek. her düşünceye nasıl saygı göstermeliysek, “bizden olmayan” kitapları da lüzumsuz olarak değerlendirmemekte fayda var.

    bir de sanki “örtünüp namaz kılmayınca” müslümanlığın sadece “nüfus kağıdının sahifeleri arasında gizli” (s. 180) olduğu söyleniyor. böyle müslüman olunmaz demiyor yanlış anlamayın: “elbette müslüman olur… ama allah’ın sevdiği değil, sevmediği müslümanlardan olur.” (s. 291) hele ki küçük hilal’in sözleri bunu net olarak yansıtıyor (çocuk konuşması ile): “böle mini etek iyelsem, başöytü tatmasam, namasımı tılmassam, kaka müslüman olulum. sonra allah beni sevmes. cennetine koymas. beni ateşe atay.” (s. 177)

    dini tartışmaya girmiyorum hiç ama kimin müslüman olduğuna, kimin allah tarafından daha çok sevildiğine bari siz karar vermeyin. hele ki kaka müslüman-iyi müslüman ayrımından uzak durun. kırılması gereken bir önyargı da bu.

    diyorum ya, birbirimizi anlamamız gerek önce. böylece ön yargıları kırarız. ben önyargılarımı kırmaya çalışıyorum. tek taraflı okuma yapmamaya çalışıyorum. lüzumsuz olarak görmüyorum hiçbir kitabı. sanırım önce buradan başlamak gerekiyor.
  • bu dizi ile anlamış olduk ki, ülkemizde başı açık insanlar zirveye oynuyorlar, para içerisinde yüzerken insanları küçük görüyorlar, şehvete yöneliyorlar, zina yapıyorlar falan. başı kapalı insanlar dışında ülkemizde namaz kılan, oruç tutan olmadığı gibi, onlar dürüstlüklerinden dolayı fakirliğin dibine vurmuş, azimli ve melek gibi insanlar.

    anladık, fakir edebiyatı yaparak ülkedeki belli kesimi sempatik göstermeye çalışıyorsunuz ama akp gibi bir örnek var gözümüzün önünde. adamlar bu fakirlerin oylarından beslenip zenginlerin kümesine yumurtlamışlar daha ne olsun.

    ama benim halkım bu diziyi izler mi? izler. bu oyunlara gelir mi? gelir. maalesef.
hesabın var mı? giriş yap