• siyah köpekler'de, insanın hayatını yöneten güçlere karşı bireylerin verdiği savaşı anlatan yazar. romanlarında aşk ve hitchcock tarzı bir gerilim eksik olmaz. dili o kadar ustaca kullanır ki, satırlarda neredeyse matematiksel bir denklem hisedilir. okurun asla satırların arasından kayıp gitmesine izin vermez. çevirisi zor olan yazarlardandır.
  • "yabancı kucak"*da venedik'de tatil yapan bir ingiliz çiftin, gizemli bir karı koca'nın ağına düşmesini sürekli yükselen bir gerilim eşliğinde anlatır. tarzı john fowles'a yakındır. (fowles da, fi tarihindeki bir söyleşisinde mcewan'ı çok tuttuğunu belirtmişti).
  • androjen beynine bayıldığım yazar. (bkz: androjen/#7708143) kadını da erkeği de çocuğu da müthiş güzel yazıyor; onların ağızlarında yazdıkları hiç iğreti durmuyor öyle güzel otuyor ki yazarın cinsiyeti konusunda kafanız karışıyor, sonra kendinize kızıp hayran hayran okumaya devam ediyorsunuz.

    bir de son okuduğum child in time ile okumakta olduğum saturday'de ortak yakaladığım, enduring loveda da geçen bir tekrarlama var ki her seferinde soluğumu tutup büyük bir keyifle okuyorum. diğer kitaplarında da vardır belki ama hatırlamıyorum. ama bunu bir kenara bırakırsak bir çiftin yakınlığını, sevgisini, birbirinin gözündeki değerini, bunun fiziksel ifadelere dokunmaya, eş'in eşyalarına dokunmaya, sevişmeye, kucaklaşmaya, sarılıp yatmaya yansımasını o kadar güzel anlatıyor ki. hani bazı bazı o büyülü, o mucizevi yakınlığı, birbirine karışma, o savunmasız kalma hallerini bir parçalıyor belki ama içten içe onun sadece bir süreç olduğunu o sihri yakalayanların asla çok uzak kalamayacağı umudunu da veriyor. aşkı/aşkın o şefkatli ama tutkulu hallerini anlatmasına bayılıyorum bu adamın. çok !
  • son kitabı "the children act" , " çocuk yasası " adıyla roza hakmen'in nefis çevirisiyle yapı kredi yayınlarından çıkmıştır.

    kamusal sorumluluklarımızla kişisel sorumluluklarımız arasındaki kırılgan sınırlar, bu sorumlulukları cesurca üstlenebilmemiz ve üstlenemememiz, sanatın ve basit, sade, samimice yaşananların büyüksü inançlar, dogmalar (en yüce, ulu şeyler adına bile olsa) karşısındaki gücü, sevginin çok farklı şekillerde hissedilişi, anlayamamanın ve anlaşılamamanın trajikliği...

    bunlar üzerinde düşündürürken aynı zamanda tüm bunları müthiş bir kurguyla tam da yüreğimizde hissettiriyor mcewan. tam bir edebiyat şöleni.

    edebiyatseverlerin müthiş keyif alacağı bir eser.

    çevirmen roza hakmen'i de ayrıca kutlamak gerekiyor.
  • okudugunuzda "yani bir dil bu kadar mi guzel olur, bu kadar mi harikulade kullanilir" diye kendi kendinize sormaniza neden olabilecek ve ingilizceye gipta edip saygi duyacaginiz, verdigi edebi tadin damaginizdan ve zihninizden asla cikmayacagi, yazar olma durumunu, askerligi ve hemsireligi boylesine yetkin ve harikulade anlatmayi basardigi ve sonu itibariyle de okuyucuya essiz bir bitis sunan atonement adli booker prizeodullu romanin yazaridir kendileri.
  • sonsuz ask adlı kitabıyla ingiltere'nin en önemli edebiyat ödüllerinden booker'ı almaya hak kazanan yazar. tüm kitaplarında cinsel sapkınlık, hastalıklı ve tutku derecesinde a$klar, $iddet ve paranoya öğelerine sıkça yer veriyor. siyah kopekler adlı kitabında olduğu gibi, ödül kazanan "sonsuz a$k" kitabında da tanri ve inanç konularına gönderme yapıyor.
  • 1948 yılında aldershot, ingiltere'de doğdu. babası subay olduğu için çocukluğunu singapur ve tripoli'de geçirdi. 1967 yılında, ingiltere'de, sussex üniversitesi'nde edebiyat okumaya başladı, daha sonra east anglia üniversitesi'nde yüksek lisans yaptı. kırk yaşına vardığında yirmiden fazla kısa öykü, üç kısa roman, televizyon için üç öykü ve bir senaryo yazmıştı bile. 1975 yılında kısa öyküleri yayımlanan yazar somerset maugham ödülü'nü kazandı. 1978 yılında yayımlanan the cement garden adlı romanı büyük yankı uyandırdı. yabancı kucak adlı romanı 1981 booker ödülü'ne aday gösterildiyse de eleştirmenlerin kanılarının aksine ödülü alamadı; bu durum edebiyat çevrelerinde tartışma konusu oldu. 1987 yılında the child in time adlı romanı ile bu kez whitbread ödülü'nü aldı. daha sonra suçsuz ve black dogs adlı kitapları yayımlanan yazar nihayet 1998 yılında amsterdam'da düello adlı romanıyla edebiyat çevrelerince 1981 yılında kendisine verilmesi gerektiği iddia edilen booker ödülü'nü kazandı. müzik konusunda da bilgili olan mcewan, müziğini michael berkeley'in bestelediği nükleer enerji karşıtı or shall we die adlı bir oratoryonun sözlerinin de yazarıdır. evli ve üç çocuk babası olan yazar, halen oxford'da yaşıyor.
  • orijinal adı "the innocent or the special relationship" olan ve roza hakmen çevirisiyle yapı kredi yayınlarından çıkan romanın yazarı.

    öykü tamamen masum, henüz hayatla tanışmamış bir ingiliz mühendisin savaş sonrası berlin'de gizli görevde iken masumiyetini kaybetmesine neden olan olaylar zincirini anlatıyor.

    ve fakat, romanın orijinalinde de, çevirisinde de pek çok hata mevcut:

    ---- spoiler - - - -

    1. kitabın 96. sayfasında glass adlı amerikalı amiri romanın kahramanı leonard'ın alman sevgilisi hakkında zorla bilgi alırken "gündüzleri çalışıyor mu?" diyor ve bunun üzerine leonard bir öfke krizine kapılıyor. türkçesinde bu kadar basit bir sorunun neden öfke krizine neden olduğu muallakta kalmış. oysa orijinalinde glass mutlaka ki "does she have a day job?" deyimini kullanıyor ki, bu aslında geceleri gayriresmi işler yapan kişilerin gündüzleri yaptığı resmi işler için kullanılan bir deyim, yani glass kızın leonard ile ilişkisininin karanlık/kaçamak bir gece işi olduğunu ima ediyor. bunun türkçe doğru çevirisi belki "gerçek bir işi var mı?" olabilirdi.

    2. leonard bu söz üzerine ani bir öfkeye kapıldığında (s. 97), glass ona "herkes bizi dinliyor leonard.... senin deli olduğunu düşünmelerine izin verme." diyor. ama burada belli ki orijinalinde amerikalı "mad" sözcüğünü kullanmış ve bu sözcüğü ingilizler "deli" anlamında kullanırken, amerikan ingilizcesinde bu sözcük "öfkeli" anlamına sahip. zaten baştan itibaren ingiliz mühendis ile amerikalı amirinin dil farklılıklarına göndermeler yapan romanda aslında bu sözcük bu kültürel farkı vurgulamak için kullanılmış, ama çeviride yanlış anlaşılmış ve cidden anlamsız kaçmış, zira leonard'ın akıl sağlığı ile ilgili bir durum yok ortada. cümlenin doğrusu "senin öfkeye kapıldığını düşünmelerine fırsat verme" olmalıydı, ama bu ayrıntıyı yakalamak için de ingilizcenin yöresel farklılıklarını anlayacak düzeyde ingilizce bilen bir çevirmen gerekiyor.

    3. kitapta sürekli "biracılardan" söz ediliyor, muhtemelen orijinalinde pub veya beer house denmiş. ama bunun düzgün türkçesi "birahane".

    4. s. 218'te leonard'ın "benim zamanımda" diye düşündüğü yer facia. bu cümlenin orijinali olan "in my own time = ben hazır olduğum zaman, kendimi hazır hissettiğimde" demek. oysa çevirideki halinden "eskiden, benim zamanımda" gibi bir anlam çıkıyor, romanda bu noktada zaman atlaması da olduğundan okuyucu cümlenin gerçek anlamından ve leonard'ın çekinmesini anlamaktan yoksun kalıyor.

    ayrıca birisi çevirmen roza hakmen'e "kalça" sözcüğünün meşru biçimde kullanılabileceğini anlatsa iyi olur, koskoca yetişkinler için çocuk diliyle "poposu acıyordu, popolar aşındırmış" demesi gülünç kaçıyor.

    5. roman bunun gibi birçok çeviri hatasıyla dolu olmakla birlikte, kitaptaki hatalar çevirmenle de bitmiyor. romanda sürekli kullanılan bazı almanca sözcükler de yalan yanlış. örneğin yazar "rippenchen mit erbsenpüree" diye bir yemekten söz ediyor ama bunun doğrusu "rippchen..." olmalı, çoğullar diminütif eki almaz. ayrıca 221. sayfadaki almanca ibare "con grenzsoldaten erschossen" değil "von grenzsoldaten erschossen" olmalı, bu ise muhtemelen bir dizgi hatası.

    6. romanda mantık zinciri nişan gecesi kırılıyor. otto'nun dolaptaki varlığını fark ettikleri andan itibaren tüm davranışları mantıksız, neden sonuç ilişkileri zayıf. örneğin maria'nın neden evi otto'ya bırakıp leonard'ın yanına taşınıp kurtulmayı kabul etmediği bir muamma, eğer olayların kitaptaki gibi gerçekleşmesi isteniyorsa bu seçeneğin imkansızlığı bir şekilde gösterilmeliydi. amaç maria'nın iki erkeğin arasında kendine ait bir eve sahip çıkma çabası gibi feminist bir mesajsa bu daha net olarak belirtilmeliydi, arada kaynamış. şu durumdaki haliyle olay örgüsü inandırıcı değil. sanki roman basılmadan önce editör görmemiş gibi.

    6. aynı şekilde, nişan töreni başlarken maria'nın beyaz bir elbise giydiğini öğreniyoruz (s. 123), ama 144. sayfada maria'nın giysisi sigaradan tutuştuğunda leonard eteğin beline elini sokup çekerek kadını yanmaktan kurtarıyor. maria arada giysisini değiştirdiyse devamlılık açısından bu durum okuyucuya bir cümleyle belirtilmeliydi, aksi halde elbise eteğinin beline elinizi sokup bir saniyede çekmek mümkün değil. sinek küçüktür ama mide bulandırır hesabı bir mantık hatası.

    7. ama asıl mantık hatasının büyüğü, leonard'ın cesedi taşımak için koskoca berlin'de bavul kalmamış gibi ordu malı bavulları alması. üstelik iş çıkışı kesici aletler almak için mağazaya bile gidiyor, oradan bavul alması mümkün iken tesisten ordu ile bağlantılandırılabilecek bavulları çalması mantık dışı ve zorlama. bu türden ayrıntılar romanın inandırıcılığına zarar veriyor. aynı şekilde, bavulları alıp evine götürmesi ve oradan tünellere getirmesi de mantıksız ve zorlama kalıyor. bunu yapmak zorunda kalması için daha ayrıntılı bir plot gerekiyormuş ki okuyucu alternatifinin kalmadığını düşünsün.

    8. leonard'ın maria'dan ayrılma nedeni maria'nın onu aşamayacağı bir duruma sokması, üzerine yaşam boyu taşıyacağı ağır bir yük yüklemesi. üstelik bunlar olurken maria son derece soğukkanlı, asıl etkilenen leonard. sonrasında ise maria mektubunda "sen beni bob'dan kıskandın, ondan mektuplarıma cevap vermedin, niye benim için savaşmadın" havalarına giriyor ve bu romanın anafikri olan masumiyetin kaybı, bu yüzden sevginin ölümü, yaşanan (ve cidden gereksiz uzun ve ayrıntılı anlatılan) vahşetin ilişkinin geleceğini yok etmesi temaları ve leonard'ın karakter gelişimi bu yersiz kıskançlık suçlaması ile gözden kaçıyor. bu açıdan tüm havaalanı sahnesi yeniden yazılmalıydı, bu haliyle tutarsız.

    sonuç olarak gerçek bir casusluk operasyonunu arka planına alan ve george blake gibi tarihin en efsane ikili ajanlarından birini alt komşu olarak öyküye dahil eden hikaye bu arka plana layık olamayıp toy ve bön bir ingiliz'in manipülatif bir alman kezban tarafından suçuna ortak edilip boynuzlanmasını anlatan bir öykü olarak fos diye sönüyor.

    --- spoiler bitti - - -

    olmamış mcewan, bu kez ıskalamışsın...
  • çok sinematografik bir üslupla yazar. romanlarını okurken ister istemez bunun ne güzel filmi olur diye düşündürür, nitekim bir çok romanı sinemaya oldukça başarılı bi biçimde uyarlanmıştır da.
hesabın var mı? giriş yap