• telif hakkı bulunmayan 100-200 yıllık klasikleri fahiş fiyatlara satan bir yayınevinin bu tercihinin bünyesinde çalıştırdığı çevirmenlere, işbilir editörlere ve musahhihlere bolca maaş vermesinden ileri geldiğini düşünebilirsiniz. ama kazın ayağı öyle değil!

    bunu romancı pınar kür'ün çevirdiği gün ortasında karanlık örneğinde somutlaştıracağım. ve hep birlikte göreceğiz ki iletişim yayınları'nın kitapları pahalıya satmasının nedeni emekçilere daha fazla ödeme yapma arzusundan kaynaklanmıyor. hele ki çeviri bir kitapta anlatım bozukluğu ve yazım yanlışları bulunuyorsa demek ki ya çevirmende, ya editörde ya da düzeltmende aklî bir sorun var!

    kitabın kısa künyesi:

    gün ortasında karanlık, arthur koestler
    çev. pınar kür
    düzeltmen: merve öztürk
    6. baskı, 2017
    (ayrıca kitabı yayına hazırlayan iki kişinin de ismi geçiyor. dizinin yayın yönetmeni ise murat belge.)

    romanın henüz ilk sayfalarında maşraba ve maşrapa diye iki farklı yazım şekli çıkıyor karşımıza. bunun şokunu hemen atlatıyorum çünkü normal bir şey bu. o kadar kusur kadı kızında da olur diyorum. ama bu iki türlü yazım şekli roman boyunca devam ediyor. bazılarına bakalım:

    fark etmek - farketmek
    ayırt etmek - ayırdetmek
    söz konusu - sözkonusu
    uyuya kalmak - uyuyakalmak
    denton - danton (adam mezarında ters dönmüştür herhalde)
    yukarlardan - yukarıdan (aşırı serbestiyet örneği)
    içsavaş - iç savaş (bir karar verin yahu)

    diğer yazım yanlışları:

    makina (italyancadan geçen şu sözcüğü lütfen doğru yazın!)
    makinalı tüfek (aynı mesele)
    iriyarı (bütün ikilemeler ayrı yazılır diyordu emekli bir dershaneci)
    başbaşa (bu da ikileme)
    yanyana (anlaşılan iletişim'in emekçileri ikilemeleri hiç önemsemiyor ve yeni bir yazım şekli icat etme gayretindeler)
    mea culpu (dediğini anlıyor ve yapısal olarak parçalanıyorum derdi kaşar bir sözlükçü. oysa ne güzel bir ifadedir mea culpa. acaba çevirmen ya da düzeltmen çıkıp da mea culpa [benim hatam] der miydi?)
    yüzbin, yüzelli (sayıların her biri ayrı yazılır. geçenlerde sevimli yeğenim de onu söylüyordu)
    yurtdışı (of of)
    birarada (ayrı yazılır)
    biran önce (yuh artık!)
    zehiri (ünlü düşmesi kuralına uyulmamış)
    öğe (tdk'da öge diye geçiyor ve öztürkçeci birçok çevirmen bile bu kurala uyuyor)
    monologta (ünsüz benzeşimi kuralını gözeten çevirmen ya da düzeltmen açıkça duvara toslamış; 'monologda' şeklinde yazılmalıydı, çünkü 'g' sessizi sert ünsüz değil!)
    b.'deki (doğrusu: b'deki)
    manchester'deki (düzeltmenin ingilizce bilip bilmediğinden şüphe duydum doğrusu)
    hıristiyan (doğrusu: hristiyan)
    ortaçağ (hem ayrı yazılır hem de her harf büyük harflerle başlatılır. ama iletişim'ciler hem küçük harfle hem de bitişik olarak yazmışlar; bravo!)
    m.ö. (doğrusu: mö)

    (düzeltmenleri karın tokluğuna mı çalıştırıyorsunuz? yoksa insan bu kadar hataya körü körüne düşmezdi.)

    ilginç bir nokta da arapça ya da farsçadan geçen sözcüklerin yazımı ile ilgili:

    mahlûk, malûm, fenâ, selâm, hattâ (o kadar çok ki gözlerim bozuldu!), ahlâk.

    iyi güzel de ne gerek var bu sözcüklerde inceltme imi kullanmaya? ama asıl inceltme imi kullanılması gereken sözcüklerde neden kullanılmamış işte o şaşırtıcı:

    dahil, hakim.

    asıl bu tarz sözcüklerde inceltme imi kullanılmalı ki telaffuzda bir sorun oluşmasının önüne geçilsin.

    gelelim bir yazım yanlışının ortaya çıkardığı absürd duruma:

    "parti bürokrasisini kendine suç ortağı yaptığından, hepsi onunla birlikte kalır ya da onunla birlikte düşlerdi." (s. 198)

    "düşerdi" yerine "düşlerdi" yazılmış. 6. baskıda bunları görmek beni derbeder etti.

    bir cümlede üç yazım yanlışı birden:

    "...herr von z.'nin babasıyla rubashov'un ki birbirleriyle domuz değiş tokuşu yapmışlardı." (s. 208-209)

    "z'nin" yerine "z.'nin", "rubashov'unki" yerine "rubashov'un ki", "yapmıştı" yerine "yapmışlardı" şeklinde yazılmış. "yapmışlardı" aynı zamanda çatı uyumsuzluğundan kaynaklanan anlatım bozukluğuna sebebiyet veriyor. ösym'ye göndermeliyiz bu cümleyi. sınavda sorulsa standart sapması yüksek bir altın soru olur galiba!

    ayrıca ya da bağlacından önce gereksiz yere kullanılan virgüller, ama bağlacından önce kullanılması gerekirken sonra kullanılan virgüller de ayıp hanesine yazılmıştır şimdiden. son olarak; paragraflara bölünen uzun konuşmalarda çift tırnakların yanlış kullanımı da pes dedirtti!
  • kitabın adındaki “kozmopolit”i “çokuluslu” diye çevirip neşretmiş yer.

    korkacak, çekinecek bir şey yok kozmopolit demekten. kelime türkçeye de girdi ve oturdu üstelik.

    beş yıldır peşinde olduğum kitap idi sibel zandi sayek'in kitabı.

    yazar nasıl izin verdi buna acaba

    .

    ottoman izmir
    the rise of a cosmopolitan port (1840-1880)

    osmanlı izmir'i
    çokuluslu bir limanın yükselişi (1840-1880)

    .

    ayrıca çokuluslu liman ne demek? limanın yönetimi ya da sahipliği mi çokuluslu?…
  • can bir, imge iki, iletişim üç. bulabildiğimce korsanlarını alacağım.
    süper yayınevi.
  • çıldırmak işten değil!

    ilhami algör'ün bu yayınevinden çıkan müzeyyen ile nezahat adlı yeni kitabını gördüğümde gözlerime inanamadım, resmen balıklama dalarak kitabı sipariş ettim. fakat müzeyyen bu derin bir tutku, albayım beni nezahat ile evlendir ve kalfa ile kıralıça'yı okumuş biri olarak, adı "müzeyyen ile nezahat" olan bir kitabın üzerine atlamam kadar normal olan bir şey olamaz sanırım. sanıyorum ki müzeyyen ile nezahat birleşiyorlar, bir şeyler oluyor, yepyeni bir öykü...

    ama iletişim yayınları ne yapmış, sadece algör'ün iki kitabını biraraya getirmiş!
    aman ne büyük edebiyat olayı, ne büyük yayıncılık!

    ön kapakta asla ve asla böyle bir ibare yok. sanki algör yeni bir kitap yazmış gibi duruyor. uzun zamandır bir yayınevi tarafından bu kadar aldatıldığımı hissetmedim. kitap biraz önce elime geçti, büyük bir zevkle ve heyecanla açtım, ama daha ilk sayfasında beynime balyozu yedim.

    böyle oyun olmaz iletişim, böyle pazarlama olmaz, böyle yayıncılık olmaz. bir okurun hisleriyle böyle oynanmaz. utanın!

    bin kere utanın. öfkemi anlatamam.
  • hep merak ederdim logolarının hikayesini demin buldum şöyleymiş,

    kirpi'nin hikayesi
    görsel
    iletişim yayınları’nın kirpisinin hikâyesini ve logonun ortaya çıkış serüvenini ümit kıvanç şöyle anlatıyor: “iletişim ambleminin kirpi olmasının sebebi, almanya'daki yeni solun buluşundan etkilenmemiz. sosyalistler, daha sonra yeşiller olarak örgütlenecek hareketin daha çeşitli, renkli bir kombinasyon halinde seçimlere girmesini zorlamış, 'renkli liste' diye bir hareket yaratmışlardı. kapitalistleri, devlet yöneticilerini, düzen siyasetçilerini koltuklarına oturamaz hale getiren bir kirpiyi afişlerinde, kampanyalarında kullandılar. onunla birçok espri ürettiler. kirpi her türlü sağcıya, faşiste oklarını batırıyordu. biz de yayınevinin buna benzer bir işlev üstlenmesini öngörerek, kirpiyi benimsedik. çizer gürcan özkan ile ben, sanırım bir-iki denemede bu şimdikine yakın bir kirpiyi ortaya çıkardık. yani gürcan çizdi, ben de 'e şurası şöyle olsaydı' dedim. logoyu da ben başta, masaüstü yayıncılığın ilk dönemlerinin tipik türk-işi müesseselerinde, yani 'makintoşçu'larda en çok kullanılan fontlardan biriyle yazıyordum.”

    aynı dönemde yeni gündem dergisinin sayfaları arasında da, haberlere, kısa yazılara eşlik eden ve yine gürcan özkan tarafından çizilen kirpiyi görmek mümkündü. böylece meraklı kirpi, muhalif kirpi, huysuz kirpi, sportmen kirpi, munis kirpi vb. karakterlerle derginin sayfalarında yorum yapan kirpilere de rastlanmaya başladı.

    iletişim yayınları logosunda uzun süre resim bazlı bir imge olarak kullanılan kirpi, özge güven tarafından 2011’de ölçeklendirilip vektörel hale getirilerek revize edildi. iletişim logosu ve kirpi amblemi, bütünselliği vurgulayacak şekilde uyarlandı.

    kaynak: iletişim yayınları internet sayfası.
  • dünya klasiklerini bile, popüler yazarlara önsöz yazdırarak 30-40 liraya kitleyen yayınevi.
    sonra korsan kitapçılar kitaba "mal" olarak bakıyor deniliyor filan, ilginç oluyor tabi.
  • "okumak iptilâdır, müptelâlara selâm!" sloganıyla en güzel yayınevi sloganı listesinde başa oynayan yayınevi. ama keşke fiyatları da müptelâların hâlinden anlar derecede olsa. başka yerde ve zamanda neyse de, tüyap'da bari görebilsek o selâmın faydasını.
  • allah'ın belası bi yayınevi. el kadar 150 sayfalık şerif mardin'in kitabı 21 lira. iş bankasının 20 lira civarındaki kitapları 400-500 sayfa. elle mi yazıyorsunuz nedir yani.
  • erkan şimşek yazmış:

    iletişim yayınları genel yayın yönetmeni nihat tuna dün vefat etmiş. pek kimse bilmez ama nihat abi benim ilk iş tecrübemin sebebiydi. 2002 yazında staj yapmam gerekiyordu. sınıf arkadaşlarım haliyle reklam ajanslarına başvuruyordu benim gözüm yayıncılıktaydı. iletişim yayınları'na mail attım, kendimi tanıttım, 5 dakika sonra nihat abi'den mail geldi: 1-31 temmuz tarihleri arasında bekliyoruz diye... nasıl sevindiğimi bugün bile çok net hatırlıyorum. 14 yıl önce... gittiğimde çok ilgilendi, yol gösterdi, beni asena günal ile bağış erten'in yanına verdi. hem kitaplara hem birikim'e hem tarih ve toplum'a hem de modern türkiye'de siyasi düşünce ciltlerine yardım ediyordum. tashih, deşifre, kaynakça vs... öğlenleri buhara lokantası'na yemeğe götürüyordu. önce tuğrul paşaoğlu'nun sonra kendisinin ticket koçanlarını verdi. yayınevine murat belge, orhan pamuk, fatih özgüven, ömer laçiner, ahmet insel vs geldiğinde beni onlarla tanıştırıyordu. 23 yaşındayım ve okuduğum, sevdiğim isimleri hep etrafta görüyorum. rüyada gibiyim. bu isimlerin bazılarıyla halı saha maçlarına gidiyoruz vs.

    stajım bitince (ki tarihi de uzamıştı, ağustosa sarkmıştı) nihat abi ile konuştuk sömestrda da gel dedi, havalara uçtum. veda ederken odasına çağırıp hemen orada elle yazıp kapattığı iki kapalı mektup verdi. biri babana, biri hocana dedi. nihat abi muzip, fırlama biri, mektuplarda kim bilir ne yazdı diye merak ettim. okuyamadım da. birini izmir'e dönünce babama verdim, diğerini okul açılınca ferruh hoca'ma. şimdi burada elbette yazamayacağım övgülerle doluydu mektuplar. babam duygulanmış; ferruh uztuğ hocam (o eşsiz izmirli ağzıyla) helal len demişti. benimse kendime güvenim artmıştı. sonrasında araya işler, yıllar, girdi vs. ama ben bir şekilde ne zaman cağaloğlu'na yolum düşse iletişim'e uğramayı, nihat abi'ye ve tanıdıklara selam vermeyi ihmal etmedim. babil.com zamanlarımda ise bu ziyaretler (yayfed sebebiyle) çoğalmıştı, çok da mutlu olmuştum. derken dün iletişim'in bu paylaşımını görünce bütün bunları hatırlamam çok kolay oldu. çünkü o iki mektubu hiç unutmadım. nihat abi'yi de unutmayacağım. allah rahmet eylesin.
  • burada yazılanları siklemedikleri kesin (niye siklesinler dimi, koca yayınevi okuyucuya mı danışacak), o yüzden eleştirmeyeceğim, ama stanislaw lem'lerin telifi hâlâ sizdeyse, bi zahmet şunları tekrar basıverin yahu, hatta şöyle özel bir baskı yapıverin, bi ciltte toplayıverin. olur mu olmaz tabii aq, yedinci günün bilmem kaçıncı baskısını yetiştirmeye çalışıyorsunuzdur şimdi.
hesabın var mı? giriş yap