• dün gece e2 de yayınlanmış, izlediğim en acaip ''korku desem değil'' filmi. sonu biraz cacık olsa da tüm görsel öğelerin beni inanılmaz etkilediğini, bunun yanında diyalogların da çok çok harika olduğunu belirtmem boynumun borcu olsa gerek...

    kesinlikle izlenmeli..
  • görüntü yönetmeni kimdir bilmiyorum fakat uzun zamandır izlediğim en iyi görselleri barındırıyordu. nehirde fahişenin ölüsünün bulunduğu sahne, işkence sahneleri, cinayet sahnesi vb bir çok dikkat çekici sahnede mavi ve kırmızı, siyah ve yeşil tonları birlikte kullanılmış ki bu da, zaten ön planda olan bu sahneleri daha da çarpıcı bir hale getirmiş... oldukça başarılı bir uzun metrajlı film olabilirmiş.

    işkence sahneleri ise gerçekten çok rahatsız ediciydi. hayır, öyle kolay kolay "ıyh bu nedir yau" tepkisi veren bir adam da değilim. fakat bu sahneleri ancak, kalkıp bir su içtikten sonra izlemeye devam edebildim.

    bunların dışında hikayenin şekil değiştirmesi bence filmin (evet film) en başarılı yanıydı. kötü yola düşmüş iyi kızın, hakkı yenmiş diğer iyi, sadık kıza yardım etmeye çalıştığı bir holywood korku/dram'ı gibi başladı, narayama bushiko''nun gerçekçiliğini tattırdı -ki bu noktada suratımda okkalı bir tokadın patladığını hissettim-, kafadan çıkan el ile total recall'a (ya da cronenberg'e) bir selam etti ve edgar allan poe'nun kaleminin ürünü bir kısa hikaye/kabus gibi bitti. hikayedeki bu değişimlerle birlikte karakterler hakkındaki yargılarım da defalarca tepe taklak oldu. eğer edinilebilirse kesinlikle izlenmesi gereken bir film. ben kesilmemiş versiyonunu izledim, dolayısıyla kesilmiş versiyonu hakkında bir fikrim yok. fakat işkence sahnelerini kaldırabilecek olana şiddetle tavsiye ederim (hiç olmadı o kısımlar atlanır)...
  • bravo gösteriminin ardından internette bulunabilen takashi miike filmi.

    baştan sona zorlu bir deneyim olan ve izleyicinin dikkatini başka bir yöne çekerek hissettirmeden ele geçiren imprint iki şekilde yorumlanabilir. bir kere amerikan korkusuna ciddi göndermeler var. david cronenberg ve john carpenter akla gelen ilk iki isim olmasına rağmen the dark half yazarı stephen king'i de anmak gerek. öte yandan bu bir saatlik çalışma bütün miike sinemasının bir özeti gibi. daha önce de dönem filmi çekebileceğini gösteren miike audition'dan gozu'ya kadar bir çok filmine gönderme yapıyor. elli yıllık bir korku antalojisinden fırlamış gibi başlayan öykü, gerçeğin ne olduğu sorusunun peşine takılarak sadece japonya'da görülebilecek bir şehir efsanesini de öyküye yedirmeyi ihmal etmeden, dünyanın eski mesleğinin köklerine iniyor. daima korkunç ironik, daima zihin açan (ve içine yerleşen) miike'nin en mahvedici işlerinden biri.
  • masters of horror serisinin 1. sezon 12. bölümü.

    takashi miike tarafından yönetilmiş ve bir sürü spekülasyonla seriden çıkarılarak televizyonda gösterilmemiş bu bölüm henüz izleyiciyle herhangi bir platformda buluşamamış olsa da şimdiden kült filmler arasına girmiş görünüyor.
    "yubari international fantastic film festivali"nin açılış filmi olacak bu bölüme ilgimiz gittikçe artsa da 1. sezonun dvd setine koyulup koyulmayacağı da henüz netlik kazanmadı.
  • ing. baskı, damga; etki
    yayıncıların farklı okuyucu kitlelerine hitap etmek, onların ilgisini çekmek için kullandıkları değişik ticari isimlerdir aynı zamanda. marvel'ın mesela marvel knights ve max başlıklı yayınları vardır. tanımlamalarda "marvel knights imprint" şeklinde geçer.
  • hasta bi film bu. işkence sahnesine dayanmak çok afedersiniz göt istiyor biraz. yeter diye bağırıyor insan seyrederken.

    oyunculuklar çok acemice. zaten insanları ana dillerinde oynatmadığınız zaman başka ne elde edebilirsiniz ki? oyuncular sahneye mi konsantre olsun, ezberledikleri cümleleri yanlışsız söylemeye mi? bi haftadır kurosawa filmleri seyrediyordum, belki de biraz onun etkisinden olsa gerek felaket yadırgadım ingilizce konuş(maya çabalay)an japon oyuncuları. en net ingilizce konuşan iki kişi başroldeler ama onların da performansları düşük.

    ama film başarılı. demek ki miike'de gerçekten iş varmış. bu seyrettiğim ilk miike filmi de.. bu büyük dezavantaja rağmen ortaya cidden iyi bi film çıkardığına göre adı boşuna ünlenmemiş diyebilirim.

    hikaye için ilk dediğim cümleyi tekrar edeyim. hasta bi film bu. uyarmadı demeyin.
  • dark city'de anıların insanlara enjekte edilmesi için kullanılan emir.
  • 1.sezonun izlemesi en zor olan bölümüydü, 3 kisi izledik ve cok zorlandik iskence sahnelerini izlerken. bu adam cidden cok uçuk.
  • masters of horror serisi birinci sezon onikinci bölüm.

    üstad takashi miike nutuku yutmuşcasına az zamanda çok büyük işler başarmış. kesinlikle muhteşem bir deneyim değeri taşıyor bu bölüm.
    odishon'a nazire yaparcasına kotarılmış işkence sahnesi, birçok yönden çok daha rahatsız edici olmuş. uzun metraj bir filme ait olmamanın verdiği sıkıntı bile bu sahnenin ihtişamına leke sürememiş.
    özellikle gozu'ya yakın duran bölüm sona erdiğinde insanın ağzında buruk bir tat bırakıyor. umarım bu hikayeyi uzun metraj bir filmde değerlendirir diye düşünürken konu sıkıntısı çekmeyen miike'nin bir daha bu hikayeye dönmeyeceğinin de bilincindeyim.
  • --- spoiler ---

    filmin sonundaki umutsuzluk döngüsü yüzünden 3 ay depresyona girmiştim izledikten sonra. john carpenter'ın prince of darkness ya da in the mountain of madness'ı gibi insanı umutsuzluğa boğarak biten bir filmdi. bazen çok eski bir dostumla buluştuğumuzda bu filmden bahis açılır ve biz ayrı ayrı e2'de izlemiş olmamıza rağmen nasıl da korktuğumuzdan bahsederiz.
    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap