• sosyal fobililerin kabusu..
  • izole, insanlardan kopuk bir hayat süren insanın tekrar insanların arasına karışması durumudur.
    bir nevi sosyalleşmedir. aslında tam olarak sosyalleşme değil de bu yolda atılan ilk adımdır demek daha doğrudur. insan içine çıkıp mal gibi durmak pek bir anlam ifade etmezken konserlere gitmek, bir iki akraba ziyareti yapmak bu eylemi gerçekleştirmede faydalı olabilir.
  • "insana karışmak" ya da "insan içine karışmak" ifadeleriyle düşünüyorum bunu; bana bir yönüyle komik geliyor. sanki bu lafın muhatabı insan değilmiş de onların arasına sanki onlar izlesin diye çıkıyormuş gibi geliyor. kafalar sürekli ona dönüyor; o ne yaparsa yapsın dikkat çekiyor. ona, nefes alıp verişi bile sanki hiç tanımadığı kişiler tarafından gözleniyormuş gibi geliyor. insan içine çıkmanın bedeli bu. elini ayağını nereye koyacağını bilemiyor; sonra önündeki bardağı deviriyor; akım derken bokum diyor; hiç olmadık yere heyecan yapıyor, sonra düzeliyor gibi oluyor, ama hop yenibaştan orada olmaması gerektiğine dair düşünce içinde baskın çıktığından garip bir pişmanlık hissiyle evden dışarı ilk adım attığı ana lanet okuyor. sosyalleşememenin bir neticesi bu; ancak insan içine çıkmanın bir gereklilik olduğunu bize söyleyen yine eskiler. eskiler diğer bütün dayatmalarında olduğu gibi, geleneksel ve etik kaygıları ön plana alıyor; hal böyle olunca kişi kendini mengenede hissediyor. töreye uymasa (sosyal olmasa) dışına (dışındakilere), uysa içine (bizzat kendine) ihanet ediyormuş gibi hissediyor. oysa insanı politik ve sosyal hayvan kılan hangi düşünceyse, aslında o bir neticeyi resmediyordu, ideali değil.

    ideali göstermek başka bir şeydir. insanı diğer insanlarla yaşamaya zorlamak başka, onların içine çıkmak zorunda bırakmak başkadır. neden insan içine çıkmak bir zorunluluk olsun ki? daha fenası var bunun: insanın kendisinin bile bilmediği nedenlerden ötürü, insan içine çıkmak zorunda hissetmesinden duyduğu iç burukluğu. neden sosyalleşmek zorunda olduğunu bilmeyen ama dört duvar içinde bir tam gün boyunca duramayan insan için çözüm yoktur insana karışmaktan başka. durum böyle olunca, onu o eden şey onun dışındaki herhangi bir şey olmuş oluyor. onun ne istediği önemli değil; töre yani geçmişten bugüne taşınan etik değerlerin toplamı, onu dışarıya itiyor. hal böyle olunca belki de, kendine dönme fırsatını yitiriyor. sürekli insan içine çıkmak durumunda kalan insan bazı yeteneklerini geliştiriyor: sözgelimi herkesle nasıl konuşulacağını bilir hale geliyor; ne zaman susması gerektiğini, ne zaman konuşmaya girmesi gerektiğini, ne zaman masadan ayrılması, ne zaman masaya oturması gerektiğini biliyor. bunları bilince bir getiriye kavuşuyor; insanlar onun ne kadar da sosyal olduğunu, aktivitelere ne kadar da uygun olduğunu dile getirdikçe coşuyor, alemden aleme; insandan insana taşıp duruyor. sonu gelmeyen bir sürece bağımlı oluyor, yedikce acıkırcasına insana muhtaç kalıyor, bir de bakıyor ki geriye, kendisi dışındaki herkesle anlamlanır hale gelmiş. daha da fenası; artık kendisini de tanıyamıyor. neden insanlara bu kadar muhtaç olduğunu anlayamıyor; yukarıda da bunu söylemeye çalıştım, insanın başına gelebilecek en kötü durum, o durumun farkında olmamasıdır. farkındalığını yitiren bir birey, başkaları olmadan kocaman bir hiçe dönüşüyor. çevresindekileri, onu arkadaşlarıyla, arkadaşlarıyla paylaştıklarıyla anıyor. aslında herkes onun etrafında dönüyor ama hiç kimse onu tanımıyor. sonunda herkes ondan bahsediyor, ama hiç kimse ondan bahsetmiyor.

    birilerinin birisinden bahsetmesi önemli mi? onca lafım arasında buna takılırsanız, özü kaçırırsınız. elbette ki yazının amaçlarından biri insanların başkalarının bahsedişlerine nasıl konu olması gerektiği değil. sadece burada bahsedilen kişinin dışındaki insanların en iyi şekilde nasıl bu garip duruma ortak olduğunu göstermeye çalıştım.

    karen hesse'nin bir çocuk kitabı var; çocuğunuza ingilizce öğretmenin yanında işkence de etmek istiyorsanız bire bir. klişelerle dolu bu kitabın içinde bir yerde şöyle deniyor: "öfke, sahip olunan en hüzün verici şeydir. insanı yalnızlaştırır." (the music of dolphins, p.141, scholastic inc., 1998) beylik laflarla dolu bir kitap elbette ki öfke'yi insana özgü bir durum olmaktan öteye taşır ve insanı -ister bilge deyin, ister hisleri alınmış bir hayvan- garip bir tepkisiz'e dönüştürme çabası içine giren ve bunu çocukluktan itibaren aşılamaya çalışan tonlarca yayından bir tanesi sadece. bu da mesela törelliğin bir zaruri neticesi, tıpkı "insan içine çıkmak" zorunluluğunun yaratılması gibi. "öfkelenmeyin" uyarısı gibi "bol bol insana karışın, insan içine çıkın" nasihati de artık başlangıçta hangi amacı güdüyorsa, o yönünü yitirmiş görünüyor. "neden?" bir hocamız "felsefeci felsefeci muhtaçtır" demişti platon'dan hareketle; ancak insan insana her daim muhtaç mıdır acaba? gerçi böyle diyorum ama, klişe tabirle, sesli düşünüyorum, ekşi sözlük'e bu satırları yazmak da insan içine çıkmak anlamına gelebilir. insana ulaşmak. sesini kulağa, görüntünü göze iletmek. burada da yazıyı okutturuyoruz haliyle; sadece yazıların aktığı bir ortamda insanlar birbirleriyle ilgili kanaat ediniyor ya, bu çok hoş bir sonuç. insanın öfkelenebildiği için insan olduğunun bilincinde olmayanlar tarafından "öfkelenmeyin" uyarısı yapıldığında ne denli gariplik hissi uyanıyorsa, bunun gibi ekşi sözlük'teki durumu görmeyip, "insan içine çıkmak" durumundaki törel baskıyı dile getirmeyi garip buluyorum. yazdıklarımı garip buluyorum. çok garip.

    insan içine çıkmakla ilgili ilk ışığı minibüste aldım. geceyarısı eve dönerken, bir ara dalmışım, kafamı bir çevirdim, minibüs dolmuş taşmış. kimse kimseyle konuşmuyor haliyle; herkes yanındakine o yokmuş gibi davranıyor. ama işte insan içine çıkmak bu değil; bu, aynı otlakta beslenen hayvanların oluşturduğu yığına benziyor. her hayvan önündekini yiyor. minibüsün içindeki biz düşünen hayvanlar da ihtiyacımız gereğince birbirimize katlanmış oluyoruz; sonra herkes dağılıyor. "insan içine çıkmak"tan kasıt başıboş bir şekilde sokakları arşınlamak da değil. bizzat hedef belirleyip ötekilere yönelmek tam anlamıyla insan içine çıkmaktır. bunu da yukarı da anlatmaya çalıştım; başka birine doğru hedef belirlemek kadar aşağılık bir durum yoktur aslında; insanın acizliğinin altını bu denli kalın kalemle çizen başka bir durum zor bulunur. sanmayın ki bir yalnız adamın gerzekçe bir hezeyanı bu sözler; en dolu dolu ilişkinin ortasında da bunu düşünüyorum; tek başına olamayan, başkasıyla anlamlandığında o anlamla yetinmek zorunda hissediyor kendisini. bu gerçekten de bir yıkım demek; çünkü insanın tek elle ne yapabileceğini ölçmeden ikinci eliyle destek çıkması biraz korkak yetiştirilmiş olmasıyla alakalı sanırım. işte bunun yenilmesi gerekir; içgörü dışgörüye evvela egemen olmalı; birey önce kendi içine inmeli. inebileceği yere kadar inmeli. kendi içinde bu denli derinlere inemeyen nice insan evladının başkalarının içine çıkma yolunda heder oluşu kaçınılmaz değil mi?

    "kendine inmek" işte bunu beğendim. marcus aurelius'un kendine düşünceler'inde bir yerde (7.lxvii) şöyle denir: "doğa, ruhunu ve bedenini, kendi sınırlarını belirlemene ve sana ait olan şeylerin senin kontrolünde olmasına izin vermeyecek kadar birbirleriyle kaynaştırmamıştır... hiç kimse bilmese bile tanrısal insan olmak mümkün değil midir?"

    bütün bu söylenenlerden "o halde dağda taşta tek başımıza yaşayalım" ya da "çöp ev yapalım orada geberip de kokumuzu duyanlar tarafından keşfedilene kadar yaşayalım" sonucu çıkarılmamalı. insanın kendisinde bittiğine dair söylem salt stoacı marcus aurelius'un dilinde kalmamalı; insanın sosyalleşme (ki bunun sınırlarını asla kendisi belirlemedi; oysa stoacı zihin diyordu ki "senin kontrolün sendedir") gibi bir derdi olmamalı; bu uğurda nice maskeleri eskitmemeli. sonunda insan içine çıkmanın bir netice olabileceğini, buna karşılık ideal olamayacağını anladığında iş işten geçmiş olabilir. aslına bakarsanız bu da umrumda değil, netice işte. neticeden bahsetmeyen entiri olur mu hiç? neticeyi sunayım dedim sadece. yoksa bu tarz ademoğullarını seyretmek keyifli bile olabilir. ad hoc neyse ne.
  • "müdür bey ne istiyordu? tayyörünü çok mu beğenmişti? allah devlete millete zeval vermesin*, insan içine çıkacak bir kıyafet... rahmetli anası gibi çapaçul gezecek hali yok ya..." kemal tahir - karılar koğuşu

    (bkz: insan içine karışmaktan kaçınan insan/@ibisile)
hesabın var mı? giriş yap