• inzivaya cekilmenin bir de su sekli vardir:

    tibette himalayalarin iclerindeki gizli manastirlarda insanlar astral bedenlerini serbest birakmak icin kendilerini bir odaya kapattirip ustlerine duvar ordurturler. kisi bu kucuk hucrede iki ila bes yil arasi bir sure kalir. bir kere iceri girildiginde cikmanin iki yolu vardir ya sure doldugunda cikabilirsiniz ya da tabutta.

    iceri hic bir sekilde isik sizmayan bu hucrenin zemin seviyesinde cok kucuk bir deligi vardir, o delikten disardaki bakiciniz size gunde bir kere ekmek ve su verir. en buyuk sorun bakici öldügünde yasanir. zaten cogu yasli olan bakicilar disardaki hayat sartlarina dayanamaz olurse*, bu sizinde icerde olmeniz anlamina gelir. eger bakici olene kadar astral bedeninizi serbest birakabildiyseniz yakindaki bir diger manastirdan yardim isteyebilirsiniz ama dagin tepesindeki manastira ulasmak bile iki uc gun surdugunden buyuk ihtimalle onlar yetisene kadar gene de olmus olursunuz.

    tabi bu odaya girmek kadar cikmak da bir derttir. sureniz doldugunda eger hala sag iseniz bakiciniz once odanizin duvarina igne ile cok ince bir delik acacaktir. bu igne deliginden iceri sizan isik sizde tarif edilmez acilara sebep olacaktir. cunku yillardir karanlikta yasamanin otesinde gozbebekleriniz taslasmis ve isiga gore uyum yapma yetenegini yitirmistir. aglamalar ve hafif kanamalar esliginde gozunuz biraz alisinca bir kac gun sonra bakici deligi biraz daha buyutur ve sonra biraz daha. en sonunda da duvari tamamen yikarak sizi disari cikartir. iki uc yildir yikanmamis, kirk kilo civarinda yerdeki tasi bile kaldiramiyacak bir vucut ile dis dunyaya cikan bu kisiler ya disarinin sartlarina dayanamaz olurler ya da tekrar hucreye donup ustlerine duvar ordururler. eger sag kalan olursa o da dervis guru hoca falan olur.

    (bkz: tibete nasil gidilir)
  • oguz atay'in tutunamayanlar eserinde selim'in inzivaya cekilme istegine yonelik bir bolum vardir ki genisce gulumsetir insani:

    "uzun sözün kısası, nefes alışın bile izleniyor selim. manastıra çekilmekten başka çare yok. yalnız, geleneklerimize uygun görülmüyor. medreseye çekilseydin, daha milli olurdu."
  • diğer insanlar yüzündendir.
    onlar gitse, benim çekip gitmeme gerek kalmaz.
  • uzun zamandır eşimle beraber yapmayı düşündüğümüz şey..

    silivri taraflarında denize yakın eski sahil sitelerinden birinde küçük bir ev..

    gündüz o sessizlik ve sakinliğin doyumsuzluğu, gece yıldızlarla dolu gökyüzü, denize vuran ayışığı ve kumsal..

    güneşli havalarda deniz kenarında uçsuz bucaksız denize bakarak rahatlama...
    fırtınalı havalarda şöminedeki ateşin ışığının dışarıda çakan şimşeklerin ışığına karışması..
    her gök gürlemesinde şömine karşısında battaniye altında beraber oturduğumuz eşimin bana daha çok sarılması..

    hayat aslında bu kadar basit, sade ve yalın olmalı..

    yaşım biraz var ve bu hayatta maddi olarak birçok genç arkadaşın hayali olan en tepe noktasını da yaşadım, cebimde 2 tl olduğu için herhangi bir taşıta binemeden soğuk ve yağmurda karnım aç olarak km'lerce yürümeyi de..

    allah'ın takdiri asla isyan etmem, ama bu hayatı hem olumlu hem olumsuz anlamda dolu dolu yaşamış biri olarak sahte insanlardan, onların yapay arkadaşlıklarından, para ve güç hırslarından, menfaatçiliklerinden, delice kıskançlıklarından, yüzünüze gülerken arkanızdan iş çevirme alçaklıklarından, pis çakallıklarından, görgüsüzlüklerinden, varoşluklarından, kabalıklarından, cahilliklerinden, çiğliklerinden, fırsatçılıklarından, ahlaksızlıklarından ve satılmışlıklarından o kadar çok bunaldım ki..
    eşimde aynen benim gibi bunalmış olucak ki yıllar evvel bu fikrimi ona söylediğimde o da aynen benim gibi hissettiğini ve durumlarımız müsait olduğu anda hiç beklemeden yapmamız gerektiğini söylemişti..

    bugün çalışıyoruz, dişimizden tırnağımızdan, hatta yediğimiz yemekten kısıyoruz hayalimize adım adım yaklaşmak için..
    ve yarın günü geldiğinde bu hayalimizi gerçekleştireceğiz..
    yukarıda belirttiğim türdeki insanlardan, ve hem fizik hem de ruh sağlığına zararlı şehir hayatı kaosundan mümkün olduğu kadar uzakta olabilmek için..

    kendimiz için..
  • "insanlar kır evlerinde, deniz kenarlarında ve dağlarda inzivaya çekilecek yer arar; sen de buna şiddetli bir özlem duyuyorsun. fakat bu özlem çok cahilcedir. eğer inzivaya çekilme isteği duyuyorsan, gayet mümkün ve basittir bu: insan dilediği zaman kendi içinde inzivaya çekilebilir. üstelik insan inzivaya çekilmek için kendi içinden, kendi ruhundan daha huzurlu, daha sakin hiçbir yer bulamaz, özellikle de kendinde inzivaya çekildiğinde ona huzur verecek şeylere sahipse. huzur dediğim zarif bir düzendir aslında. kendini sürekli böyle bir inzivaya çekilmeye ver ve kendini yenile: ancak önermelerin çok kısa ve özlü olsun ki, tüm acılar bir anda silinsin ve oradan hiç yıpranmadan dönebilesin." *
  • antenleri indirip (algılamayı minimize edip), savunma mekanizmalarını kırmızı alarma geçirip (kişisel güvenliği artırıp), her şeyden elini eteğini çekmek (kendini hayata yabancılaştırmak).
  • incelemeleri daha dikkatli ve ince ince yapmakta fayda var. burada çek-il-mek bir ikinci şahsı gerektirmemekte, çünkü kişi kendisini inzivaya çekmektedir. türkçe'de edilgenlik yanında, kendi kendine/kendi kendini manasını da vermektedir bu -il; bir dakika düşünülürse birkaç örnek bulmak hiç de zor değildir.
  • pek kolay sindirilemeyecek bir istektir bu... inziva düşü her çalışanın sapmaz dileğidir... yıllarca her argınlığı, her bunaltıyı, kimi zaman her eğlenceyi tattıktan sonra "yalnız başına yaşamak"tır... ütopyadır, acayip zordur.
  • yaşanacak eğlence kalmadığında ve geçim sıkıntısı geride kaldığında, hayatın sorgulanmasının başlangıç anı. kalabalık içinde bunu yapabilen insanlar var, gerçek mutlu insanlar. bir de kalabalık içinde başaramayan ve yalnız yaşamayı da başaramayan gerçek mutsuz insanlar.
  • seyircilerin davet edilmediği tek kişilik oyun. herkese olduğu kadar en iptidai haliyle böyle ara ara aklıma düşer de kendimi bildiğimden, kendime samimiyetsiz olmamak istediğimden bir hışımla geldi geçti peh peh peh diye parodisini yaptığım düşünce.

    neyse bu işin hakkını verenleri yakından gözlemleme şansım da oldu. daha doğrusu olduğu kadar olduranların diyeyim. gözlemlerimi paylaşayım. daha ziyade eğilimi şu müphem doğulu duygulanım tarafına yakın ancak mürekkep yalamaya da cephe almamış ailelerin tabiri gayet caiz 'cool' evlatlarında gördüm bu işleri.

    gençlik dönemini ortalamanın üstü çıkıntılık, "ne ola bu cephelerde" şeklinde belli başlı dava ve bizim hallerimize gayet uzak kültür unsurları, işte gerek estetik, gerek bilim, gerek ilim, gerek fıkıh, gerek 'fuck it' ziyadesiyle kafa yormuş, gönlünden bileğinden esirgemeyecek bir delikanlılık hali baki kalmakla beraber bir yerden sonra "dön baba dönelim"e bağlayıp, kafasında kendisiyle alakalı figürü şekillendirmek için nafile debelenirken, artık bir yerden sonra "bu iş böyle olmayacak" deyip uzaklaşma hali.

    bunlar beraber yediğimiz, içtiğimiz, annesinin yaptığı dolmaları, börekleri yediğimiz, entelli muhabbetler ettiğimiz adamlardı. bilirsiniz bu gibi dostluklarda böyle müphem, mahrem bir mesafe vardır. ne kadar... aşağı yukarı işte bakılabilecek, suyu çıkarılacak ne varsa imkanları tüketilmiştir karşılıklı ama öte taraftan hayat ve çevresel, ölümüne devam etmektedir ya. iş güç meselesi, ekmek kavgası, gönül kavgası vesair derken dışarıdan ne kadar usta gibi gözükseniz de uyum sağlamak adına kanınızdan canınızdan verdiğiniz o dahil olma halini döndürecek manevi bakiyeler tükenmiştir.

    tabi ufaktan bir megalomani hali yok mu, var. işte bütün bu halleri bir arada taşımak, yücelik ve soytarılık arasında tökezlemek falan filan derken bir bakarsınız bizimki telefonları açmaz olmuş, gözlerin altı mosmor çıkmış gitmiş bir yerlere. ortak ahbaplara falan sorarsınız, kapandı derler. telefon gibi bünye de kapanır. seneler önce barlarda, cemiyetlerde muhabbet erbabı adam rahmetli dedenin pijama altını çekmiş bir bucakta, kuş uçmaz kervan geçmez allahın unuttuğu yerlerde kömür sobası eşeliyor, posta gazetesi falan okuyor. adamınki vefasızlık falan da değil. kendini tartmayla alakalı, gücünün yettiği kadar ayakta kalabilmekle, iyice kepaze olma korkusuyla, birileri üflerse yıkılır hesabı özenle dizilmiş iskambil kağıdı kuleleriyle alakalı. bırak öyle kalsın derler ya, o hesap. vallahi edebiyat yapmıyorum, durum tam da bu. şimdi bu tarrağımın beyaz yaka, çiftlik falan filan vidyoları çıktı ya. eski soyut padişahlar aklıma geldi. keşke yan yana olsaydık yine ama olmuyor işte ayıracaklar hepimizi.
hesabın var mı? giriş yap