• isminde üç farklı referans bulunan muhteşem tool şarkısı.

    jambi öncelikli olarak endonezya'da bir bölgedir ve jambi sultanı hollandalılarla kanlı savaşlar yapıp dağlara çıkmıştır (here from a king's mountain view...feast like a sultan i do...). ikinci referans, pee wee herman'ın lambasındaki cin olan jambi'ye doğru uzanır (if i could i'd wish it all away...). üçüncü olarak ise, jambi adında bir şiir ölçeği bulunmakta, şarkının sözlerindeki vurgular da bu ölçekle örtüşmektedir. bu kadar ayrıntı düşünen maynard'ın hastalıklı zihninin incelenmesinde fayda olabilir.
    (bkz: maynard james keenan)
  • william shakespeare yaşasaydı sözleri itibariyle onun en sevdiği şarkılardan biri olurdu "jambi". hatta bu şarkının sözleri üzerine maynard james keenan'ı halefi dahi ilan edebilirdi belki. ama shakespeare yüzyıllardır aramızda olmadığından ve pun sanatında shakespeare denli yetkin insanlar olmadığımızdan keenan'ı shakespeare kalitesinde bir şair olarak "görmekten" fazlasını yapamıyoruz ne yazık ki.

    bir albüm olarak "10.000 days" her ne kadar "lateralus" ile kıyaslandığında çift ve kapalı anlamlılık yönünden çok daha açık bir şarkı listesi ihtiva etse de söz konusu şarkılar arasındaki anlam örgüsü bu albümü dört başı mamur bir konsept albüm mertebesine yükseltiyor. albümün isim öyküsünden "jambi"ye, "wings for marie"den "right in two"ya dek albüme dair hemen her şey keenan'ın annesi etrafında şekillenen ve dinleyiciye daima dini bir üslupla takdim edilen özel hayatını yansıtıyor.

    2014 ekim'inde bir şarkı olarak "10.000 days" hakkında yazdıklarımda keenan'ın kutsal üçleme'sinin "baba, oğul ve kutsal ruh"tan değil, "baba, judith marie ve kutsal ruh"tan meydana geldiğini iddia etmiştim. "judith"te beline doladığı meryemoğlu isa'yı halen daha tam anlamıyla affetmediğini sezinlediğim keenan'ın dinsel yaşantısında isa'nın yokluğunda açılan boşluğu dini bir figür olarak annesiyle doldurduğunu belirtmiştim. izaha çalışacağım "jambi" ise "judith" ile "wings for marie" arasındaki 6 senelik dönüşümün neleri kapsadığını özetleyen yedi buçuk dakikalık bir şarkı.

    şarkının ismi hakkında suser'larımızdan levantin'in de belirttiği gibi üç farklı teori var. bunlardan ikincisi "jambi"nin isim babasının pee-wee herman'ın cini jambi olduğunu iddia ediyor ve adam jones'un şarkı hakkında söyledikleri ışığında bakıldığında bu tez kuramlaşmaya en yakın tez halini alıyor. zira justin chancellor şarkının ham haldeki bass yürüyüşünü yazıp gitarist jones'a dinlettiğinde jones pee-wee's playhouse'daki jambi'nin söylediği ve «meka leka hay meka hayni ho» diye giden şu tekerlemeyi anımsayıp chancellor'a dinletmiş. o da zaten aşikar olan benzerliği gözardı etmemiş ve demoya kahkahalar eşliğinde verilen "jambi" ismi şarkı son halini kazandığında da aynen korunmuş.

    "jambi"de dört önemli figür olduğunu düşünüyorum ben. şarkının öznesi elbette maynard james keenan ve olaya onun penceresinden bakıyoruz. keenan'ın karşısında uğrunda tüm şanını, şöhretini hatta gözlerini dahi feda etmeye hazır olduğu annesi judith marie keenan var. şeytan, maynard keenan ile judith marie arasına girip keenan'ı annesinden uzaklaştırmaya çalışan üçüncü figür olarak çıkıyor karşımıza. dördüncü figür ise entry'nin girişinde coşkuyla shakespeare'i anmama sebep olan bir pun takip edildiği takdirde görünürlük kazanıyor.

    "jambi"nin odağında geçmiş pişmanlıkların esareti altında kalmış bir anlatıcı var. sözlerin bugünü itibariyle "değişmiş" bir anlatıcı bu, daha doğru bir ifadeyle "değiştirilmiş" bir anlatıcı. ilk mısralar okuyucu ve dinleyiciye krallara yaraşır bir zirvede sultanlara layık bir ziyafet çeken bir adam sunuyor. yediği önünde yemediği arkasında bulunan bu adam için en uç hayalin dahi gerçekleşmesi işten bile değil. çok geçmeden öğreniyoruz ki tüm bu zenginliği, bu ziyafeti, bu zirve manzarasını mümkün kılan, adamın yazdığı şarkılarla şeytan'ı ayartması ve ruhunu ona satması olmuş. fakat gün geliyor ve anlatıcı fark ediyor ki ne altın, ne et, ne manzara... hiçbiri kar etmiyor çünkü anlatıcının varlık merkezini maddi zenginlikler değil, aklından, ruhundan ve canından bir "parça" saydığı ve kendisini bir bütün halinde tutan bir insan dolduruyor. bu insanın ateşler içinde geçen 10.000 günün* neticesinde bilinen dünyayı terk etmesi, anlatıcının varlık merkezinde şanla, şöhretle, maddi zenginlikle doldurulamaz bir boşluk açıyor. ve anlatıcı, yani keenan, bu boşluğun ancak annesi judith marie'nin isa-vari bir figür halinde sembolleştiği bir maneviyata sarılmakla kapanabileceğini düşünmeye başlıyor.

    isa'nın judith marie'den bağımsız bir figür olarak kendini gösterdiği üç ayrı nokta var eserde. bunlardan ilkinde isa inananları tarafından kendisine atfedilen kurtarıcılığını yapıyor ve keenan tam kötücül zenginlikler içinde boğulacakken gelip işlerin seyrini değiştiriyor; keenan'ı yükseltip nihayetinde annesine kavuşacağı yola sevkediyor. ikinci nokta ise kendisini "güneş", yani "sun" üzerinden uygulanmış bir pun'da ele veriyor. pun, bir sesi bir cümlede iki farklı kelimenin iki farklı anlamda anlaşılmasına olanak verecek biçimde kullanma sanatıdır. shakespeare'den bir örnek: "hamlet"in ikinci sahnesinde hamlet ile babasını katleden amcası claudius arasında bir diyalog geçiyor. claudius kara kıyafetler içindeki hamlet'in matem havasındaki mizacını garipseyip ona «how is it that the clouds still hang on you?», yani «hala mı bulutlar altında, yas içindesin?» diye soruyor. hamlet ise buna «not so, my lord; i am too much i' the sun», yani «hayır, efendim, aksine güneş'in altında fazla kaldım» diye karşılık veriyor ve "güneş" anlamındaki "sun" ile "oğul" anlamındaki "son" kelimeleri arasında eşzamanlı bir anlam bağı kuruyor. yani diyor ki, «hayır, amca, matem havasında olduğumdan değil, babamın kanını temizleme görevinin yükü onun oğlu olduğum için benim sırtımda olduğundan böyle karanlığım.»

    keenan da «shine on forever benevolent sun» demekle yanlızca güneş'i değil, aynı zamanda son'ı, yani oğul'u, yani isa'yı da daima parlamakla görevlendirmiş oluyor. isa'yı "jambi"de (tıpkı "10.000 days"te yaptığı gibi) cennet'e varan yolu aydınlatan bir "nur" ve (tıpkı "right in two"da yaptığı gibi) ikiye bölünmüş olanları birleştirmeye kabil bir "güç" olarak konumlandırıyor. isa'nın sözler arasında üçüncü kez dirilmesi ise son iki mısrada, keenan'ın «silence, legion. save your poison» dediği noktada vuku buluyor. burada "legion", "lucifer"a benzer şekilde şeytanı işaret ediyor. türkçeye "tümen" adıyla çevrilen legion'un farkı, klasik şeytan anlayışının aksine tekil değil de çoğul bir varlık olması. yeni ahit'teki markos kitabının beşinci babında yer alan bir şeytan çıkarma hikayesi şöyle:

    «1) gölün karşı yakasına, gerasalıların memleketine vardılar. 2) isa tekneden iner inmez, kötü ruha tutulmuş bir adam mezarlık mağaralardan çıkıp o'nu karşıladı. 3) mezarların içinde yaşayan bu adamı artık kimse zincirle bile bağlı tutamıyordu. 4) birçok kez zincir ve kösteklerle bağlandığı halde, zincirleri koparmış, köstekleri parçalamıştı. hiç kimse onunla başa çıkamıyordu. 5) gece gündüz mezarlarda, dağlarda bağırıp duruyor, kendini taşlarla yaralıyordu. 6) uzaktan isa'yı görünce koşup geldi, o'nun önünde yere kapandı. 7) yüksek sesle haykırarak, ‹ey isa, yüce tanrı'nın oğlu, benden ne istiyorsun? tanrı hakkı için sana yalvarırım, bana işkence etme!› dedi. 8) çünkü isa, ‹ey kötü ruh, adamın içinden çık!› demişti. 9) sonra isa adama, ‹adın ne?› diye sordu. ‹adım tümen. çünkü sayımız çok› dedi. 10) ruhları o bölgeden çıkarmaması için isa'ya yalvarıp yakardı. 11) orada, dağın yamacında otlayan büyük bir domuz sürüsü vardı. 12) kötü ruhlar isa'ya, ‹bizi şu domuzlara gönder, onlara girelim› diye yalvardılar. 13) isa'nın izin vermesi üzerine kötü ruhlar adamdan çıkıp domuzların içine girdiler. yaklaşık iki bin domuzdan oluşan sürü, dik yamaçtan aşağı koşuşarak göle atlayıp boğuldu.»

    evet, tümen'in incil'deki varlığı ile "jambi"deki varlığı arasında doğrudan bir ilişki var ve öyle görülüyor ki keenan çoğulluğu şeytanilik ile eşliyor. deyim yerindeyse «nerede çokluk, orada kötülük» demeye getiriyor. üstelik bölünmüş olanın, çoğul olanın birleşip tekilleşmesine dönük bu arzusunu "jambi"de bir yan konu olarak işlemekle de kalmayıp beş şarkı sonra "right in two"da bir ana konu haline getiriyor. keenan'ın algı dünyasındaki bu "bir olmak" fikrinin izini sürmek de mümkün. keenan'ın görüşlerini en fazla etkileyen isimlerden biri bill hicks'ti ve bill hicks gösterilerinde daima "bir olmak" haline vurgu yapıyordu. uyuşturucunun o kadar da kötü bir şey olmadığı iddiasına değindiği bir defasında (bizzat deneyimlediğini tahmin ettiğim) alternatif bir uyuşturucu tribini şöyle haberleştirmişti: «bugün uyuşturucu almış genç bir adam madde dediğimiz her şeyin yavaşça titreşen sıkıştırılmış bir enerji olduğunu, hepimizin kendisini öznel olarak deneyimleyen tek bir bilinç olduğumuzu, ölüm diye bir şeyin olmadığını, hayatın yalnızca bir rüya olduğunu ve kendimizin hayalleri olduğumuzu fark etti.»

    bill hicks bu tespitlerinde haklı mı, bilmiyorum. doğrusu tüm bu metafizik yaklaşımlar hayatı materyalist bir yorumla izlediğim penceremden bana ziyadesiyle renkli birer masal gibi görünüyor. ben, hicks'in aksine insanın tek başınayken dahi bir bütün teşkil etmediğini, kişinin kendisine dair görüşlerinin her geçen an değişip yenilendiğini ve zaman içinde kendilerine dair milyonlarca "benlik" yaklaşımı edinen insanların bir bütün oluşturmaktan sahip oldukları benlik görüşü miktarınca uzakta oldukları kanaatindeyim. yine de, bill hicks ve maynard james keenan gibi insanlara bize hayata dair öznel tecrübelerini duyurdukları için ne kadar teşekkür etsek azdır herhalde. onları dinliyor, onları izliyor ve kimimiz ne olduğunu, kimimiz de ne olmadığını anlamaya bir adım daha yaklaşmış oluyor bu sayede.

    o halde, sözlerin el emeği, göz nuru bir çevirisini de entriye ekleyip son noktayı koyuyorum.

    ~~

    krallara layık bir dağ manzarası, işte burası
    olmadık hayallerin gerçekleştiği yer, işte burası
    sultanlara layık ziyafetleri işte burada yapıyorum
    et ve ganimet dolu soframda azla yetinmiyorum
    ama bilseydim ki gün gelecek ve seni kaybedeceğim
    bunların hepsi benden uzak olsun isterdim
    şeytan ve kötülüğü hazırlıksız yakaladı beni
    sandım ki karanlık tarafta buldum gerçek sevgiyi
    çırpındım durdum karanlık denizler boyunca
    az kalsın boğulacaktım, boynuma gelen bu suda

    ama sen geldin ve değiştirdin her şeyi
    doğru yola sevkettin ve yükselttin beni
    işte bu yüzden hepsi benden uzak olsun isterdim
    yalvardım bir kahpe gibi tüm gece boyunca
    dua ettim bir kurban gibi gün doğuncaya dek
    ayarttım şeytanı çaldığım bir şarkımla
    elde ettim sahip olmak istediğim her ne vardıysa
    ama ben
    isterdim
    yapabilseydim
    isterdim
    benden uzak olsun
    benden uzak olsun
    hepsi benden uzak olsun
    hepsi benden uzak olsun isterdim

    yüreğimi koparıp atmamı sağlayacak
    ya da yaptıklarımı haklı kılacak hiçbir paye yok
    işte bu yüzden yapabilseydim hepsi benden uzak olsun isterdim
    işte bu yüzden yapabilseydim hepsi benden uzak olsun isterdim
    yarının gelip seni benden koparacağını bilseydim
    aklımın huzuru, her şeyim, yüreğimdin sen
    hayatta bir gün daha tutunmak için çabalıyordun sen

    lanet olsun gözlerime!
    eğer beni senden ayıracaklarsa
    lanet olsun gözlerime!
    arzular ve ihtiyaçlar arasında kararsız kalacaksa aklım
    ölüp gideyim ben de...

    daima parla cömert güneş
    daima parla
    parla kırılmışların üzerine
    iki yeniden bir oluncaya dek
    daima parla cömert güneş
    daima parla
    parla bölünmüşlerin üzerine
    iki yeniden bir oluncaya dek
    bölünmüşüz, sönüp gidiyoruz
    bölünmüşüz, sönüp gidiyoruz
    parla çokların üzerine, cömert güneş, parla
    parla ve yolumuzu aydınlat ki
    birlikte soluk alalım

    işte böyle, birlikte tutunuyoruz hayata
    bir gün ve bir mevsim daha
    sus, tümen. harcama zehrini boşuna
    sus, tümen. durma yolumda
  • tool'un en güzel aşk şarkısı. ve sanki benim için yazdığı aşk şarkısı. öyle bir şarkı ki bu jambi, sevdiceğin yanında kulaklarda çınlar bazen.

    "here from the king's mountain view
    here from a wild dream come true
    feast like a sultan ı do
    on treasures and flesh, never few.

    but ı, ı would wish it all away.
    ıf ı thought ı'd lose you just one day."

    aşk, ya da derin anlamda sevgi, kaybetme korkusunu getirir. eğer birilerini gerçekten severseniz o insanın bir an bile gerçekten sizden uzaklaşması o kadar kötü bir acıdır ki yerinizde duramazsınız. gerçekten de içten sevilen bir insanı kaybetmek bazen hayallerin sönmesi, bütün maddiyatın anlamsız olduğunu anlamaktır.

    "the devil and his had me down,
    ın love with the dark side ı'd found.
    dabble in all the way down
    up to my neck soon to drown.

    but you changed that all for me.
    lifted me up, turned me round.
    so ı...
    ı...
    ı...
    ı...
    ı would
    ı would
    ı would
    wish this all away."

    dibe batmak garip bir şey. insan ne kadar dibe battığını asla tam olarak anlayamıyor. sanki o büyük okyanus'taki 8 km'lik yarıkta santim santim giderek batıyor insanoğlu, asla tam olarak ne kadar derinde olduğunu kestiremiyor. hele bir de battığı çukurun aslında onun tam olarak istediği şey olduğunu, her şeyiyle güzel olduğunu düşünürse, işte o zaman o batmak eylemi akıl almaz ivme kazanır. en sonunda boğulur insan. battığı yerden çıkamaz ve boğulur.

    bu noktada da cankurtaran bazen gelir bazen gelmez. eğer gelirse tebrikler, dünyadaki şanslı insanlarsınız, "tanrı'nın sevgili kulusunuz.". boğulmak korku vericidir, çünkü bir soruna karşı çaresiz hissedersiniz kendinizi. nefes alamamak sorundur ve artık gücünüz kalmadığı için kendinizi yukarı da çekemiyorsunuzdur. işte cankurtaran size bunu yapar. gücünüz yetmediğinde çeker kurtarır sizi. hayatta da cankurtaranlarımız var neyse ki. battığımız yerde bizi çekip çıkartıyorlar acımızdan, çaresizliğimizden. karanlığımızdan aydınlığımıza çekiyorlar.

    "prayed like a martyr dusk to dawn.
    begged like a hooker all night long.
    tempted the devil with my song.
    and got what ı wanted all along.

    but ı,
    and ı would,
    ıf ı could,
    and ı would
    wish it away,
    wish it away,
    wish it all away,
    wanna wish it all away,
    no prize that could hold sway,
    or justify my giving away,
    my center."

    bir şeyi çok istemek ve onu elde edememek nasıl çok büyük hayal kırıklığıysa elde edebilmek de tam olarak aynı büyüklükte mutluluk getirir genelde. en azından üstünde "dualar edip" durulan bir konuysa veya bir başarıysa söz konusu olan istenilen şeyi elde etmek çok büyük tatminler verir. bazıları için bu tatmin hayat amacıdır zaten. nasıl bir sevgidir ki, ben anlamıyorum, bu kadar büyük bir tatmin yerine sevilen kişi istenir? bir insanın merkezde olması budur işte. "ben" kalmaz, "sen" olur o. bazen güzeldir bu ama çok abartılırsa beyazı siyah yapar. yine de dünyada isteyerek yapması zor şeylerdendir, çünkü insan bencildir.

    "so if ı could ı'd wish it all away.
    ıf ı thought tomorrow would take you away.
    you're my peace of mind, my home, my center.
    ı'm just trying to hold on,
    one more day."

    zihnin berraklaştığı yer, ev, merkez. bunların bir insanda olduğunu düşünsenize. herkesin -umarım- hayatta kendini evde hissettiği bir yer vardır. bu insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından biri çünkü. peki böyle bir insan? böyle bir insan da herkesin ihtiyacı değil mi? ve siz bunu buluyorsunuz işte. o insanı tabii ki her gün ayrı seversiniz. her gün ona bakışınız bir öncekinden daha da derin olur. sizin için kimsenin yapamadığını yapıyordur çünkü.

    "dim my eyes...
    dim my eyes...

    dim my eyes
    ıf they should compromise
    our fulcrum
    wants and needs divide me then ı might as well be gone."

    ama en bomba kısım şu:

    "shine on forever.
    shine on benevolent sun.

    shine on upon the broken.
    shine until the two become one.

    shine on forever.
    shine on benevolent sun.

    shine on upon the severed.
    shine until the two become one.

    divided ı'm withering away.

    divided ı'm withering away.

    shine on upon the many, light our way
    benevolent sun."

    güneş. güneş bu dünyanın gerçekten yaşam kaynağı ve gerçekten en cömert varlığı. güneşin ışığı hep iyilikle özdeşleştirilmez mi zaten? iki kırık ruhu birleştirenin de güneş olmasına şaşmamak gerekir. güneştir içimizi eriten ve başkalarına karışmamızı sağlayan.

    ve ikinin bir olması. iki ah iki. sen ne de güzel sayısın öyle. iki dengeye işarettir çünkü. birken iki olmak gelişmektir. peki ya ikiyken bir olmak? işte bu zor olandır doğada. ikiyken bir olmak ancak aşık olunca olur. ancak ikinin bir olmak istemesiyle yapılır. ah iki ah. iki bir de ne zaman bir olur bilir misiniz? kırık iki şeyin birbirini tamamlamasıyla. işte biz insanlar en çok bunu seviyoruz hayatta. kırıldığımız zaman yeniden birleşmek. iki olmak bize göre değil, iki bir olduğunda güzel. eğer iki olursak dağılırız çünkü. ayrılmak fiili budur tam olarak, birken iki olmak. bu canlı, cansız her şey için geçerli ki. ah iki ah. sen ne güzel sayısın ama ne dengesiz sayısın.

    "breathe in union.
    breathe in union.
    breathe in union.
    breathe in union.
    breathe in union.
    so as one survive.
    another day and season.

    silence, legion, save your poison
    silence, legion, stay out of my way."

    ve unutmadan. eğer bir olmayı başarıp birlikte nefes alır olmuşsanız asla ama asla, kendiniz de dahil olmak üzere, aranıza girmesin.

    edit: merhaba, bu edit 3 sene sonrasından back to the future tadında gelmektedir.

    öncelikle diyeyim ki bu hisleri düşünceleri nasıl yazdığımı çok net hatırlıyorum, kime yazdığımı da. üzüldüğüm kısımsa bu şarkıyı öylesi bir insanın artık hak ettiğini düşünmemem. hatta bu şarkıyı aslında hak ettiğini düşündüğüm ve sadece "sevgili" olmayan başka birileri de var artık. insan garip bi varlık, paradigmamız çok dar aslında. hiç geleceği düşünemiyoruz, günümüze ve geçmişe saplanmışız. diyemiyoruz ki ulan ya bana birileri aynı şeyleri hissettirirse bir daha? bok olmaz mı bu şarkı sonra? gözümde böyle oldu işte aynen bok oldu bu şarkı. yin'imi ya şimdi bulduysam? e oldu mu şimdi bu şarkı şimdi eskisine?

    kısacası siz siz olun böyle değerli şarkıları kendinize saklayın. bi dursun kenarda hemen atmayın.
  • dünyamı sallamakta olan albümün ikinci şahane şarkısı.

    (bkz: tool)
    (bkz: 10000 days)
  • 9/8 şakşakına tool yaklaşımı.
  • kral dağının manzarasında,
    büyük rüyanın gerçek olduğu yerde,
    bir sultan gibi ziyafetler içinde,
    zevkin asla azalmadığı yerdeyim.

    ama seni kaybedeceğime
    tüm bunların hiç olmamasını dilerdim.

    şeytan ve oyunları beni alıkoydu yolumdan,
    içimdeki karanlık tarafa aşık yönüm ona kandı.
    aşağıya doğru giden yol boyunca kan ter içinde,
    boğazıma kadar battım, ta ki boğulana kadar.

    ama sen her şeyi değiştirdin.
    yukarı çektin beni, ayağa kaldırdın.
    bense tüm sahip olduklarımdan vazgeçtim.

    bir şehidin sabaha kadar dua edişi gibi dua ettim.
    bir fahişenin tüm gece boyunca yalvarışı gibi yalvardım.
    şeytanı şarkılarımla kandırdım,
    ve sonunda tüm istediğimi aldım.

    ama hepsinden vazgeçtim.
    hiçbir ödül beni yolumdan döndüremez.
    beni vazgeçişimden vazgeçiremez.

    sen benim aklımdaki huzursun, yuvam, merkezim.
    sadece bir gün daha tutunmaya çalışıyorum.
    sadece bir gün daha,
    sana.

    söndür gözlerimi.
    karart gözlerimi...

    söndür gözlerimi,
    eğer bu bizi uzlaştıracaksa.
    bu dünyaya ait zevkler aklımı bulandırıyor,
    öyleyse ben de yok olsam daha iyi.

    sonsuza kadar parla,
    parla iyimser güneş.

    parçalanmışların üstünde parla,
    ikiyi bir yapana dek parla.

    ayrıyken harabeyim.

    parla güneş üstümüzde,
    yolumuzu aydınlat.

    birlikte nefes alalım.
    birlikte nefes alalım
    ve hayatta kalalım,
    bir gün daha ve bir mevsim daha.

    kes sesini (şeytan), zehrini başkalarına sakla!
    kes sesini ve çekil yolumdan!

    tool - jambi
  • temelde gumbur gumbur bi davul ve distortion uzerinden giden çello tınılı, yukseldikce yukselen panik atak bir gitar parçasına bi vokal bu kadar guzel oturur ancak. o ne karizma, o ne gaz, o ne tavir bi kere! bir haftadir zevkten erimemi saglayan, sabah akşam her yere birlikte gittiğim, bitmesin istediğim, adamin yürüyüşüne bile bi endam getiren, insallah coverlanasi (yok artik) (bkz: hücumkedi), akabinde cildirilasi pek ofkeli bi sey olmus. canli performansta davulun dibinden dinlemek fantaziye girer herhalde artik! ve zaten yeterince deneysel olan leziz mi leziz tool albumunun the pot, vicarious, rosetta stoned, right in two ile birlikte en iyilerinden biri kanımca (digerleri coook baska diyarlara ve ayri incelenmesi gereken entrylere aitler): bu kadar basit ve bu kadar guzel olabiliyormus demek ki, "iste budur, bu is boyle yapilir!" dedirtebiliyormuş demek ki hala bi seyler. hakkaten patlamışlar, ucmuslar. yuh artik be kardesim ayip... elalem var, bulamayan var vs. (mumkunse duzgun bir ses sistemi esliginde bangir bangir dinlenip ortamin agzina sicmali.)
  • göbek atmak için ideal parçalardandır.
  • 10000 days'in dinleyiciye en sert çarpan şarkısıdır.
  • her dinleyişte ya sözlerinde, ya gitarlarında, ya bateride, ya kompozisyonunda yada vokalinde yeni bir an veya öncesinde farkına varamadığınız yeni birşeyler keşfediyorsunuz. film gibi bir tool parçası.
hesabın var mı? giriş yap