• eleonore pourriat'ın yazıp yönettiği, "ben senin bildiğin erkeklerden değilim" adıyla çevrilmiş yeni netflix filmi.

    toplumsal cinsiyet meselesini artık içimizi şişiren romantik komedi kalıplarına hiç girmeden sorgulayan, nefis bir hikaye. üstelik feminizm mesajlarıyla da iç şişirmiyor.

    erkeklerin kadın olduğu değil; erkeklerin kadınların olmasını istediği pozisyonda kendini bulup afalladığı bir hikayede, 'dünya yerinden oynar kadınlar özgür olsa' mesajını görüp gözlerimiz doluyor.

    herhangi bir filmde hamile bir kadının suyu geldiğinde "aha yine başlıyor..." diye göz deviririm mesela, acılar içinde hastaneye koşan ve bir sürü insan sayesinde doğurabilen kadınlar görürüz hep... burada doğumu başlayan kadın araba anahtarlarını kapıp hastaneye gidiyor ve ayakta (ayakta!), güçlü bir şekilde, minimum yardımla doğuruyor. beni en çok tutan yeri de burası oldu filmin, ah ne şahane kadının aslında güçlü olduğunu hatırlamak.

    tabii kadınlar egemen olunca dünya mis gibi mi oluyor? hayır. erkek egosu kadınları ezerek şişince nasıl dünyayı kirletyorsa, kadın egosu da aynı tuzağa düşebiliyor diyor film. sarhoş kadınlar barlarda erkekleri taciz ediyor, aldatan kadın 'bırak canım arada kaçamaklarına göz yumacaksın' diye görmezden geliniyor... ideal dünyayı değil ama, günümüzde erkek egemenliğinin kadınlara neler ettiğini tersine bir hikayeyle anlatmayı başarıyor film.

    toplumsal cinsiyet normlarıyla derdi olan herkese önerilir!
  • komedi, hiciv ve romantizmi bir arada bulunduran; düşündüren güzel bir netflix filmi.
    "erkeklere cinsiyetçilik yapılmış, küçük düşürülmüş" şeklinde eleştiriler akla zarar. amaç bu zaten. böyle bir dünya olsaydı erkekler ne hissederdi şeklinde insanların aklında bir soru işareti oluşturmak.

    ayrıca görüyorum ki sözlük ahalisi filmi de feminizmi de yanlış anlamakta.
    bir yazar şöyle sorgulamış(!) örneğin: "kadınlar neden erkek gibi davranıyor da feminen davranmıyorlar? bu mu erkek egemen dünya eleştiriniz?!"
    acaba size feminenlik olarak dayatılan objelerin, davranışların nedenini düşündünüz mü? köküne indiniz mi?

    topuklu ayakkabı, jartiyer, oje neden var? neden kadın pantolon cepleri küçük iken erkeklerinki büyük? kadınlar neden büyükçe çantalar kullanmaya mahkum ediliyor? neden fetişleştiriliyor, objeleştiriliyor?
    topuklu ayakkabı örneği misal, ortopedi uzmanları bas bas bağrıyor sağlığa zararlı diye: tendon kısalması, eklem ve kas ağrıları, nasır oluşumu, diz ve belde problemler. ha bir de düşmeyle birlikte gelen yaralanma riski.
    buna rağmen yıllardır vazgeçilmez. kadın hareketini sınırlıyor, kullanışlı değil ve kadını fetişleştiriyor.
    kadın pantolon cepleri niye küçücük? tabii ki dişiler her zaman ince ve güzel görünmeliler! meşhur tasarımcı christian dior ne demiş bakalım: "erkeklerde cepler içlerinde bir şeyler bulundurmak, kadınlarda süs içindir."
    gördüğünüz gibi; sizin "feminenlik" olarak algıladığınız, bildiğiniz şeyler size dayatıldı.

    filmde kadınların takım elbise giymesi "errrrkeksi" bir durum değil aslında. takım elbise hem rahat hem şık bir giysi, mini etek ve topukluların yanında hele cennet.
    yine kadınlar topuklu giymiyorlar, sütyen takmıyorlar, saçlarını boyatmıyorlar. hatta kıllarını da almıyorlar.
    buna karşın erkeklere dayatılan bir takım roller var; kıllı olmamak, sporla kendine bakmak, saç boyatıp kaş aldırmak vb. gibi. sokaklarda afişlerde, reklamlarda, tv yapımlarında bile erkeğin objeleştirildiğine ve erkeğe cinsiyetçi bakışa tanık oluyoruz. aynı şekilde cinsellikte kadının üstün olması, erkeklerin belli meslek gruplarına hapsedilmesi ve yükselmelerinin önlenmeye çalışılması da güzeldi.
    tabii kadınlara dayatılanın yanında çok çok hafif kalmış ama bu kadarı bile eskiden cinsiyetçi olan ana karaktere empati yaptırmaya yetti.
  • erkeklerin dunyasini kadinlarin bakis acisindan anlatan film.

    --- spoiler ---

    basroldeki alexandra’nin filmin sonunda tekrar erkek egemen dunyaya donusu icimi ciz ettirdi. basroldeki adamin iki gunluk kabusunu dunyadaki tum kadinlar her gun yasiyor. ustelik film fransa gibi kadin erkek esitliginin en cok birbirine yaklastigi ulkelerden birinde cekilmis. yani anlatilan sadece erkeklerin uyguladigi duygusal siddet ve is yerindeki cinsiyetci ayrimcilik. bir de ortadogu ulkelerinde cekseler bu filmi sanirim en iyi korku - gerilim filmlerinden biri olur. kadinlarin cocuk yasta evlendirilmesi, dovulmesi, hatta oldurulmesi filmde islenmemis bile. ama yine de bu filmdeki gibi en soft hali bile aslinda kabusun icinde yasadigimizin ama artik maalesef asirlardir buna alistigimiz icin farkina bile varmadigimiz gercegini degistirmiyor.

    aldatilan erkegin karisina ofkelenmeyip onu geri kazanmaya calismasi, basroldeki adam neden cocugun yok sorusuna “benim tercihimdi, istesem yapardim” dedikten sonra aldigi tepkinin “cok cesurca, senin gibi erkekler pek yok” olmasi, basroldeki kadinin evdeki misketleri sevistigi insanlari saymak icin biriktirmesi, sevgilisi bunu ogrenip olay cikardiginda ise ona “senin de iliskilerin olmus, bu konuda soz soyleme hakkin yok” demesi...bunlarin hepsi su an yasadigimiz dunyanin paralel evreni olarak yansiyor filme.

    --- spoiler ---

    bizlere dayatilan kiyafetleri, isleri hatta hisleri yasiyoruz aslinda. bizden ne istendiyse o role burunuyoruz. kadinsak eger hep bagimli ve duygusal olarak onaylanma ihtiyaci hissediyoruz. erkeksek hicbir seyin hesabini verme ihtiyaci gormuyoruz. guvenligimiz kadinsak bir erkegin kanatlari altina girmek (kariyer bile yapmis olsak) ama erkeksek kimseye ihtiyac duymadan, toplumun cocuk, evlilik normlarina cok da bagli kalmadan yasamaktan ibaret.

    basimizi bir tabelaya carpip paralel bir evrende uyanma ihtimalimiz ne yazik ki yok.
  • çok anlamlı bulamadığım film. izlemesi gereken kitle de ben değilim zaten ama değinmek istediğim bir nokta var. bu tür kadınların egemen olduğu dünyanın anlatıldığı yapımlarda kadın figürü şu anki erkek egemen dünyadaki erkek figürünün izdüşümü oluyor. haliyle açı yine maskülen oluyor. kadın erkeğe yine erkekçe davranıyor yani. dolayısıyla bu filmde de gördüğümüz gibi, karakter çok da empati yapmıyor. çünkü zaten bildiği bir dünya olduğu için ona oyun gibi geliyor.

    kadının erkekçe davrandığı noktalara örnek vermek gerekirse; ıyy kıllısın diye sevişmemek, sözlü taciz, futbol maçı izlemek, arabalara olan ilgi vs. şimdi, bu mu yani egemen olan cinsin yaptıkları? her iki egemenlikte de aynı şekilde mi ilerliyor prosedür?

    burada bir sorun var bence. yani bu konuda hayal gücümüzün gerçekten yüksek olmadığını, hatta hiç olmadığını düşünüyorum çünkü başka bir dünyayı hiç görmediğimiz için olayları ancak yine bu açıdan düşünebiliyor, bu açıdan yansıtabiliyoruz yapımlara. şunları izlerken gerçekten üzülüyorum bu çaresizliğe, kabullenilmişliğe.
  • ataerkil düzenin kadınlara getirdiği kısıtlamaları, sınırlamaları erkekler üzerinden göstererek, toplumda kadınların içlerinde bulunduğu şartlar hakkında farkındalık yaratabilecek filmdir.

    --- spoiler ---

    filmde bir süre sonra erkek ana karakterin de geçmişine göre daha erken duygusallaşması, daha naif bir karaktere bürünmesi toplumun davranışlarının toplumsal cinseyete etkisini de açıkça sorgulatıyor. erkeklerin daha zayıf görüldüğü bir evrende yaşamaya başlayan ana karakter giderek toplumun basmakalıp normalarına göre yaşamaya başlıyor, ona göre karakteri şekillenmeye başlıyor.bu da aslında bir cinseytin diğerine göre daha zayıf, daha kreatif, daha güçlü olmadığını toplumun bu yargılarının cinsiyetlerin sınırlarını şekillendirdiğini ve karakterlerin de bu sınırlar çerçevesinde geliştiğini gösteriyor bir nevi.

    filmde dikkat çeken, beni de rahatsız eden önemli bir nokta da kadınların güçlü olduğu bir düzen yaratılırken, sıfırdan bir düzen tasarlanmamış. kadınların gerçekten egemen olduğu bir dünyanın nasıl olacağına kafa yorulmamış. sadece şu anki toplumdaki erkek ve kadının toplumsal cinsiyetleri yer değiştirilmiş. günümüzde maskülen olarak tanımlanan tarz, giyiniş ve davranışlar kadınlara yüklenmiş, daha naif görünen cinsiyet rolü de erkeklere verilmiş. illa ki güçlü bir kadın figürü yaratmak için, gerçek dünyada zaten var olan kadın figürünü güçlendirmek yerine, erkeğin toplumsal cinsiyetinin doğrudan kadına aktarıldığı bir dünya yaratarak cinsiyet eşitliğinin savunulması ironik olsa da, topluma yerleşmiş cinsiyet kavramını sorgulatan bir film.
    --- spoiler ---

    edit: cinsiyet eşitliğini anlatan bir filmde kadınların feminen ve egemen olduğu bir dünya yaratılmasını beklediğim için, feminizmi yanlış anladığımı düşünenler olmuş. argüman olarak da feminen ögelerin, feminenlik kavramının kadınların kendi seçimlerinin değil, onlara toplumun zorla dayatması sonucu ortaya çıktığından bahsedilmiş. bu argümana göre, feminen ögeler toplum tarafından kadına zorla dayatıldığı için kadınların aynı anda hem feminen ve hem güçlü bir figür olarak var olabildiği bir toplum hayal etmek, feminizm ile çelişiyormuş. konuya şöyle bir açıklama getirmek istiyorum: filmde ele alınan toplumsal cinsiyet denilen kavram, toplumun belirli bir cinsiyete belirli bir rol atamasıyla, başka bir deyişle bir cinsiyete belli bir rol atfedilmesiyle oluşur. yani ne kadın ne erkek kendi cinsiyetinin rollerini aslında kendi seçmez, feminen ve maskülen kavramlarının ikisi de toplumun bireylere 'dayatmasının' sonucudur. erkekler, kendilerine 'dayatılan' cinsiyetle, kendilerini toplumdaki diğer cinsiyetten üstün olarak konumlandırabiliyorsa, pekala kadınlarda alternatif bir dünyada kendilerine 'dayatılan' cinsiyetle, baskın ve egemen bir rol üstlenebilir. ama tabi ki esas feminizm bu iki cinsiyetin eşitliğidir. ancak sırf 'toplum tarafından dayatılıyor' diye feminenliğin güçsüzlükle ve zayıflıkla ilişkili olduğunu savunmak, bu dünyada cinsiyet eşitliği ihtimalini yok saymak ve kadınların filmde yansıtılan bakış açısıyla sınırlandırmak, kısıtlamaktır.

    özet tanım : feminizmin çok tartışıldığı şu günlerde kesinlikle izlenilmesi gereken bir film.
  • netflix yapımı bir film. konu güzel, işleyiş ise bir kaç saniyelik detaylar sağolsun tatmin edici diyebilirim. empati kurma açısından izlenilmeli.

    hemencecik bir edit: kadın olsam kesin or*spu olurdumculara özellikle izletilmeli.
  • sonunu çok başka bekliyordum, plot twisti ile şaşırttı ve çok da hoşuma gitti bu durum. klişe örneklerle sıkar diye düşünmüştüm o yüzden biraz tereddütlü başlamıştım izlemeye lakin kadın-erkek ilişkilerini, toplumdaki kadının genel yerini dikkat ettiğimiz etmediğimiz birçok yönüyle ele almış adamlar. güldürürken düşündüren bıdılardan diyorlar ya, onlardan işte. tavsiye ederim herkeslere, vakit kaybı olmaz.
  • başrolde zeynep tunuslu oynuyor.
  • işleyişiyle değil, 1-2 saniyelik sahnelerle verdiği referanslarla beni yakalayabilmiş olan film.

    konsepti "toplumdaki erkek-kadın rol ve kalıp yargıları(aka stereotype) yer değiştirirse nasıl olurdu" dünyası. protagonistimiz; terkedilen her erkeğin kendini içkiye verip de "abi piç olmak lazım" diye kafalarda betimlediği o piçin ta kendisidir. gene bir piçlik yaptığı sırada birden "baaam"; anaerkil dünyaya hoşgeldin neo. devamında 1 saat 38 dakika boyunca erkeklerin "hep iyi niyetimizden kaybediyoruz kadını" rolünü oynadığı, kadınların da "abi piç olmak lazım"daki piç erkeği oynadığı bir film izliyoruz.

    büyük resme bakacak olursak; kadınların ilişkilerde ve toplum hayatında uğradığı adaletsizliği gözler önüne seren bir kara mizah filmi. fakat taraflı betimlemeyle. bir üstteki entry'de arkadaşın dediği gibi "erkeklerin kadın olduğu değil; erkeklerin kadınların olmasını istediği kalıptaki kadın olduğu" bir evren bu. ama aynı zamanda "kadınların erkek olduğu değil; kadınların erkeklerin olmasını istemediği ama erkeğin avantajındakilere sahip kalıptaki erkek olduğu" bir evren. bu da filmi kara mizahtan çok, propaganda havasına sokuyor. tabiri caizse; feminizm pornosu.

    küçük ayrıntılarla erkek ve kadın tasvirleri sahnelere yerleştiriliş şekli başarılı gerçekten. erkeklerin oje sürdüğünü anlık bir vücut diliyle göstermesi gibi. erkeklerin şarap içip, kadınların viski yada konyak içmesi gibi. gerçi alexandra gibi jaguar arabayla dolaşan zengin bir karakterin, evinde the yamazaki distiller's reserve içmesi ayrı bir abes olmuş. bizim ana karakter, yakın arkadaşının evinden kovduğu karısı dertleşirken yakınlaştıkları anda kadının eliyle adamın bacağını okşaması gibi, film birçok küçük ama yerinde mimiklerle tebessüm ettiriyor. filmin sonunu güzel bir şekilde bağlıyor, mesajını veriyor ve bitiriyor.

    sonuç olarak toplum eleştirisi fikriyle çıkıp taraf eleştirisine dönüşmüş, sıklıkla rastladığımız metaforların ve analojilerin perde izdüşümü olmuş. mimiklerin ve referansların sahnelere yedirilmesi dışında sinematografik olarak yada senaryo bazında izleyiciye bir şey sunmuyor. bu filmi sevdiyseniz, aynı konsepte sahip olan şu filme de bakabilirsiniz (bkz: jacky au royaume des filles).
  • film başladığında jean dujardin 'in les infideles filmi gibi bir film sandım, hatta nerdeyse rol jean dujardin yazılmış dedim ama değilmiş. pierre benezit daha da iyi olmuş, marie-sophie ferdane da en azından tipiyle role oturmuş.
    iki kızın iki papazdan büyük olduğu alternatif dünyada kadınlar da rollerini (ve üstünlüklerini) evrime bağlıyorlar.
    feministlerin de taşlamadan payını alanları var. paris gibi dünyada cinsiyet rollerinin en az olduğu yerlerden birinde bu kadar kontrast çıkaran bir yazar, türkiye'de ortadoğu'da ne yapardı kimbilir.
    ayrıca (bkz: the red pill)
hesabın var mı? giriş yap