• "fbi bu örgütlerin faaliyetlerini gizlice izlemekle kalmıyor, bu örgütleri parçalamak ve itibarsızlaştırmak için içlerine muhbirler ve ajan provokatörler sızdırıyordu; böylece altmışlardaki aktivistlerin delilik derecesindeki korkularının haklı olduğu ortaya çıkıyordu. büyük birader gerçekten de herkesi izliyordu ve bütün bunların arkasında nobodaddy'nin en sadık, en çılgın askeri, bodur j. edgar hoover vardı, fbi'daki kırk yedi yıllık hizmet sürecinde öylesine güçlü duruma gelmişti ki, kapılarını çaldığı başkanlar bile korkudan titrerdi." paul auster - 4 3 2 1
  • j. edgar adlı filmde leonardo di caprio tarafından hayatı canlandırılan fbı direktörü. filmde çok ilginç ayrıntılar yer alıyor ve yaşlandırma makyajının bu kadar iyi yapıldığı başka bir yapım görmedim sanırım. hakkında birçok iddia bulunan hoover 8 başkan görmüştür.
  • 1924'den 1972'de ölünceye kadar fbi başkanlığı yapmış olan hayli karanlık ve bir o kadar da ilginç bir tarihi figürdür. eşcinsel olduğu herkesçe bilinir. birçok uzmana göre kendisinin haberi olmadan amerikan yeraltı dünyasında kuş uçmazdı. kimilerine göre ise abd'yi perde arkasından yöneten kişiydi.

    bu muazzam gücünün arkasında o dönem, birçok senatörün, politikacının, mafya liderinin falan çok önemli ve gizli bilgilerini elinde koz olarak tutması yatıyormuş. hoover'ın, şeytan'a pabucunu ters giydirecek bu gücünün arkasında herkesi ağına düşüren şantaj tuzakları yatıyormuş. adam kurduğu top seceet teşkilat ile abd'nin ve birçok avrupa ülkesinin tüm ileri gelenlerinin kirli çamaşırlarını elinde koz olarak tutuyormuş.. birçok kişinin mikrofilmleri varmış elinde. yatakodasına sızmadığı çok az kişi varmış. bu şantaj tuzakları için o dönemin ünlü modellerinden de ustaca faydalanmış. seks, alkol ve uyuşturucu alemlerinde mikrofilme alınmayan çok az kişi varmış.

    hatta bu mikrofilmlerin içinde 1963'te trajik ve karanlık bir suikaste kurban giden john f. kennedy'nin ve kardeşi robert kennedy'nin marilyn monroe ile olan sevişme görüntüleri de varmış. uzun süre bu görüntülerin kimde olduğu tartışıldı abd'de. marilyn monroe'nun garip ve sırlar ile dolu ölümü de şüpheleri iyice arttırdı. marilyn monroe'dan sadece 1 sene sonra abd başkanı john fitzgerald kennedy, ondan da 5 sene sonra adalet bakanı kardeşi robert kennedy suikaste kurban gitmişti.

    tabii bu olaylardan sonra hoover'ın başında bulunduğu fbı'ın adı birçok şaibeye karıştı. bilhassa kennedy suikastinden sonra delillerin karartılması, görgü tanıklarının ifadelerinin değiştirilmesi, bazılarının ölü bulunması falan çok sayıda garip olayda hoover'ın adının karıştığı tuhaf gelişmeler yaşandı o dönem.

    hoover konusunda daha sonradan kapsamlı bir analiz yazısı yazacağım. ancak abd'nin yeraltı dünyasına damgasını vuran mafya yapılanmaları, gangster ve çete savaşları, ikinci dünya savaşında nazilerin fişlenmesi, yahudi göçmenlerin tahliye işleri, sonu gelmez şantaj hikayeleri, faili meçhul cinayetler, suikastler falan çok garip olayların döndüğü bir dönemdir hoover dönemi.

    kendisinin hayatından bir değil beş film bile çekilir. o kadar bol ve sonu gelmez konu var adamın hayatında.
  • alkol, sigara kullanımı ve sağlıksız beslenmeye bağlı olarak çok bile yaşadığını tahmin ettiğim kişidir.. hoover öldüğünde 77 yaşındaydı. 1972'de öldü. o yılların ortalama yaşam süresinin üzerine çıkmıştı. o kadar sağlıksız bir yaşam sürmesine rağmen. daha önceden kalp ve prostattan sorun yaşamıştı. kalp krizi sonucu da öldü.

    ölümünün bir suikast olduğu iddiası çok zorlamadır. çünkü yaşlı ve yaşa bağlı hastalıkları olan biriydi. o dönem sigara, puro gibi tütün mamüllerinin korkunç zararları şimdiki kadar bilinmediği için kontrolsüz tüketim söz konusuydu..benzer şekilde hoover'ın kahvaltılarında jambonlu omletin, akşam yemeklerinde et yemeklerinin, şarabın, viskinin eksik olmadığı, fırsat buldukça puro ve pipo tüttürdüğü de biliniyordu. hoover'ın yaşam şekli bana biraz winston churchill'i anımsatmıştır oldum olası.

    bu profildeki birine göre uzun bile yaşadığı söylenebilir.

    suikast iddialarının çok havada kalmasının bir diğer nedeni ise hoover'ın yaşı itibariyle, düşmanlarının ve dostlarının çoktan mevta olmuş olmasıdır. ayrıca politik güç olarak da 1940'lardaki hâlinden eser yoktu. çoktan pasifize olmuştu. fbı'yı 48 yıl yönetti ancak bu 48 senenin her senesine aynı güç ile hükmetmedi.

    öte yandan her şeyi cinsellik ile açıklamaya çalışan freudyen görüşün aksine elde ettiği güç ve başarının altında kendi zekasının ve donanımının büyük katkısı olmuştur. yoksa hoover eşcinseldi ancak bunu kendi dünyasında bir şekilde sorunsuz bir şekilde yaşayabilen biriydi. bilhassa kariyerinin ilk dönemlerinde kendisi için çok kolay üstesinden gelebileceği mafya yapılanmaları ve suç örgütleri vardı. o da bunların üstesinden geldi ve peşpeşe ettiği başarılar ile zirveye ulaştı.
  • bir dönem abd'de de görev yapmış (ki burada iken emekliliği zorlandı zaten) kim philby hatıralarını yazdığı kitapta kendisini yerden yere vurur.

    philby'ye göre hoover adi suçluları yakalamak konusunda ne kadar iyiyse karşı casusluk konusunda bir o kadar beceriksizdir. bu arada abd topraklarında casusluk faaliyetlerini engelleme işine fbi bakıyor onu belirtelim.

    philby "bizim hiç bir casusumuzu yakalayamadı, abel'i* yardımcısı satmadan yakalayamadı, nihayet beni de yakalayamadı. fuchs* ise ingilizlere yakalanmasa bu gene yakalayamazdı " şeklinde gömer hatıralarında.

    lafa geldiğinde vatan, millet, bayrak ama icraata gelince fos. valla okuyunca tanıdık geliyor :)
  • napolyon'un gizli polis şefi ve güvenlik bakanı joseph fouche ile bismarck'ın baş ajanı wilhelm stieber gibi her durumu kendi lehine çevirmek için çabalayan, nefret edilesi bir karaktere sahip fbi başkanı.

    bu konuda az bilinen bir örnek vermeden önce ilginç bir bilgi paylaşayım; bu herkesi fişleyen, haklarında şantaj dosyası hazırlayan büyük biraderimizin atom bombası üretmeyi amaçlayan manhattan projesi'nden haberi yokmuş. izledikleri bir nkvd ajanı, suçüstü yakalanıp fbi tarafından sorguya alınınca nükleer sırlar peşinde olduğu görülmüş ve bu vesileyle hoover ve fbi'ın atom bombası girişimlerinden haberi olmuş. zaten venona belgeleri gösteriyor ki; klaus fuchs gibi atom casuslarının başarılı faaliyetleri sayesinde stalin bile abd'nin atom bombası çalışmaları konusunda neredeyse abd'li yetkililer kadar bilgi sahibiymiş.

    2. dünya savaşı sırasında japonlar'ın gerçekleştirdği pearl harbor baskınının ardından abd ve almanya karşılıklı olarak birbirlerine savaş ilan edince abwehr şefi ünlü amiral wilhelm canaris düşman ülke topraklarında bir dizi strajetik askeri ve endüstriyel tesisi hedef alarak abd halkının savaşma gücünü ve moralini azaltmayı amaçlayan bir sabotaj planı oluşturuyor. ira'nın ingilizler'e karşı yaptıkları sabotajlardan esinlenen, walter kappe önderliğindeki bu plana görünüşte philedelphia'ya bağlı germantown'da bir öğretmen ve saygın bir lüteriyen olarak yaşamını sürdüren ama esasen alman vatandaşlarını gizlice abd'ye yerleştirmekle görevli olan francis pastorius'un adı veriliyor.

    plana göre; 8 kişilik bir nazi ajan timi, öncelikle berlin kırsalında amerikan yaşam tarzına uygun bir şekilde hazırlanmış bir kasabada hem abd'deki gündelik hayata uyum sağlamayı öğrenecekler (bu arada ekipten 2 kişi zaten 10 küsür yıldır amerika'da yaşıyordu, hatta restoranlarda bulaşıkçılık yapmaktan amerikan ulusal muhafızlarına katılmaya kadar çeşitli tecrübeler edinmişlerdi ve bu iş için özel olarak berlin'e geri çağrılmışlardı.) hem de ingilizce ve aksan pratiği yapacaklardı. daha sonra da denizaltılarla gizlice amerikan topraklarına bırakılarak aralarında tren istasyonları, köprüler, hidroelektrik santralleri ve askeri tesislerin bulunduğu hedeflere sabotaj düzenleyeceklerdi. yine ingilizler'e cephane tedarik eden amerikan fabrikalarına sabotaj yapacak irlandalılar'la da ortak hareket edilecekti.

    ilk saldırı grubunun iki elemanı new york'ta long island kıyılarına bırakıldıktan sonra washington'a geçip fbi'la temasa geçerek teslim oldular. ikinci grup ise başarılı bir şekilde chicago'ya ulaşıp oradan ohio, illinois ve cincinnati'deki görev bölgelerine ulaşmayı başardılar.

    teslim olan ernst burger ve george dasch yanlarında operasyon için getirdikleri 84 bin doları da yetkililere vererek her şeyi anlattılar. işbirliği yapan bu iki nazi ajanı ile görüşen hoover onlara sabotaj timinin tamamını elevermeleri karşılığında önce koruyucu gözaltı ve ortalık yatışınca da serbest bırakılma sözü verdi. ajanların ifadelerinden yola çıkılarak diğer sabotajcılar da birer birer yakalandı.

    bu noktada hoover puştluğunu yaptı ve serbest bırakılmayı bekleyen iki nazi ajanına hayatının kazığını attı. ertesi gün gazeteler iki nazi hainin yakalandığını haber verirken bu ikilinin fotoğraflarını paylaşıp onları sözümona suçüstü yakalayan hoover'a övgüler düzüyordu.

    ikili diğer sabotajcılarla birlikte yargılandı ve idam cezasına çarptırıldı. ancak son anda hoover'dan ve yöntemlerinden haz etmeyen başkan roosevelt'in ikilinin dosyasına tekrar göz atılmasını istemesi ve ikilinin esasen kendi istekleriyle teslim olup gönüllü işbirliği yaptıklarını öğrenmesi üzerine idam cezaları iptal edildi. 6 arkadaşları elektrikli sandalye ile idam edilen ikili daha sonra harry s. truman dönemi'nde batı almanya'ya sınırdışı edildiler.

    görüldüğü üzere; hoover kendi ikbali ve itibarı için iki insanın haksız yere idam edilmesine göz yumabilecek böyle de şerefsiz bir şahsiyet.

    meraklısı için de belirtmiş olayım; abd'li yazar david alan johson'ın ''betrayal'' adlı kitabı, bu olayı ve hoover'ın puştluğunu konu alıyor.
  • görevi boyunca pek çok başkan tarafından görevden alınmaya çalışılmış ama bir türlü başarılı olunamamıştır. harry s. truman, şu sözleri söylemiştir hakkında:

    "... we want no gestapo or secret police. the fbi is tending in that direction. they are dabbling in sex-life scandals and plain blackmail. j. edgar hoover would give his right eye to take over, and all congressmen and senators are afraid of him."

    bu sözleri kullanmasında hoover'ın fbi'ı dünya çapında bir organizasyona çevirme fikri ve doldurmaktan bıkmadığı listelere dayanarak kore savaşı'nın başladığı tarihlerde 12.000 kişi hakkında gözaltı kararı istemesi olmuştur ki bunu isterken ayrıca habeas corpus ilkesinin de kaldırılmasını istemiştir.

    1950'lerde başlattığı cointelpro çalışması 1971'de, bir grup weather underground militanı tarafından vietnam savaşı'ndaki askere alınma emrine karşı yapılan gösterilerde bir askeralma biriminin basılıp belgelerinin çalınmasıyla ortaya çıkmıştır. 1975'te kongre durumu direkt yasadışı ilan etmiştir ama 15 yıl boyunca "şüpheli" sayılan (daha doğrusu paranoyak ve aşırı uçlarda takılan hoover'ın "şüpheli", hatta direkt "suçlu" addettiği) tonla insanı dinledikten, şantaj düzenledikten, hırsızlıklar yaptıktan, sahte belgeler ve dedikodular yaydıktan sonra yasadışı ilan edilmesi ne kadar tutarlıdır, tartışılır. kaldı ki bu süreçte lyndon b. johnson'ın özel danışmanını da dinlemiştir. işin açığı, hoover'ın takip etmediği insan yok gibidir. hele ki siyasette, medyada, sanatta... herhangi bir alanda birazcık sivrildiyse.

    john fitzgerald kennedy'nin zaten hoover'ı görevden almak için çok uğraştığı bilinir. ama şunu da unutmamak gerekir: fbi'ın, daha doğrusu hoover'ın tuttuğu o bitmek tükenmek bilmeyen dosyalar bir tarafa, ölene kadar kongrede, yani hem mecliste hem de senatoda ama özellikle senatoda, eşek yüküyle çok destekçisi vardı her iki partiden de. örneğin öldükten sonra bile, 1979'da vekillerden birkaçı (üstelik başını bir cumhuriyetçi çekiyordu) fbi binasının isminin değiştirilmesini isteyen bir tasarı sunsalar da bu reddedilmiştir. 90'larda iki kez bu sefer demokrat senatörler şanslarını denemiş ama iki seferde de başarısız olmuşlardır. hala tartışmalı bir konudur abd'de fbi binasının adı.

    richard nixon başkan olduğunda hoover artık 74 yaşındadır. yeni başkanın hoover'ı görevden almak istediği çok açık bellidir, zaten bütün washington d.c.'de bu konu çokça konuşulur hale gelmiştir ama başkan, kongrede çektiği yoklamada başarısız olacağını anlar. zaten o noktada açık açık hoover'dan korktuğunu da söylemiştir. hoover ölünce fbi'ın başına teşkilatla ilgisiz bir adamı getirmiştir ki mark felt'le (nam-ı diğer deep throat) arası feci şekilde bozulmuştur (zaten bu mark felt de çok ilginç bir adam açıkçası). gerçi kendi adına akıllı davrandığı görülebilir buradan. çünkü malum olduğu üzere watergate skandalı'nda gazetecilere öten, işte bu mark felt'tir ki kendisi hoover'ın yardımcısıydı, fbi'ın gelecekteki başkanı gözüyle bakılan biriydi. ne var ki çok şüphelenilse de ömrünün sonlarına kadar gerçek açığa çıkmamıştır.

    bu arada kendisinin takıntısına bir örnek de adıdır: doğduğunda adı başlıktaki gibi john edgar hoover'dır ama 1930'larda bir mağazaya 900 dolar borcu olan bir adaşının olduğunu öğrenir. borcuna, faturalarına son derece sadık ve dakik biri olan hoover, benzerlikten de olsa adının kirleneceği düşünüp başındaki john'u j'ye çevirir ve öyle kalır. bu, isterse james bond olsun, kesinlikle normal bir insanın yapacağı bir şey değil bence. saplantılı bir seri katil olacakmış da kaderin cilvesiyle fbi'ın başı ve hatta kurucusu haline gelebilmiş gibime gelir hep.
  • meyer lansky yaşamı boyunca, hoover reisin eşcinsel ilişki yaşarken ki fotoğrafları elinde olduğu için abimizden kaçmayı başarmıştır
hesabın var mı? giriş yap