• özfarkındalık içeren çoğu stanley kubrick filmi gibi sonsuz ikilemelerden yapılmış gibi görünür. ikiliğin filmidir, kendine referans yapan detaylarla doludur. bununla birlikte çelişkilerin, dilemmaların, gelgitlerin karanlık bir hikâyesidir. arafta kalan anti-kahramanların psikolojisini araştıran dışavurumcu bir kara filmdir de.

    söz konusu ikiliklerin bazılarını sıralayacağım:

    * kubrick'in ikinci filmidir.
    * figürler genellikle two shot'larla, yani ikili çekimlerle görüntülenir.
    * iki sevgilinin gerilimli hikâyesidir izlediğimiz.
    * iki cinayet işlenir.
    * cinayetin biri kasıtlı, diğeri nefs'i müdafaadır.
    * finalde davey'in peşine iki kişi düşer: rappollo ve adamı.
    * cinayet mahalline iki polis gelir.
    * loser boksörün gizemli sevgilisi iki erkek arasında kalmış gibi görünür.
    * boksör ve sevgilisi iki kez bir araya gelir (sevgili olur)
    * filmin adı da iki sözcükten oluşur: katilin busesi.
    * ve kubrick'in aktör frank silvera ile çalıştığı ikinci filmdir.

    not: filmin unutulmaz sahnesi bilindiği gibi mankenler odasındaki meşhur kavgadır. bu gerilimli sahnenin çekimi de iki hafta sürmüştür. elbette bu bir tesadüftür. bu filmden 16 yıl sonra çekeceği otomatik portakal'da katilin busesi'ne örtük bir referans vardır: kedi dostu bir artistin evine gizlice giren alex, kadınla, tıpkı katilin busesi'nde yaşanan kavgada olduğu gibi sözüm ona bir sanat eseriyle dövüşür -ki bir fallus heykelidir bu.

    filmdeki dışavurumcu rüya sahnesini (bu ünlü sahne 2001'de astronot dave'in renkli uzay koridorundaki yolculuğuna benzetilmiştir ) de daha önce yazmıştım: (bkz: #60242081)

    ayrıca;

    (bkz: stanley kubrick /@hanging rock)

    (bkz: 2001 a space odyssey /@hanging rock)
    (bkz: a clockwork orange /@hanging rock)
    (bkz: barry lyndon /@hanging rock)
    (bkz: eyes wide shut /@hanging rock)
    (bkz: killer's kiss /@hanging rock)
    (bkz: the shining /@hanging rock)
    (bkz: traumnovelle /@hanging rock)
  • kubrick'in ilk kara filmi.

    boksör davey gordon’ın (jamie smith) gördüğü kâbus ilginçtir: dışavurumcu kamera kullanımıyla çekilen, görsel bozulmalar içeren sahne, ileriye doğru kaydırmalı-çekimle kotarılmıştır ve hakiki korku filmlerini aratmayacak cinstendir.

    kamera ruhsal sarsıntıyı ima etmek ister gibi sarsılarak ileri doğru kayar. bu sahne sonradan the shining'deki steadycam'ın mükemmel bir görüntü elde etmek için icra edilmesiyle, bir başka dekor içinde yeniden çekilir: finaldeki labirent sahnesi. bilindiği gibi labirent sahnesindeki kamera kullanımı sonradan birçok filmde tatbik edilmiş, örnek alınmıştır. bu adamın filmleri sinema kitaplarından daha yararlı ve öğreticidir.

    özetle kubrick, henüz ikinci filmiyle araştıran, keşfeden, yaratıcı bir kimlik sergiler ve alman dışavurumcu sinemasına olan derin farkındalığını ve sevgisini ortaya koyar.
  • stanley kubrick'in ikinci filmi. dandik oyunculuklar, vasat bir senaryo ve pek de iyi olmayan bir yönetmenliği içinde barındıran bir film. haliyle biter bitmez unutuluyor. '55'te çekilmiş bu film. dolayısıyla "dönemine göre iyi" de diyemiyorum filme. çünkü billy wilder'den fred zinnemann'a, william wyler'a kadar bir sürü yönetmen benzer konuya sahip enfes işlere imza atmışlardı o dönemlerde. kubrick'in filmiyse çok dandik. kara film, yani film noir türünde. belalı bir manitası olan femme fatale, boksta düşüşe geçen adamımızı etkiliyor. tahmin edileceği üzere bu adam, kadını bu bataklıktan kurtarmaya çalışıyor film boyunca. ama mafyavari siyahi eleman da bu kadına hasta ve kadını bırakmaya hiç mi hiç niyetli değil. başından sonuna kadar orijinal yönü olmayan, öte yandan kubrick'in acemice çektiği bir film. önceki işi fear and desire'da da çok acemiydi, burada da öyle. neyse ki the killing'le acemiliği atlatıp ustalığa geçiyordu usta yönetmen. tamamen ezberlediğimiz bir öykü anlatılıyor ama gayet yüzeysel ve hızlı bir şekilde işleniyor her şey. bunun dışında finaldeki kavga sahnesi de pek amatörceydi. neticede izlenir tabi, ama iyi bir film değil.
  • garip bicimde rahatsiz eden filmdir, anlatilan ask aska benzemez, katiller tam katil degildir, kurbanlar masumdur, egreti kavga sahneleri falan filan,

    kubrick'in ilerisi icin mesaj verdigi dogrudur, ozellikle sokakta danseden iki adam, oldukca durter izleyeni...
  • alfred hitchcock etkisinin sezinlendiği, bi saatten biraz daha uzun süren bir film noir. negatif çekilmiş rüya sahnesinin kısa oluşu üzüyo insanı. 2001 a space odyssey, a clockwork orange'a hiç yaklaşamamış olsa da karakterlerin kamerada görünümü, ışık kullanımı ile kubrick filmi olduğunu hissettirmekte.

    --- spoiler ---
    manhattan sokakları, damlardaki kovalama ve finaldeki manken fabrikasında geçen sahneler de bonus.
    --- spoiler ---
  • ha patladı patlayacak derken üstadın kapatıp bitirdiği film. ama filmden öğrendik ki, new york'ta eskiden kerane yerine dancehall'lar varmış, millet para verip karı kızla slow dans edermiş. inceden yiyişme durumları da yok değilmiş. aklıma geçim kaynağımı nasıl sağlayacağım konusunda fikirler soktuğu için rahmetli kubrick beye müteşekkirim.

    (bkz: elinde dildo cukunde sokellayla kalakalmak)
  • bir kubrick filmi izlediginiz hissiyatını verememektedir film size,hikaye ortalamadir olsa olsa,yine de davy ruya gorurken ufak bir goz kırpar kubrick izleyiciye ki bu sahne 2001 a space odyssey ile dolayli bir baglantiya da sahiptir. bundan gayri, ustaya saygi filmi izlemenizin en onemli nedenidir.
  • filmin esas-kadını (ki yanlış hatırlamıyorsam filmde başka kadın karakter de yok) hakikaten çokça güzel bir kadındır ve hatta heteroseksüel-bir-erkek/lezbiyen-bir-kadın bu filmden söz ederken yutkunmadan edemiyorsa, yegane sebebi, filmde şöyle bir duruş durmuş bu —gerçek adında hemfikir olamadığımız— kadından ötürüdür.

    ayrıca gönül isterdi ki, kronolojik stanley kubrick izlemeleri yapıldığı sırada "2 numaralı kubrick filmi" olarak izlenen bu film hakkında irene kane yerine teknik detaylardan ve içerikten söz açılabilsin... aslında hayır, teknik olarak harikulade bir sahneden söz edebiliriz;

    --- spoiler ---

    vincent rapallo'nun telefonda konuşurken penceresinden gloria price'ı izlediği şu sahne... bu sahne, sinema kürsülerinde rahatlıkla ders olarak okutulabilir. zira bu sahnede izleyici hem birinci tekil şahıs gözünden, hem de üçüncü tekil şahıs gözünden filme dahil edilmiş oluyor. yani o sahneyi izleyen bir kimse, —eli mahkum— kendisini o sahneyi yaşamak zorunda hissediyor. eh, genel olarak bir şey vaad etmeyen/edemeyen filmdeki bu küçük sahne de, bir yıl sonra "the killing"i, iki yıl sonra "paths of glory"yi çekecek stanley kubrick efsanesinin sinyalini vermeye yetiyor.

    ayrıca filmden çektiğim bir görsel bana hatırlatıyor ki, filmdeki bale sahnesi de epey estetikmiş meğer. özellikle şu an... dans'ı bir sanat dalı yapanın ne olduğunu hatırlatır cinsten hakikaten...

    --- spoiler ---

    ayrıca, entry'yi yazarken düşündüm de, chris chase a.k.a. irene kane'i böylesi güzel bulmamızın altında yatan sebep de kadının günümüz güzellik algısına denk düşüyor olması olabilir. zira biz biliyoruz ki, 1955'te "balık etli" kadınlar güzel bulunuyordu ve o dönemlerde bir filmde zayıfça bir aktrisi oynatmak düpedüz risk almaktı. hatta '50'lerde yaşıyor olsaydık irene kane için «bu ne be, kürdan gibi kadın...» deyip, yüz çeviriyor olabilirdik. fakat '50'lerde yaşamıyoruz ve ben marilyn monroe'yu ne denli pespaye buluyorsam, audrey hepburn'ü o denli güzel buluyorum.

    da... ben ne demeye gelmiş bu başlıkta öznel güzellik anlayışımdan söz edip duruyorum?

    çünkü film hakkında söyleyebileceklerim ancak bu kadar.
  • kubrick'in 2. uzun metrajlı filmi. iyi bir film sayılmaz, hatta biraz daha açık konuşmak gerekirse dandik bir filmdir.
  • evet kubrick'in tarzının dışında bir filmdir. hikayenin çok fazla derinliği yoktur. hatta film balerin sahnesinde "gloria" anlattığı hikaye daha ilginçtir. yine de kubrick parça parça hissettirmektedir kendini. hitchcock'un sık kullandığı bir konuşma esnasında görüntünün başka bir yere odaklanması olayını bu filmde kullanılmış. boksörümüz telefonda konuşurken camın diğer tarafında soyunan kadına odaklanırız. ayrıca özgün senaryo olan iki filmden biridir. diğer film fear and desire.

    birde filmdeki sarışın afet irene kane olarak geçse bile gerçek adı chris chase (chase kocasının soyadı) olan bir gazetecidir. filmografisine baktığımızda da bu film dışında bir kaç dizide oynamış. dizilerden sonra gazeteciliğe başlamış ve new york times, cbs ve cnn'de çalışmış. kitapları filan var.
hesabın var mı? giriş yap