• 1990'da 'ingilizce olmayan dilde en iyi film' kategorisinde bafta'yı kazanmış yapıttır.

    9. uluslararası istanbul film festivali'nde 'aslolan hayattır' adıyla gösterilen bu savaş dramasında philippe noiret başrolde çarpıcı bir performans sergiliyor.
  • la vie et rien d'autre, yani yanlış çevirtmesin allah, bir nevi "sadece hayat!". birinci dünya savaşı taze bitmiş, fransa'da 350.000 kadar kayıp asker vardır. kimileri ölmüş, kimlikleri belli değildir. kimileri hafızasını kaybetmiş, sakat kalmış, cephenin öbür tarafındadırlar. philippe noiret'nin gene büyük bir insaniyet verdiği major delaplane karakteri, üstlerinin "siktiret, daha fazla araştırma, 'bilinmeyen asker' anıtı yapıcaz, bize 3-5 tane ceset bul" gibi ahlaksız tekliflerinden tiksinmiş ve kendi kafasına göre iş yapan bir adamdır. sanki 350binin hepsini de identifiye edebilirmişcesine bir işkoliklikle çalışmaktadır. onun dışında, zengin bir aileden gelip savaşta kaybolmuş eşini arayan bir kadın, öğretmenlik yaptığı küçük köy okulunun askere gitmiş hocası dönünce garsonluk yaparak geçinmeye çalışan başka bir savaş dulu kadın, kayıplarını arayan binbir aile, bir köy ve çevresindeki kampta, robert altman filmlerini andırır bir atmosferde bir araya gelirler, hikayeler çakışır.

    "evet savaş var, ama hayatta güzel şeyler de var" tarzı filmleri çok gördük ve onları sevmiyoruz. ucuz "hayatta güzel şeyler de var" edebiyatına karnımız tok. ama peki ya bu film? hayatın hiçbir öğesini olduğundan daha güzel hale getirmeksizin, çirkinliğe gözünü kapamaksızın güzel şeylerin değerinden bahsedebiliyorsak, o noktada sanat eseri yapmış olabiliriz belki. tavernier birinci dünya savaşının bıraktığı tüm o yıkım ve trajedi içerisinde politikacıların yarattığı cehennemi tekrar biraz olsun (ve biraz da nafile bir şekilde) düzeltmeye çalışan insanların hikayesini anlatırken insanların temelde az çok bir asalete sahip olduğunu düşünüyoruz. kahramanlarının tüm o uğraşları pek bir işe yaramasa bile, sırf hayat için böyle canhıraş çalışılabilmesi bile bir noktada insanı iyimserleştiriyor. altman'ı, çok az da fellini'yi hatırlatan katmanlı görsellik, o karakterden bu karaktere geçiş tarzı içerisinde tavernier'nin çizdiği koskocaman bir savaş sonrası portresi, gitgide bir insanlık portresine dönüşüyor. ya ben neden durmadan atilla dorsay gibi yazmaya başladım?
hesabın var mı? giriş yap