• genel olarak 6 yıldır bilfiil seyredenler final bölümleriyle hayal kırıklığına uğradıkları dizidir. ben de seyrettim. final biter bitmez “bu mudur yani” demedim değil. sonra biraz düşününce “ne bekliyorum ki yani” dedim. zaten işin “zevkinde” olmak diye bir kavram var. çok da şey beklemeyince daha zevkli oluyor ve sonra “final de fena değilmiş” deyiverdim. siz de deyin. tavsiye ederim.

    şimdi takılınmaması gereken şey “eee pekiyi ne oldu bunlara öldüler mi, yoksa bu bir rüya mıydı” yanılsaması. uzak durunuz.

    bir kere diziyi zamanlama açısından da bölümlemek lazım. bu bölümlenmeyi yazarlar da yapmış gün gibi ortada. dizinin ilk bölümlerinde uçağın kokpitindeki ikinci pilotu parçalayan şey siyah duman değil bir canavar belli ki . bir bölümü de gözüküyor. onlar da çok şey değiştirmişler. örneğin walt’a ve siyahi pedere yükledikleri değerleri yokmuş gibi değiştirdiler. 6 yıl süren bir dizide bu devamlılığı sağlamak bile önemli başarı.

    siyah duman (sd) jacob’a “sen getiriyorsun değil mi bunları” demesi de ironik. 815’in düşüşünü desmond sağlıyor o ayrı mesele.

    şimdi ilk hal şu; mutsuz mu muuuutttsuz sorunlu bir uçak dolusu kişi sydney’den lax’a yola lıyor mu alıyor. sonra gerçekten uçak düşüyor. olaylar gelişiyor. adada inanılmaz güçlü bir manyetik alan var. diğerleri ve dharma girişiminin barakalarını kullananlar var. sonra arkasından bir şekilde widmore’un adamlarının adayı bulmaları var. sonunda ben (yani o) manyetik alanı bozuyor ve zırt pırt bir ileri bir geri zamanda kayıyorlar. gün geliyor çark geri yerine oturuyor bu zaman bozulmaları kalmıyor.

    6 kişi yeniden geri dönüyorlar. la’de bu önemli bir olay oluyor. sonra ben sayesinde gerisin geri adaya ajira ile dönüyorlar.

    dhrama’ya intikal ve arkasından bir sürü badire ile juliette’nin “taş yok mu taş” diyerek küfür ile yoğrulmuş atom bombasını patlatması ile bu manyetik alan üzerindeki istasyonun kurulmasını engelleniyor ve böylece 815 düşmüyor. işte bu anda adadakiler paralel evrende oluveriyorlar. artık iki tane jack iki tane kate var. hatta jack’in juliette’den oğlu filan var.

    bu sırada adadaki sd ve jacob çatışması ile uğraşıp duruyorlar. hatta sayid ölüyor ve yeniden canlanıyor. bu sırada la’de hayat devam ediyor. oradaki hayat hakkında bilgiler verip dizi uzuyor da uzuyor. herkes ölüyor adada hurley, ben, desmond, dişçi ve karısı kalıyorlar. haa bir de dramatik şekilde adaya geldiği bambu ormanında gözlerini yuman bizi gözyaşlarına gark eden jack kalıveriyor.

    uçak ile geri dönen miles, lapidius, alpert, kate ve sawyer hakkında bir bilgimiz yok. çünkü onlar zaman kayması yaşar vaziyetteler 815’in ilk düşüşünden en az 3.5 yıl sonra zamanda olmalılar. onların ikizlerini görüp göremeyeceklerini sorarsanız onu senaristlere sormanız gerekir.

    kilisedeki sahnede ise jack’in babasını görmesi diğerlerinin öldüğü anlamına gelmiyor bence. herkes genelde öpüşüp de sevdiceği ile münasebeti ile imana gelirken yani iki paralel evrendeki hatıratlarına nail olurken jack, "başarılı baba sendromu" sebebi ile babasının tabutu ile kendine geliyor. hatırladığı halde kilise içine gelmeyen ben, ağırlığını hissetmek ve farklı bir yerde durduğu için içeri gelmiyor.

    dizinin sonu açıkçası mutlu son ile bitiyor. çok fazla kafa karışıklığı yaratıyor. ancak david lynch’ten mulholland drive’ı 28 defa seyrettikten sonra yönetmenin 10 maddelik açıklaması ile dağılmış bir halde iseniz lost çok can yakmıyor…
  • son iki gündür 1000'den fazla entry girildiği için * yazılıp yazılmadığını bilmiyorum ama jack'in meşhur sözü live together die alone gerçekleşmiştir dizinin son sahnesinde.
  • --- final spoiler ---

    lost'u asla sıradan bir dizi olarak görmedim. zaten dizi mizi de izlemem doğru düzgün. ama dün onu son kez izliyor olduğumu bilmek canıma okudu. 2 saatlik özel bölüm ve ardından 2 saatlik final bölümü olmak üzere toplam 4 saatin tamamını, gözümde animelerdeki gibi titreşen yaşlarla izleyip, muntazaman ağladığımı da itiraf etmek zorundayım. bir daha hiçbir şeyi böylesine zevkle takip etmeyeceğimi biliyorum. hayatımda görüp görebileceğim en güzel şeyi çoktan gördüm ve geri kalan hayatımda bunun anısıyla yetinmek zorundayım.

    finali beğendim mi? ne evet, ne hayır. neden?

    öncelikle, 6. sezonun yarısını oluşturan flash sideways'in ilk 5 sezonla, yani dizinin konusuyla bağlantılı olmadığını öğrendik. tamam, sorun değil. dizinin sonunda, kahramanlarımız bizim flash sideways sandığımız ancak aslında iki dünya arasındaki "araf" tabir edilen yerden, ebediyete intikal etti. hâlâ sorun yok. ancak dizinin esas teması, yani adayla ilgili birçok şey açık kaldı. her şey cevaplansın demiyorum. katiyen. ama adada kalan hurley ve ben adayı ne şekilde korudu, desmond penny ve oğluna dönebildi mi, uçakla adadan ayrılan sawyer, kate, miles, claire, richard ve lapidus'un akıbeti ne oldu, bunları bilmiyoruz ve büyük ihtimalle de asla bilemeyeceğiz.

    bunun yanı sıra, arafla ilgili anlamadığım bir nokta var. kahramanlarımız öldükçe arafa geçti: misal, jack son bölümde, boone ta birinci sezonda, charlie üçüncü sezonda, kate ve adadan uçakla ayrılan diğerleri de artık ne zaman öldülerse... peki bu insanlar ne zaman arafa geçti? daha doğrusu bunların araftaki hayatları ne zaman başladı? örneğin john locke arafta, doğumundan, g*tünün kıllarının ağardığı ana kadar bir hayat mı geçirdi? yoksa bu araf dönemi, 6. sezonun ilk bölümünde gördüğümüz uçak sahnesiyle başladı ve kahramanlarımız ondan önce arafta yaşamış oldukları hayatın bilincine mi sahip oldular? yani aslında ortalama 40 sene geçirmeyip, uçağın düşmediği andan ışığı gördükleri ana kadar geçen birkaç gün süresince, arafta yaşadıklarını gördüğümüz hayatı yaşamış olduklarını mı sandılar?

    bir diğer konu, uçakla adadan ayrılan, özellikle kate ve sawyer, otuzar sene daha yaşadılarsa mesela, o otuz sene içinde başkalarıyla birlikte olmadılar mı da, ikisi de juliet ve jack'i bağrına bastı hiçbir şey olmamış gibi? hadi buna tamam, belki adadan ayrıldıkları uçak düştü, onlar da jack'in ölümünün saati dolmadan öldü diyelim... (o uçak pek sağlam pabuç gibi gözükmüyordu malum) peki ulan sayid, bak şimdi ağır konuşacağım da tutuyorum kendimi, shannon'ı görünce, büyük aşkın nadia'yı nasıl unuttun be! bu mudur yani? ebediyete, uğruna silah arkadaşını, hatta kendini vurduğun, cebinde resmiyle dolaştığın kadınla değil de, adada 3 gün geçirdiğin kızla mı intikal edeceksin yani? nasıl bir saçmalıktır bu? bak sinirlendim yine. dil altımı getirin.

    bölümün biraz fazla türk filmi olduğu konusunda hemfikir olsam da, ben alaturka bir insanım. özellikle sawyer ve juliet'in (ki bilen bilir bu ikiliye olan zaafımı) birbirlerini hatırladıkları anda gözümde yaş, ellerim birbirine kavuşmuş, sevgi pıtırcığı vaziyetini aldığımı belirtmem gerek. juliet'in ölürken söylediği "bir ara kahve içmeliyiz. alman usulü öderiz." laflarının böyle bir şey olduğunu daha o anda tahmin etmekle beraber, kendisinin o sırada uçağın düşmediği paralel evrene geçtiğini düşünmüştüm. ancak miles'ın öldükten sonra kendisiyle konuşmasından ötürü paralel evrene falan geçmeyip ölmüş olduğuna kanaat getirmiştim ama yine de flash sideways'in araf olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. ayrıca bu flash sideways'in paralel evren olmadığından kıllandığımı da birçok kez dile getirmekle beraber (bkz: #18077845) (bkz: #18151932), ne olduğuna dair bir fikir de ortaya atamamış olmam, çok da dahi bir lost teorisyeni olmadığımın kanıtı ne yazık ki. her neyse konumdan uzaklaşmadan tekrar belirteyim, james ve juliet'li o sahne bile yeter bana. alaturkayım işte var mı!

    şu an hatırlayamadığım ama aklımda olan birçok şey vardı ama üç kuruşluk aklımı da, son 4 senedir lost diye diye zayi ettiğimden, şimdi hiçbirini hatırlamıyorum. peki memnun muyum? her şeye rağmen evet. pişman mıyım? hayır! yine olsa yine izlerim. yine veririm hayatımın 4 değil, 14 yılını, sonunu bile bile... çünkü daha en başında söylediğim gibi, bu bir dizi değil benim için. "get a life" diye bağırdığınızı duyar gibiyim ama lost, benim için bir yaşam tarzı, ne bileyim bir hayat gailesi haline gelmişti. ama artık yok. bitti. artık hiçbir günü iple çekmeyeceğim bir şeyi izlemek için. hiçbir şeye bu kadar kafa yormayacağım. demin arkadaşım için torrent linki ararken, alışkanlıktan ötürü lost'u "running shows/devam eden yapımlar" arasında arayıp bulamadığımda, öyle bir hüzün kapladı ki içimi... neyse...

    hayatımın en güzel seyir zevkini bana yaşatan herkese, jj abrams'tan carlton cuse ve damon lindelof'a, oyunculardan yönetmenine, ışıkçısından set temizlikçisine, diziyi ripleyen gruplardan lost'un 4 atlısı'na, raskolnikov'a, doctor_jivago'ya, pınar batum'a sonsuz teşekkürlerimle...

    hep hatırlanacaksınız.

    --- final spoiler ---
  • final sonrasında kollektif bir düşüncenin oluşmadığı dizidir efendim. kafalar karışık.
    şimdi bir kere sakin olup salim kafayla düşünmeli.

    sorarım size matrix filminde mavi hap, kırmızı hap meselesi vardı. bir allah'ın kulu da çıkıp sordu mu bu haplar neyin nesidir diye. veya üçleme içerisindeki birçok gizemin cevabı verilen verilmeyen ne varsa hiç kimse "ya olur mu öyle şey bi kere şuna cevap versene" dedi mi? genel anlamda demedi. elbette sinema sanatının kendi gerçekliği sonucu yaşanan izleme zevki ile televizonun (ve internetin) yaşattığı keyif arasında farklar var. bu farkları ciddiye almazsak eğer, sinemada karşılaşılan soru işaretlerine tahammülümüz olduğunu söyleyebilirim. insanlar bu soruları sorma gereği duymadılar bile. çünkü düşünmek daha keyifliydi.

    yani demem o ki, daha açıklayıcı olması istenmeyen bir dizi finali ancak bu kadar iyi yapılabilirdi, hakkını verelim. ancak, bizler (yani seyirciler) aylar, hatta yıllarca bir televizyon dizisini takip etmek zorunda da olmamalıyız. bu en hafif tabiriyle ayıptır. yani yanlış anlaşılmasın soru/gizem/sır olmayacağını kimse beklemiyor, beklemez de zaten. sinemada gördüğümüz bir konuyu haftalarca düşünüp konuşabiliriz ve bundan keyif alırız.

    ama sen tut, oldukça güzel bir hikaye kurgula, iyi oyuncuları topla, ne bileyim nice beach filan hazırla, yani oldukça kaliteli bir yapım çıkart ortaya, ondan sonra da milleti peşinden sürüklemek için türlü numaralar yap. teorilerin hepsini çöpe atmak için ıkın. olmaz yani. günahtır ya. yani mevzu sorular bölümlere eklenen hava civa konular filan değil. bunlar zaten olabilir. sen bunları yaparken sanki arkasında bir mevzu varmış gibi yap. evet sonunu güzel bağladınız aferin. ama kardeşim millet neden sizin peşinizden gitsin. kimsiniz bu kadar insanı meşgul edebiliyorsunuz?

    hatırlayın şu tür replikleri hele bir:
    "peki neden böyle düşünüyorsun jack? çünkü öyle düşünüyorum."
    "peki ben neden özelim widmore? çünkü sen öylesin john."
    "nereye gidiyoruz hurley? şu anda anlatamam."
    "burası neresi ben? anlatsam da anlamazsın."

    yok eb.. ağzımı bozduracaklar ya.
    "peki neden geldik dünyaya" diye sormayın, odunla döverim hepinizi.

    son olarak kendi adıma söyleyeyim, bu diziyi izlemeden de hayattan keyif/bilgi alacağım şeyler bulabilirdim. saatlerime yazık. pişmanım. daha bu adamların yaptığı bişeyi izlemem, izlettirmem.
  • son bölümünde cahit berkay - selvi boylum al yazmalım müziği ne zaman çalacak acaba diye beklediğim dizi olmuştur.
  • finali aslında kendi içinde belli bir mantığa sahip olan dizi.

    --- spoiler ---
    6. sezon görünen flashsideways'ler ölü oldukları hayatları, bir nevi araf. adadaki hayat ise gerçek olan. jack son bölümde gözlerini kapayıp ölüyor, ajira uçağıyla ayrılanlar dönüyorlar dünyanın geri kalanına, ne kadar daha yaşayıp öldükleri muamma. hurley ve ben yeni jacob ve richard oluyorlar, adayı jacob'dan farklı yöntemlerle yönetiyorlar. jacob adadan kimsenin ayrılmasına izin vermezken, hurley desmond'ı geri gönderiyor falan fistan. sonuçta sonda toplandıkları kilise hepsinin ölü olduğu ve ölü olduklarını bildikleri bir an ve zaman diye bir kavram yok o anda. böyle düşününce tamam eyvallah, kendi içinde bir mantık kurulabiliyor. ama...

    madem olay buydu, madem sonunda olay dine bağlanacaktı, koskoca 5 sezon boyunca adadaki dharma girişimini, hanso'ları, sadece numaraları ve numaraları takip ederek adadan ayrılabilme muhabbetini, adanın açıklarında bekleyen geminin bulunduğu konum ile ada arasındaki zaman farklılığını, tavanda serbest salınım gerçekleştiren bir pergel ile adanın yerini tespit edebilme muhabbetini, heykeli, karakterlerin adadan ayrıldıktan sonraki hayatlarını, desmond'ın constant muhabbetini, hidrojen bombasını, zaman atlamalarını, daniel faraday ile açıklanan fizik teorilerni, tapınaktaki capon abiyi ve halkını, şifalı suyu, jacob'ı, black smoke'u, adada mahsur tutulan ve "buranın ada olduğunu mu sanıyorsun" diyen locke'ın babasını ve aklıma gelmeyen daha bir çok şeyi ne sikime anlattınız lan? ne gereği vardı tüm bunların?

    sonuç olarak adada bi hayat yaşadılar, öldükten sonra da gerçekle yalanın farkına varamadıkları bir hayat arasında sıkışıp kaldılar ve desmond'ın yardımı sayesinde kendilerine gelebildiler'e bağlanacaktı madem, ne gereği vardı lan beş koca sezonun? milletin sinirlendiği şey bu işte. finalin kötü olması değil, beş sezon boyunca anlatılanlarla bir alakasının olmaması. iki sezon olsa yetermiş demek ki. ilk sezon adaya düşüşleri, adada yaşadıkları falan anlatılırdı bir de bu sene izlediğimiz 6. sezonu izlerdik, hooop tamam işte. en sonda ışığa yürüdüler cennete girdiler. yeterdi bu kadarı.
    --- spoiler ---
  • denilebilecek tek birşey var:

    "bu kadarını david lynch bile yapamamıştı, vay hamoa koyim."
  • j.j. abrams'la finali hakkında yapıldığı iddia edilen bir röportaj var. sorun şu ki j.j. abrams 2. sezondan beridir bu diziyle, gidişatıyla ilgilenmiyor. eğer böyle bir röportaj olsaydı damon lindelof ve carlton cuse ikilisi tarafından yapılırdı. yani o röportaj olarak birçok sitede bulunan şey -çok çok yüksek ihtimalle- "fake"tir, aldırış etmeyiniz, inanmayınız. ki google'da da aratırsanız, birçok siteye eklendiğini ama hiçbirinde orjinal (ingilizce) kaynak olmadığını görünürsünüz.
  • --- spoiler ---

    "güvenmediğim çok şey var. ama koli bandına güvenim sonsuz" miles straume

    işte final bölümünün benim için en önemli sözü.

    --- spoiler ---
  • henuz 6. sezona baslamamis ve dizinin sonunu yorumlardan ote izlememis bir seyirci olarak yaziyorum. bu dizinin icindeki duygulari bir hatirlayin... kaybetme, kaybedilgini dusundugun an yeniden bulma, hayattan, bildigimiz gun ve gun yasam olan hayattan kopmak hissi... caresizlik... umut... dost bir yuzu gordugunde icte dolan guven hissi... beraberlik... bir gercege inanma istegi... yasama istegi... eve donem istegi... ev hissedilen yerin yillarca yasanmis yerler degilde huzurla dolan bir kumsal olabilmesi... kendinizi dusunun... hayatin ve yasanilanlarin bir an cok geldigi oldugunda o ucagin koltuguna kendinizi koyup adada gozunuzu acmak istediginiz bir zaman olmadi mi... veya ugruna caninizi vereceginiz canlar olmadi mi hayatinizda... sonu nasil bittigi aslinda pekte ilgilendirmiyor beni... there's no place like home'u dinleyin... olanlari adaya dusenlerin yasadiklarini, hayatta kendi yasadiklarinizi dusunun, neleri kaybettiniz, neleri kazanmaya ugrastiniz... kimler vardi artik yok... veya olmamalari sadece bu dunyada goremediginiz icin olanlari dusunun... sevdiginizi dusunun... bir damla gozyasinizin o adaya dustugunu goreceksiniz...
hesabın var mı? giriş yap