19951 entry daha
  • 2 entry yukarıdaki bilgi malesef insanları yanıltır nitelikte. kod numarası üretim şeklini belirtmesi için uygulamaya sokuldu. türkiye gibi her türlü üç kağıdın döndüğü bir ülkede 0 kod numarasına sahip yumurtaya kesinlikle sağlıklıdır diyemeyiz malesef. bu tavuklar organik sertifikalı ticari yem de yiyebilirler. ha bu kötü bir şey demek değil. kaldı ki 1,2 ve 3 kodlu yumurtalara da sağlıksız diyemeyiz. tavuğun gezmesi ile yumurta kalitesi arasında bir ilişki söz konusu değildir. kafeste yetişen bir tavuğa gdosuz ve bilimsel şekilde üretilmiş yumurta yemi verdiğinizde emin olun köyde gezen tavuğun yediği çöpten çok daha faydalıdır. eğer üretim düzgünse 0 ile 3 numaralı yumurtanın arasında sağlık açısından neredeyse fark yoktur diyebiliriz. yani yazarın dediği gibi 2 ve 3 numaralı yumurtalardan uzak durmak gerekmez.

    burada önemli olan üstteki yazarında dediği gibi 3 barkoduna sahip olup da paketinde gezen tavuk yazan yumurtalara şüpheyle bakmak gerektiği.
    kaynak 1

    kaynak 2

    kaynak 3

    kaynak 4
  • seçilebilir insan formunu içeren ilk fotoğrafın, 1838 yılında louis daguerre tarafından fransa paris’te çekilmiş olması. özel

    yurt dışındaki yazarlarımız için ekşiup

    (not: fotoğraflanan ilk insan olarak bahsedilen kişiyi bu fotoğrafta, sol alt kısımda, kaldırımın kıvrılan kısmında ayakta görebilirsiniz.)

    ''louis daguerre bu fotoğrafı çekerken pozlama süresi ortalama 7 dakikaydı, sokak aslında terk edilmiş görünse de, trafik ve yayalar nedeniyle yoğundu. daguerre’nin fotoğraf klişesini ayarlayabilmesi çok zordu çünkü her şey çok hızlı hareket ediyordu.

    alt soldaki adamın durumu ise farklıydı, o adam fotoğrafta görülebilecek kadar yeterli süre orada durmuştu. her ne kadar çok net olmasa da orada ayakkabılarını temizlediğini görebilirsiniz. bir görüşe göre orada bir ayakkabı boyacısı var ve adamın ayakkabılarını parlatıyor.

    bir başka görüş, ayakkabı boyacısı çocuk olmasının aksine, adamın tulumba ile hava bastığını öne sürse de daguerre tarafından aynı noktadan alınmış bir başka fotoğraf ile karşılaştırıldığında öğle vaktinde fırçalar ve cila yapmak için kullanılan kutu belirgin şekilde görünüyor.

    eski bir fotoğraf basım tekniği olan dagerreyotipi adı verilen teknik, adını daguerre’ den sonra almış. aşağıda görmüş olduğunuz ters yüz edilmiş fotoğraf ise daguerre’nin fotoğrafı nasıl gördüğü konusunda bize fikir verebilir/ ekşiup

    dagerreyotipi ile ilgili biraz bilgi vermek istiyorum. bu teknik daha önce de söylediğim gibi ismini daguerre’den almış. bu teknik; gümüş nitratla ışığa duyarlı hale getirilen bakır levhaların, karanlık oda içinde 10-20 dakika pozlanarak, cıva buharına tabi tutulup geliştirilmesiyle fotoğraf elde etme yöntemidir. sülfür ile gümüş plaka üzerine işlenmesi esasına dayanan bu yöntemde kalite, yüzeyin pürüzsüzlüğü ile doğru orantılıdır. zorluğu ve fiyatı fotoğrafın kapladığı alan arttıkça logaritmik olarak artar. bu tekniğin çekici yanı, teorik olarak sonsuz çözünürlük sağlamasıdır. tabii ki bu çözünürlük daha önce de belirtildiği üzere, yüzeyin pürüzsüzlüğüne bağlıdır. pozlama süresi çok uzun olduğundan dolayı, hareketli cisim ya da hareket anında fotoğraf çekmek için uygun bir yöntem değildir. oldukça pahalı bir yöntem olması nedeni ile ticari olarak dünyada az sayıda kişi tarafından uygulanmaktadır ve bunun sebebi masrafların herkes tarafından kolaylıkla karşılanamayacak olmasıdır. özellikle amerika’da, lüks tüketimin en seçkin ürünlerinden birisidir. seçkin ürün sayılmasının nedenleri olarak; yüzyıllarca saklanabilmesi, maksimum çözünürlüğe sahip olması, gümüşün çekiciliği, renk dokusu ve pahalı olmasını sayabiliriz.

    louis daguerre’nin çektiği meşhur fotoğrafa dönecek olursak, fotoğrafın çekildiği cadde, boulevard du temple caddesiydi. bu cadde, sosyetik dükkânların, kafelerin ve tiyatroların olduğu bir caddeydi. bu caddeye burada yer alan tiyatrolarda, çok sayıda cinayet melodramlarının oynanıyor olması sebebiyle “boulevard du cinayeti” caddesi de deniyordu. ııı. napolyon‘un emri altındaki baron hausmann’ın gelişinden sonra bunlardan birçoğu kaybedildi, paris değiştirilip modernleştirildi. 1853 yılında başlayan bu işlemlerde ortaçağ’a ait dar, karanlık ve tehlikeli sokaklar, parklar ve açık alanlar olarak değişti.

    fotoğrafı ayrıntılı şekilde inceleyecek olursak, bir adamın ayakkabılarının parlatıldığı hatta bu parlatma işleminin de başka bir adam tarafından yapıldığını gösteren iki adam figürünü görebilirsiniz.

    buyrun

    ekşiup

    1) ayakkabısını boyacıya parlattıran bir adam ve boyacı çocuğu görmekteyiz. 2) boyacının yanında iki kadın yanlarında bir çocuk arabası veya el arabası. 3) beyaz binada pencere arasından görülen çocuk.

    buyrun

    ekşiup

    1) sokağın karşı tarafında görülen çocuk ve köpek. 2) caddenin karşı tarafındaki diğer belirsiz insanların görüntüsü. 3) balkona serilen kilim görüntüsü

    sonuç olarak fotoğrafta başka insanların olduğuna dair ipuçları var. bu da daha önceden “fotoğrafı çekilen ilk insan” yerine birden fazla insanın fotoğrafını içeren ilk fotoğraf şeklinde değişim gösteriyor ancak net bir görüş bildirmek zor. çünkü orjinal fotoğraf 6,5 x 8,5 inç ebatlarında olduğu için detayları görüntülemek ve tam olarak seçmek güç.''*

    kaynak

    teşekkür edit'i: hızlıresim.com'un yurt dışında açılmaması sebebiyle fotoğrafları göremediklerini belirten @istenmeyenevlat ve @bir an evvel'e çok teşekkür ederim bilgilendirmede bulundukları için. sayelerinde ekşiup'ı yükledim. sağ olsunlar.
  • #77367259 nolu entriyi okuyunca aklıma geldi.
    adam haklı beyler.
    birkaç sene evvel umman’ a kuzenimin yanına gitmiştim. muscat’ da sultan kabus camisi var. çok güzel ve görkemli. kuzene, ziyaret edip iki rekat namaz kılalım bari dedim. ilk giriş kapısında duran görevli bizi durdurdu ve “müslüman mısınız? “diye sordu. kuzene, “neden böyle bir şey yaptı?” diye sordum.
    cevaben bana, ten rengimizden dedi. beyaz tenli tek müslüman ülke biziz, dedi.
    bir düşündüm de, gerçekten böyle. demek ki gerçekten bu sebeple, alışmayan götte don durmuyor.

    edits: tamam vurmayın öldüm. tek beyaz müslüman biz değiliz. fakat gözden kaçan ayrıntıyı belirteyim. bizi nasıl hala deveyle anıyorlarsa, onlar da her müslümanı arap sanıyorlar. eyyorlamam bu kadar.
  • eve dönüş olarak verilen bu haberde suriyeli mülteci bir ailenin osmanlı hakimiyetindeki giritte yaşarken hakimiyetin sonlanması ile göç ettikten 130 yıl sonra bugün yine oraya dönmelerini anlatıyor. aile benliğini korumayı başarıp o dönemki girit dilini kendi içlerinde konuşmaya devam etmişler ve girite varıp eski girit lehçesiyle konuştuklarında insanlar şaşırıp kalmışlar.
    haberde bu durum şöyle anlatılıyor:

    ahmet (mülteci aile) khanya (hanya, kuzey girit)'da küçük bir dükkana girip kendini tanıttığında dükkan sahibi ağzı açık baka kalıyor, çünkü ahmet'in ne söylediğini anlıyor. ancak söylediği bazı kelimelerin biraz nostaljik, eskilerin söylediği kelimeler olduğunu fark edip anlayamıyor. öyle ki sanki ahmet suriye'den değil de tarihten geliyor.

    haberde ahmetin ailesinin 130 yıl önce girit kaybedildikten sonra göç ettiğinde suriye'de o dönem abdülhamit döneminde hamidiye bölgesinde kurulan bir mülteci kampına yerleştirildiğinden bahsediliyor. burada tabi şöyle düşünebiliriz, adamların bugün suriyeli olmalarının bir sebebi o dönemde, belkide şans eseri olarak, suriye'de bir bölgeye yerleştirilmesinden ötürüdür. yani bugün bizim yaşadığımız bir bölgeye getirilmiş olsaydı bizlerden birisi de olabilirdi bu aile.

    bu gibi insanların 130 yıldır çektiği ve bugün hâlâ hakimiyetimizin kalmadığı bu bölgelerde çekmeye devam ettiği bu acıların aslında bir nevi sorumlusunun biz olduğumuz gerçeğini unutmamamız lazım. bizim kendi içimizdeki sorunlar yüzünden birbirimizi suçlayıp ayrışmak yerine yeniden birlik olup eski gücümüzü geri kazanmamız gerekiyor ki bu gibi durumlara daha fazla mahal vermeyelim.
  • danimarka’da insan kütüphanesi (human library) adında bir kütüphane kurulmuş.bu kütüphanenin diğerlerinden farkı, hikayesini okumak için kütüphaneden bir kitabı değil, gerçek yaşam tecrübelerine sahip bir insanı ödünç alıyor olmanızmış.yarım saatliğine bir politikacıyla, bir fahişeyle, bir evsizle ya da fiziksel saldırıya uğramış bir kadınla oturup, onun benzersiz hikayesini dinliyormuşsunuz.bu kitapların sıradan bir kitaptan üstün olan yanı ise hikayenin ortasında, hikaye ile ilgili herhangi bir soru sorup cevabını alabiliyor olmanızmış.insan kütüphanesi fikri danimarka’dan dünya’nın çeşitli ülkelerine yayılmaya başlamış bile.keşke türkiye’de de olsa.
    edit:türkiye'de de varmış.yasayan kütüphane merak edenler iletişim kurabilir.
  • (bkz: the beatles) grubu üyelerinin hiç birinin nota bilgisinin olmaması.
    ufku katlamaz ama çok şaşırtıcı bir bilgi olarak bu başlıkta yer almalı.
    ne bu başlıkta ne de grubun kendi adını taşıyan başlıkta bu bilginin olmaması da şaşırtmıştır.
    (bkz: #77384647)
21876 entry daha
hesabın var mı? giriş yap