• matematik.
  • korkunun nedeni nedir, nasıl işler ve neye hizmet eder.

    hava karanlık ve evde yalnızsın. ev, televizyonun sesi dışında sessiz. sonra bir şey oluyor. bunu görüyor ve aynı anda duyuyorsun: kapı aniden çerçevesine doğru atılıyor. nefesin ve kalp atışın hızlanıyor, kasların geriliyor.

    bir saniye sonra, rüzgar olduğunu anlıyorsun. kimse senin evine girmeye çalışmıyor. bir saniye boyunca, o kadar korktun ki hayatın tehlikedeydi. vücudun o bir saniye içinde bir insanın hayatta kalması için kritik olan fight or flight (savaş ya da sıvış) tepkisini başlattı. ama gerçekte hiçbir tehlike yoktu. ancak korku, böyle yoğun bir reaksiyona sebep oldu.

    korku, beyinde stresli bir uyaranla başlayan ve kalbi güm güm attıran kimyasalların salgılanması, hızlı nefes alma ve gerilmiş kaslar gibi şeylerin yanı sıra fight or flight tepkisi olarak da bilinen bir zincir reaksiyonla oluşur. bu reaksiyonu başlatmak için etine dolgun bir örümcek, boğazınızda bir bıçak, konuşmanızı bekleyen insanlarla dolu bir oditoryum veya siz uyurken mutfağınızdan gelen ani bir ses yeterli olabilir.

    beyin, 100 milyardan fazla sinir hücresiyle hissettiğimiz, düşündüğümüz ve yaptığımız her şeyin başlangıç noktası olan karmaşık bir iletişim ağına sahip. bu iletişimin bir kısmı bilinçli düşünceye ve eyleme yol açarken, diğerleri özerk tepkiler üretiyor. bunlardan biri de korku tepkisi ve neredeyse tamamen özerk: bilinçli olarak tetiklemiyoruz, hatta korku tetiklendiğinde daha neler olup bittiğini bile anlayacak fırsatımız olmuyor.

    beyindeki hücreler sürekli bilgi aktardığı ve yanıtları tetiklediği için beynin en azından periferik olarak korkuya dahil olan düzinelerce alanı var. beynin belirli kısımları bu süreçte merkezi birer rol oynuyor. çünkü bu süreçte yaşamakta ölmekte ekip işidir...

    olayın tanıkları: - gözler, kulaklar ve diğerleri.
    olay yeri incelemede "thalamus" - gelen duyusal verilerin nereye gönderileceğine karar verir (gözler, kulaklar, ağız, cilt)
    adli tıpta "duyusal korteks" - duyusal verileri yorumlar
    soğukkanlı dedektif "hipokampus" - bilinçli hatıraları alır ve saklar; aralarında bağlantı oluşturmak için uyaran kümelerini işler. (bir şeyin başka bir şeyi hatırlatması).
    velveleci dedektifimiz "amigdala" - duyguları çözer; olası tehdidi belirler; korku anılarını saklar.
    emniyet amiri "hipotalamus" - "fight or flight" butonuna basar.
    yerleşim planı

    korkma süreci korkutucu bir uyaranla başlar ve fight or flight tepkisi ile sona erer. ancak sürecin başlangıcı ile bitişi arasında en az iki yol vardır: low road and high road. low road çok hızlı tepki vermemizi sağlar ancak bunu dağınık ve olayı anlayamamış bir halde yapmamıza neden olur. high road tepki süresi bakımından uzundur ancak bize olayların daha kesin bir yorumunu sunar. her iki süreçte birlikte gerçekleşir.

    bunu örneklendirelim. low road şöyle çalışır.

    odanızın kapısının bir anda çarpması uyarıcıdır. kapının hareketini gördüğünüzde ve sesi duyduğunuzda, beyniniz bu duyusal verileri olay yeri incelemeden talamusa gönderir. bu noktada talamus, aldığı sinyallerin tehlike işareti olup olmadığını bilmiyor, görevini yaptı ancak yine de yardıma ihtiyacı var. görevinin bilinciyle hareket ediyor ve tehlikeli olabileceğini varsayarak topladığı bilgileri dedektif amigdalayla paylaşıyor. amigdala sinirsel dürtüleri alıyor ve bizi korumak için harekete geçiyor: amir hipotalamusa şöyle diyor. "bu tehlikeli bir vaka olabilir. harekete geçmeliyiz. işte o anda hipotalamus fight and flight butonuna basıyor. korku hissi her tarafınızı sarıyor.

    high road çok daha düşüncelidir. low road düşünmeyi bir kenara bırakıp, bodozlama korku tepkisini başlatırken, high road tüm seçenekleri göz önünde bulunduruyor. hırsız mı yoksa rüzgar mı?

    high road ı işin içine kattığımızda uzun süreç şöyle görünüyor:

    tanıklarımız gözler ve kulaklar kapının sesini ve hareketini algıladığında, bu bilgiyi talamusa iletiyor. talamus, aldığı bilgilerin anlam kazanması için yorumlanması gerektiğini düşünüyor ve adli tıptaki duyusal kortekse gönderiyor. duyusal korteks, verilerin birden fazla yorumlanabileceğini belirliyor ve bağlam oluşturmak için onu soğukkanlı dedektifimiz hipokampusa iletiyor. hipokampus, baş ve işaret parmağı çenesinde, gözler kısık, uzaklara bakıyor ve düşünmeye başlıyor. "bu özel uyaranı daha önce gördüm mü? öyleyse, o zaman gördüğümde ne anlama geliyordu? bunun bir hırsız veya rüzgar olup olmadığı konusunda bana ipucu verebilecek başka ne var?" gibi sorulara cevap arıyor. hipokampus, ağaç dallarının bir pencereye dokunmasını, dışarıdan gelen boğumlu sesi ve verandada bulunan masanın örtüsünün uçuşması gibi verileri topluyor. tüm ipuçlarını birleştiren hipokampus, kapı hareketinin muhtemelen rüzgardan kaynaklandığını belirliyor. velveleci dedektif amigdalaya tehlike olmadığına dair bir mesaj gönderiyor. amigdala soluğu amir hipotalamusun odasında alıyor ve ona fight or flight dosyasını kapatmasını söylüyor.

    low and high road kısaca şudur. low road sıçratır, high road rüzgarmış ameka dedirtir. eğer rüzgar değil de hırsız olsaydı, high road, tehlike çanlarının çalmasıyla sonlanacak ve hipotalamus fight or flight butonuna defalarca abanacaktı.

    hipotalamus, fight or flight tepkisini başlatırken iki sistemi aktive eder: sempatik sinir sistemi ve adrenal-kortikal sistem. sempatik sinir sistemi, vücuttaki reaksiyonları başlatmak için sinir yollarını kullanır. adrenal-kortikal sistem ise kan dolaşımını kullanır.

    hipotalamus, sempatik sinir sisteminin vitese girmesini söylediğinde oluşan genel etki vücudun hızlanması, gerilmesi ve genel olarak çok uyanık hale gelmesidir. çünkü kapıda bir hırsız varsa harekete geçmek zorunda kalacaksınız ve bunun için hızlı olmalısınız. sempatik sinir sistemi, bezlere ve düz kaslara impuls gönderir. adrenal medullara epinefrini (adrenalin) ve norepinefrini (noradrenalin) kan dolaşımına salmasını söyler. bu "stres hormonları", kalp atış hızı ve kan basıncında bir artış dahil olmak üzere vücutta ani değişikliklere neden olur. stres her zaman kötü değildir. bizi sıkıntıya sokmaktan daha çok hayatta kalmamızı sağlamakla meşguldür. aşırı dozu sıkıntılıdır.

    hipotalamus aynı zamanda, adrenal-kortikal sistemi harekete geçirerek hipofiz bezinin içine kortikotropin salma faktörü (crf) salgılar. hipofiz bezi de acth hormonunu salgılar (adrenokortikotropik hormon). acth kan dolaşımında hareket eder ve sonunda adrenal korteksine ulaşır, vücudun bir tehditle başa çıkmaya hazır olmasını sağlayan yaklaşık 30 farklı hormonun salınımını aktive eder.

    korku ilkel bir özellik ve neden korktuğumuzun cevabı da bir o kadar ilkel bir güdü. hayatta kalmak. ilkel insanlar kadar tehlike de olmadığımızı, korkunun modası geçmiş bir içgüdü olduğunu söyleyemeyiz. modern zamanların ilkel zamanlardan tek farkı uyaranların değişmiş olması. birçok yankesicinin iştahını kabartan, dolu taşkın cüzdanımızla şehrin sokaklarında yürüyoruz. bu yürüyüşü, gece yarısı tenha bir sokaktan yapmıyorsak bu davranışımız bizi hayatta kalmaya teşvik eden rasyonel bir tepki olan korkuya dayanıyor.

    darwin bile zehirli bir yılanın ısırmasını hiç yaşamadı ve buna rağmen zehirli bir yılan gördüğünde hayatının tehlikede olduğunu biliyordu. birçoğumuz asla vebaya yakalanmadık ama veba, bir fare gördüğümüzde onunla ilişkilendirdiğimiz en ölümcül hastalık. insanlar için içgüdünün ötesinde, korkularımıza zemin hazırlayan, aslında gardımızı aldıran başka faktörler de var. kitle iletişim araçlarından duyduğumuz, okuduğumuz, gördüğümüz ya da ilk gözden şahit olduğumuz şeyler. korkunç bir uyaranı öngörmek, aslında onu deneyimlemekle aynı sonucu tetikleyebilir. bu aynı zamanda evrimsel bir faydadır. korku bir insana, şimşeklerin çaktığı bir yağmur sırasında daha önce hiç binlerce voltla çarpılmasa dahi kapalı ortamda bulunması gerektiği farkındalığını kazandırıyor.

    korkunun kimyamız üzerinde büyük etkileri bulunuyor. örneğin korku-çekim bağlantısını destekleyen bazı bilimsel kanıtlar var. arthur aron adında bir psikolog çok yaygın bir korku olan yükseklik korkusunu kullanarak bir deney yapmıştır. yükseklik korkusu olan bir grup erkeği yaklaşık 120 metre yükseklik ve 450 metre uzunluğa sahip dengesiz bir asma köprüde yürütüyor. başka bir grup erkeği de aynı yükseklikte ama tamamen güvenli bir köprüden yürütüyor. iki köprüden de geçen her erkek, karşı tarafa geçtiğinde aron'un çok güzel olan kadın asistanıyla tanıştırılıyor. asistanımız her deneğe tamamen fake sorular soruyor ve daha fazla bilgi almak için telefon numarasını veriyor. çünkü olayımız köprü değil, bu güzel asistan. bir süre sonra asistanımızı aramaya başlıyorlar. asistanı, dengesiz köprüden geçen 33 erkekten 9'u ararken, güvenli köprüden geçen 33 erkekten yalnızca 2 tanesi arıyor. bu deneyin sonucu şu oluyor. korku, seks ihtiyacını ve cinsel çekiciliği artırıyor.

    korkunun üzerine yapılan bir çok deney var ancak yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum. daha sonraya kalsınlar.
  • japon mimar kengo kuma tarafından ahşaptan oluşturulan, bir çeşit alternatif lego olarak tanımlanabilecek ve ''tsumiki'' adını alan üçgen modelli parçalardan birbirinden farklı heykellerin de yapılabilmesi. özgün.

    bu arada tsumiki, japoncada ''blok inşa etmek'' anlamına gelen bir kelime. tekli parçalar üst üste eklenip farklı şekillerde konumlandırılıyor.

    ''more trees'' adlı bir orman koruma kurumu ile işbirliği yapılarak hayata geçirilen bu istiflenebilir sistemde, japon katran ahşabı kullanılıyor.

    kengo kuma, blokları "ağır, duvar türünde ahşap bir blok değil; hafif, transparan bir sistem. tıpkı geleneksel japon mimarisinde gördüğünüz gibi" biçiminde tanımlıyor.

    sonlarına doğru zikzak girintileri olan her parça, v formunda biçimlendirilmiş. girintiler, parçaların birbirine geçmesini ve yapıştırıcı madde kullanmadan daha kompleks şekiller alabilmesini sağlıyor. modeller kolaylıkla ayrılabiliyor ve parçalar tekrar kullanılabiliyor.

    ''kengo kuma & associates'' ayrıca tokyo tasarım haftası için de tsumiki parçalarından devasa büyüklükte bir pavyon tasarlamış. tokyo'nun merkezinde bir parka yerleştirilen geçici yapı, piramit şeklinde bir pavyondan ve yarı çember formunda düzenlenmiş blok serilerinden oluşuyor.

    ofis kısa süre önce de paris'te bir parka, tırmanılabilir ahşap bir pavyon yerleştirerek filipin tarihine adanacak, mağara şeklinde ve üzeri bitki kaplı bir müze açacaklarını açıklamıştı.

    modelleme parçalarının yedili paketlerle 13 ve 22 parçalar halinde satılması planlanmış.

    kaynak
  • en basitten başlayalım aslında sadece toplama işlemi vardır diğer işlemler sadece kısaltmadır. toplama zaten toplama, çıkarmayı 5+(-3) şeklinde yapabiliriz. çarpma toplamanın kısaltmasıdır. bölme işleminde ise aslında içindeki böleni toplarız. 20/5= 4 5+5+5+5=20 kaç tane beş olduğunu toplarız 4 eder. şimdi buraya kadar "ulan bunda ne var biliyoruz zaten" diyebilirsiniz ama birazdan yazacağımı birçok kişi fark etmemiştir muhtemelen.
    türev aslında bir alt boyutun kendi boyutu kadar eklenmesidir. pek anlaşılmadı böyle söyleyince açalım biraz daha. öncelikle boyutu ve boyut ilişkisini bilmiyorsanız anlamanız gerekli. boyut atlamak için kendi boyutundan sonsuz tane boyut gerekli örneğin bir küp elde etmek için sonsuz sayıda kare gereklidir. alt boyutu bir üst boyuta oranlarsanız lim 1/ sonsuz =0 elde ederiz. bu da aslında limitin formal tanımındaki işlemin sonucu "infinitesimal" yani sonsuz küçüğü vermektedir. şimdi en alt boyut olan sıfırıncı boyut yani noktadan başlayalım. noktanın minimum değişimi nedir ? yoktur. o halde noktanın türevi sabiti c yi verir. gelelim birinci boyuta x uzunluğu kadar bir doğrumuz olsun bunun türevi dx tir. dx de 1 dir. yani bir alt boyut olan sabiti noktayı vermiş oldu. geldik ikinci boyuta x^2. her boyutuna yani her kenarına x doğrusu eklemiş olursak x+x= 2x eder. aslında türev aldığımızda 2xdx olur ama dx türevde önemsizdir. integral sonsuz küçük toplam olduğu için integralde yazılır sadece. üçüncü boyutta da bu böyle gider. mesela dairenin alanı pi.r^2 alın türevini 2.pi.r olur. alanı ikinci boyut çevresi birinci boyut. grafikte de grafik çizgisi birinci boyut teğet alınırsa noktanın değişimi o da sıfırıncı boyut. bu böyle devam eder gider kısacası her şeyde uygulayabilirsiniz bu mantığı.
  • gırgırın alt fırçasını çıkarınca daha iyi süpürüyor.
  • 1614'te, bir samuray, meksika'daki akapulko'da bir ispanyol askerini kesiyor, ve bu olayı bildiren de aztek asilzadelerinden birinin torunu.

    lan bunlar nasıl buluştu? nasıl kavgaya giriştiler? bir japon'un 1614'te meksika'da ne işi var? hangi manga lan bu? soruları kafamdan arka arkaya geçti tabii.

    ilk tokugawa shogun'u, tokugawa ieyasu, emekli olmasına rağmen hala gücü elinde bulundurmaktadır, japonya, daha izolasyon politikasına geçmemiş, ve halihazırda hıristiyanlığa geçmiş birkaç daimyosu ve belirli bir miktar halkı vardır.

    emekli shogun, ispanyollar ile, japonya'nın doğusunda bir fabrika kurulması için anlaşır, ve bunun için ispanya sarayına bir elçi göndermek ister. birkaç başarısız denemeden sonra 1613'te başarır.

    seçilen kişi, hasekura rokuemon tsunenaga'dır. sendai daimyo'suna bağlı bir samuray.

    1580lerde gönderilen ilk ekibin aksine, hasekura arkadaşımız, afrika üzerinden ispanya'ya gitmek yerine, pasifiği geçip, meksika üzerinden ispanya'ya gider.

    meksika'ya vardığında, karşılama seromonisinde bir karışıklık olur ve yukarıda kurduğum cümle gerçekleşir: bir samuray (hasekura değil, büyük ihtimalle altındaki korumalardan biri), meksika'da bir ispanyol askerini (adı vizcaíno) keser, bu olayın bize kadar gelmesini sağlayan kişi de, bunu bir yere yazan bir aztek asilzadesinin torunu, amecameca doğumlu, chimalpahin quauhtlehuanitzin(vaftiz adı domingo francisco de san anton muñon) olur.

    hasekura gider hıristiyan olur, philip francis faxicura ismini alır, papa'ya japonya'nın hıristiyanlaşması için yardım edeceği sözünü verir, fransa'da, roma'da ve ispanya'da takılır, 1620'de, 7 yılın sonunda japonya'ya döner.

    dönmesinden 2 gün önce japonya'da hıristiyanlık yasaklanır. kendisinin diplomatik misyonu, meiji dönemine kadar, gerçekleştirilen son misyon olur.

    kaynaklar:
    https://www.youtube.com/watch?v=chueblgnwv0
    https://www.wikizero.com/en/hasekura_tsunenaga
  • demirdeki sır

    demir, kur’an’da kendisine dikkat çekilen elementlerden biridir. hatta bir sureye
    “hadid” ismi verilmiştir ki, “demir” manasına gelmektedir.

    hadid suresinin 25. ayet-i kerimesinde şöyle buyrulmuştur:

    “biz demiri indirdik ki, onda çetin bir sertlik ve insanlar için faydalar vardır.” (hadid suresi 25)

    ayet-i kerimede, demirin oluşumu için kullanılan “enzelna” tabiri, “biz indirdik”
    manasına gelmektedir. hâlbuki bizim bildiğimiz şey, demirin yer altından çıkarılmasıdır.
    yani bize göre, “demiri indirdik.” yerine “demiri çıkarttık.” denilmeliydi. ancak durum
    hiç de öyle değildir. ayet-i kerimedeki “indirdik” tabiriyle çok önemli bir bilimsel
    mucizeye dikkat çekilmiştir.

    şöyle ki: demir madeninin oluşabilmesi için bir sıcaklığa ihtiyaç vardır. ihtiyaç duyulan
    bu sıcaklık, dünya’da olmadığı gibi güneş’te de mevcut değildir. güneş’in 6000
    santigratlık bir yüzey ısısı ve 15 milyon santigratlık bir çekirdek ısısı vardır. bu ise
    demirin oluşumu için yeterli bir sıcaklık değildir. demir ancak güneş’ten çok daha
    büyük yıldızlarda, birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda oluşabilmektedir.
    nova veya süpernova olarak adlandırılan bu yıldızlardaki demir miktarı belli bir oranı
    geçince, artık yıldız bunu taşıyamaz hale gelir ve patlar. demirin uzaya dağılması da işte
    bu patlamalar sonucunda mümkün olur. bütün astronomik bulgular, dünya’daki demir
    madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.

    sadece dünya’daki demir de değil, tüm güneş sistemi’ndeki demir, dış uzaydan elde
    edilmiştir. çünkü ifade ettiğimiz gibi, güneş’in sıcaklığı demir elementinin meydana
    gelmesi için yeterli değildir. tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, demir madeni dünyada
    oluşmamış, süpernovalardan taşınarak, aynı ayet-i kerimede bildirildiği şekilde
    indirilmiştir.

    bu bilginin kur’an’ın indirilmiş olduğu asırda yani bundan 1400 sene önce bilinmesi
    mümkün değildir. madem mümkün değildir, o halde bu bilginin kur’an’da var olması ne
    ile izah edilebilir?

    kur’an’ın allah’ın kitabı olmasından başka bir izah var mıdır?

    ayrıca ayet-i kerimede demirin insanlar için çok faydaları olduğundan
    bahsedilmektedir. hâlbuki bu ayet-i kerimenin indiği dönemde insanlar demirden
    sadece kılıç yapıyorlardı ve demirin başka faydalarını bilmiyorlardı. buna rağmen
    kur’an, “onda insanlar için çok faydalar vardır.” buyuruyordu. şimdi gelin, demir ile ilgili
    son bilimsel verilere bakalım:

    demir atomu olmaksızın evrende karbona bağlı yaşam olması mümkün değildir.

    yani süpernovalar olmaz, dünya’nın ilk dönemlerinde ısınması gerçekleşmez, atmosfer
    ya da hidrosfer olmaz, koruyucu manyetik alan olmaz, van allen radyasyon kuşakları
    oluşmaz, ozon tabakası olmaz, insan kanındaki hemoglobini meydana getirecek hiçbir
    metal bulunmaz, oksijenin reaktifliğini yatıştıracak metal oluşmaz ve oksidasyona
    dayanan bir metabolizma meydana gelmezdi. demir atomunun önemi, herhalde bu
    açıklamalarla kolayca anlaşılmıştır.

    işte kur’an’da özellikle demire dikkat çekilmesi ve “onda insanlar için çok faydalar
    vardır.” buyrulması son derece manidar ve son derece hikmetlidir.

    tüm bunların yanı sıra mezkûr ayet-i kerimede bir sır daha vardır.

    o sır da şudur: demirden bahseden ayet-i kerime, hadid suresinin 25. ayetidir. bu ayet-i
    kerime oldukça ilginç iki matematiksel şifreyi içermektedir.

    şöyle ki: hadid suresi, kur’an’ın 57. suresidir. surenin ismi, lâmı tarifle söylendiğinde
    “el-hadid” şeklinde olur ki, bu kelimenin arapçadaki sayısal değeri, yani ebcedi
    hesaplandığında karşımıza çıkan rakam 57’dir. bu, surenin kur’an’daki sırasıyla aynıdır.
    hadid suresi, kur’an’ın 57. suresidir. eğer lâmı tarifli değil de kelimeyi nekra olarak
    alırsak, yani sadece “hadid” kelimesinin sayısal değerine baksak, bu da 26’dır. 26 sayısı
    ise demirin atom numarasıdır. yani “el-hadid” olarak baktığımızda sayısal değeri 57
    oluyor. bu, hadid suresinin kur’an’daki sıra numarasıdır. “hadid” olarak baktığımızda
    ise sayısal değeri 26 oluyor. bu da demir atomunun numarasıdır.

    şimdi insaf ile düşünelim: 1400 sene evvel, bilimin ve tekniğin isminin bile olmadığı bir
    asırda, çölde yaşayan ve okuma-yazma bilmeyen bir beşerin, demirin gökten
    indirildiğini ve onda çok faydaların olduğunu bilmesi; ve bunu bir kitaba yazdırırken de
    belirttiğimiz rakamsal uygunlukları gözetmesi hiç mümkün müdür? hangi akıl sahibi
    bunu kabul eder? ve bunu kabul edene akıllı denilir mi?

    hal böyle iken kur’an’a beşer kelamı demek, dünya’yı aydınlatan güneş’e gözünü
    kapamak gibi bir hezeyandır. gözünü kapayan sadece kendine gece yapar. bizi gecede
    bırakmayan ve kur’an’ın nuruyla gecemizi gündüz yapan rabbimize sonsuz hamdü sena
    olsun!

    https://www.ilmedavet.com/demirdeki-sir.html
  • bir kaza sonucu düşen dişinizi köküne dokunmadan alıp kökü suyun altına tutup temizledikten sonra bir süt ya da tuzlu suyun içine koyarak vakit kaybetmeden 1 saat içinde hastaneye götürürseniz doktorunuz tekrar yerine takıp eskisi gibi olmasını sağlayabilirmiş.
    kendi dokunuzu vücudunuzun reddetme ihtimali çok düşük olduğu için yerine takılan dişin üzerine vücudunuz kemik tamir dokusu oluşturarak dişi yeniden sağlamlaştırırmış.
  • karbonla ilgii ayet bulunca haber edin müslüman olayım
  • dünyanın teknolojik birikimine ve bilimsel camiasına %1'den fazla katkıda bulunmamış müslümanların, yaşadıkları hayatın doğru olduğuna kendilerini ikna etmek için bilgi paylaşılan çok değerli bir başlığı işgal etmeleri.
hesabın var mı? giriş yap