• yıllar önce bir arkadaşımın "gel lan gidelim maça" demesi ile beşiktaşlı olmadığım halde inönü'ye gittim -gençlerbirliği maçı idi yanılmıyorsam-. kapalı tribünde gayet güzel bir yere konuşlandık. önümde bir adam var. belli sevilen biri, arkadan laf atıyorlar, gelen selam veriyor, geçen selam veriyor. ama amigoluk falan yok adamda, yani tezahurat falan yapıyor ama, öyle senden benden farklı bir çaba içerisinde değil. koca bir ilk yarı boyunca muhabbet ediyoruz, futbolculardan başlayan muhabbetimiz çok farklı konularda devam ediyor. ilk yarı sonuna doğru "bir zamanlar biz alenle iki kişi inletirdik bu stadı, şimdi on kişi var beceremiyor" deyince anlıyorum amigolardan birisi kendisi. neyse yarı bitiyor, "kusura bakma arkadaşım, geliyorum birazdan" diyor.

    o sıra bir adam geliyor tribüne, kucağında en fazla 3-4 yaşlarında bir çocuk. çocuk siyah beyaz beşiktaş armalı eşofman giymiş, kafasında beşiktaş armalı şapka, sırtında da içi boş olduğu çok net belli olan ufak boyutlarda bir beşiktaş çantası. yanakları ağlamaktan al al olmuş, gözlerde yaş, babasının kucağında.

    "optik'i gören oldu mu?" diye sordu adam. o sıra anladım biraz önce muhabbet içerisinde olduğum adamdan bahsettiğini. "buradaydı abi" dedim, "gelir herhalde birazdan". arkadan biri sordu "hayrola abi?"

    - "ya evde seyrediyim dedim maçı, başladı ağlamaya çocuk, optik optik diye, kalktım giydirdim, maça getirdim bunu" dedi adam.

    "yok artık, o kadar da değil" diye düşündüm ben. tesadüf ölüm haberini aldıktan sonraki ilk tepkim de aynı oldu. o çocuk belki 11-12 yaşında şu an ve belki en çok o ağlıyor yine. o kadarmış demek ki.

    edit: ikinci yarıyı kucağında o çocukla izledi optik.
  • sinifindaki cimbomlulara ve fenerlilere sifiri basip besiktaslilara 5 verdigi icin daha ilk senesinde ogretmenlikten atildigi rivayet edilen besiktas tribun lideri.

    5 yıl sonra, kendi anlattıklarıyla düzelteceğim;
    " ankara'nın ilçesi çubuk'ta, yatılı çubuk lisesinde bir süre öğretmenlik yaptım. sınıfa ilk girdiğimde, beşiktaşlılığımı gizleyerek, öğrencilerime hangi takımı tuttuklarını sordum. fener, galatasaray ve beşiktaş'ı sırasıyla sordum. beşiktaşlıları çok iyi tespit ettikten sonra beşiktaşlı olduğumu söyledim. ve tekrar beşiktaşlılara el kaldırmasını söyledim. bu kez eller biraz daha fazla kalktı. fakat kimlerin beşiktaşlı olduğunu tespit etmiştim. sonra öğrencilerime dönerek aynen şunları söyledim: "beşiktaşlı olanlara bir not fazla vereceğim, dörtse beş, beşse altı, fenerli ve galatasaraylılara ne bir fazla ne bir eksik not vereceğim'' dedim. bir de pazartesi günleri, beşiktaş yenilmiş veya berabere kalmışsa, kimse kesinlikle futboldan konuşamıyordu. konuşana kızıyordum ve dersleri de ağırlaştırıyordum. beşiktaş kazanmışsa, dersin ilk 20 dakikasını ders yapmadan futboldan bahsederek geçiriyordum. ama şuna inanın bütün öğrencilerim beni çok seviyordu. hepsiyle tek tek ilgileniyordum. çünkü, ben onların hem öğretmenleri, hem de anne ve babaları, sıra arkadaşları gibiydim. çoğuna ihtiyaçları olduğunda, para bile veriyordum. hepsini çok özlüyorum. sonuçta bir yıl öğretmenlik yapıp tekrar beşiktaş'ıma döndüm."

    huzur içinde yat...
  • ne sefa ne sabo ne pepe metin
    alayi senin .... yesiiiin
    optik baskan sen cok yasa
    bu taraftar hayran sana.

    hayatini bjk'ye adamis,carsinin kurucularindan.
    ist un edebiyat fakultesi mezunu,tayini ankaraya
    cikinca besiktasin maclarini kacirdigi icin ogretmenligi
    birakmis sahsiyet.
  • ömrünü tribünlere vermiş insanlara üç beş çapulcu gözüyle bakanlar için ilk bakışta çok kolay bir hedefti optik başkan. hapisten çıkmış bir hafta sonra da ölmüş derler ona. su testisi su yolunda kırılır hesabı. oysa bilmezler kurucularından olduğu çarşı'nın farkını, çarşı olmazsa türk futbolunda ayakta kalan son kalenin kimlerin eline düşeceğini.

    rakip takımın hocasının üstüne tükürenler değil, derbi maç öncesi çevreci mesaj veren taraftarlardır bu mirası sürdürenler, diğerleri utansın. çarşı'nın adını etiket olarak kullananlar değil, en kötü gününde inadına beşiktaş diye bağıranlardır bu mirası sürdürenler.

    şimdi burdan futbolu maraton'la digiturk'le izleyenlere ne anlatılabilir ki? ama üç büyük takımın tribünlerini de bilenlere, sıcak bir bahar gününde semt takımının amatör kümedeki maçını izlemekten mutluluk duyanlaradır sözüm; bir çift lafım var, naçizane. muhakkak tanırsınız ama arada bu adamı tanımayanlarınız varsa bilin ki bu adam ve bunlar gibilerdir bizim aşık olduğumuz kültürün kirişleri. ve çok az kaldılar haberiniz ola. bunlar da gidince adına endistriyel futbol dedikleri şey zar zor nefes alan renk aşkı kavramını öldürecek. üç beş iş adamının politikacının parmağında dönecek futbol. ve şimdi taraftar dediğimiz şeye o zaman müşteri diyecekler. takım sevgisini kombineyle, lisanslı ürünle ölçecekler. ne kadar tüketim o kadar sevgi diyecekler, herşeyde olduğu gibi.

    bir daha entry girmeyeceğim diye yazmıştım bir ay kadar önce. ama bunları yazmazsam içim rahat etmeyecek.

    bu adamı çapulcu bilmeyin, çapulcu sanmayın. bu adam üniversite mezunu kültürlü bir insandı, öğretmendi. şaşırtıcı değil mi? işte böyle bir adam hayatını iki renge adamıştı, delikanlı gibi ve inadına soldan doğru.

    (bkz: siyah beyaz ölüm yaşam)
  • tam hatırlayamıyorum sene 90ların sonları 2000li yılların başları. beşiktaş’ın amatör şubelerinden birine yıllarımı vermişim. malum ilgi yok, sahip çıkan yok. her sene istanbul'da kesin şampiyon oluyoruz, türkiye şampiyonasında derece yapıyoruz vs.. ama büyük dertlerimiz var; okulla sporu birlikte yürütmek üzere koca istanbul’da şehrin bir ucundan ucuna antremana gidiyoruz, klasik yöneticilik anlayışı kulubün her yerine işlemiş. bilmem ne şehrinden gelen takım maça iki adet eşofmanla, bir sürü ısınma tshirtüyle çıkıyor, kulubümüzün bize layık gördüğü her sene iki çift forma bir de çorap.. üstüne iyi bir fenerbahçe taraftarıyım ama ben sahadaki şımarık herifleri değil tribünü seviyorum, karın altında birbirini tanımayan kolkola bağıran yüzleri seviyorum, evden kaçan, okulu kıran, hayvan muamelesi görmesine rağmen her hafta koşa koşa maça gelen adamı, yemek parasını bilete verenleri seviyorum. kendi halimce onlardan biriyim işte.. sahadaki adamı şimdi olduğu gibi o zaman da anlamıyorum. nesini seveyim ki; takım arkadaşımı biliyorum hergün avcılardaki öğrenci evinden çengelköye antremana gelmesini, yaşıtı trilyonlar alırken ona şimdinin 200 ytl yol parası vermeyi çok gören yönetimi mi? kıçım başım kötüydü diyen şımartılmış topçuyu mu? optik baskan’ı iyi biliyorum dostane olmasa da onlarca kere kadıköy’de karşılamışız, beşiktaş’da karşılanmışız falan filan..

    o sene beşiktaş bizim şubenin aldığı türkiye kupası hariç amatör branşlar dahil tek kupa alamamış. inönü’de sezonun son maçlarından biri. devre arasında kupayla sahada tur atacağız heyecanla bekliyoruz. devre arası oluyor numaralı önünde üzerine bastığım anda ayaklarımın titrediği tartan tartan pistte kupa’yı alıyoruz. dönemin başkanı serdar bilgili değil sahaya inip tebrik etmek, yerinden seramoniyi izlemiyor bile. olsun nasıl olsa alışmışız yalnızlığa. diyorlar tribünleri selamlayın. hep deplasmanlarda sıkışıp kaldığım açık tribünün önünden bir başka geçiyorum. koşamıyorum bile sersemlikten, arkadaşlarıma yetişemiyorum. kapalının önüne geliyoruz biri ağır adımlarla yaklaşıp müthiş bir sevgiyle tek tek kucaklıyor bizi. sonra tribüne çağırıyor, bizim takım tura devam ederken iki üç kişi kaçıyoruz kapalıya. optik ikinci yarı hepimizle muhabbet ediyor, bizlerle ayrı ayrı ilgileniyor. yıllardır görmediğimiz hasret kaldığımız ilgiyi o bize 60 dakikada veriyor.. zaten o günden sonra kendisini hiç unutmuyorum. soruyor heralde aranızda beşiktaş’lı olmayan yoktur diye. diyorum abi ben değilim şöyle böyle ama formayı giydiğim anda yemişim fenerini bilmemnesini.. gülüyor kesik kesik... olsun diyor sen tribüne devam et ama arada gel misafirimiz ol. "ben o forma altında akıtılan her damlaya ölürüm, verdiğiniz emek yeter" diyor. sonra maça dönüyor, ama bizi en güzel şekilde misafir ediyor, hatta giderken “kusura bakmayın ilgilenemiyoruz malum hayat derdi, her branşa yetişemiyoruz" diyor. bir ara yedek kulübesinde bakıyorum, ayhan’a takılıyor gözlerim giden şampiyonluğun ardından gevşek gevşek gülerek sakız çiğniyor, kenardan boş boş ona buna şataşıyor. hergün dünyanın yolunu giden arkadaşımla göz göze geliyoruz, kaçırıyorum gözlerimi. sonra tribüne bakıyorum herkes mahçup sanki, üzgün, bağırsa da arada derin nefes çekip dalıp gidiyor gözleri ama o hep bağırıyor.. o zaman bir kez daha anlıyorum neden tribünü sevdiğimi.. ardından arkadaşlarımla bir kaç kez beşiktaş maçına gidiyorum, kendisini uzaktan selamlıyorum o beni tanımıyor ama yine de içten bir selam veriyor, her şeye yetiyor zaten. okul, hayat derken önce tribünü sonra sporu bırakıyorum ama hep seviyorum optikleri, menderesleri, aykutları, sarıları, çilli barışları. sevgilerine, kendi seçimlerinden dolayı yaptıkları fedakarlıklara sonsuz saygı duyuyorum. medya, yöneticiler, annem, babam ne derse desin. zaman işte azalıyor optik gibi sevenler, onlar vazgeçmiyor, hayat gayesiyle, sevdiğiyle belki kendisiyle savaşıyor.. optik gibi sevmeyi kıskanıyorum.
  • optik başkan abimizdi, bizden bir kuşak öndeydi. dostlugun, kardesligin, paylaşmanın, karşılıksız ve çıkarsız vermenin, sevmenin ölmediği bir zamanla bugün arasında kalmış bir insandi. kendisi de dahil her seyden vazgecerek beşiktaş için yaşadı. her isine seve seve kosturacak onlarca kardesi oldugu halde ramazanda pide kuyrugunda bekleyecek kadar naif bir insandi, klasik tribun agaligi onun yanindan gecmedi, gecemezdi de zaten. başkan sıfatını korkuyla degil sevgiyle hak etti.

    abi deplasmanlara en önde hep sen giderdin, birisi seni göremeyip sorduğunda "başkan can güvenligimizi saglamaya gitti" derdik, bu kez yine en önde sen gittin, can güvenligimizi sagla biz de gelecegiz.

    "benim adım optik başkan. on bin tane deplasmana gittim..."
  • bjk tribününün abilerinden batur gültekin' in yazisi :

    "dün öğleden sonraydı, kabataş aradı yoldaydım manisa civarında, izmir'e çocuklarımı bıraktığım yazlığa doğru yol alıyordum. önce ne dediğini anlayamadım, daha doğrusu anlamak istemedi beynim, kulaklarım. biraz daha gittim, sesi geldi kulağıma, "batur abi" deyişi geldi kafamın içinde o sesin, biraz daha yol aldım, arabada açık radyonun sesi beşiktaş deyince algılarım karıştı, birden herzamanki halim galip gelmiş ne diyor diye duymaya çabalıyordum, "ertuğrul şunu forvete koyarsa, yönetim ve başkan hocaya sahip çıkarsa" vs vs dinledim dinledim, neden dinlediğimi anamadan dinledim, sonra birden dedim ki kendi kendime sebebin oldu bu takım senin, sebebin oldu.....

    sonra hakan'ı aradım, doğruymuş. ağlamaklı idi sesi, çok üzgündü, ne konuşsak boştu, ne konuşsak boş. sonra cem'i aradım, morga gidiyorlardı, bende manisa dağlarını tırmanıyor, boş bakışlarla bir bir arabaları, kamyonları solluyordum.

    radyo hala beşiktaş'tan bahsediyordu. ölenleri bir bir geçirmeye başladım aklımdan. hey gidi hey. gazi abi'yi mi, yoksa alaka ismail'i mi, kokoyu mu, kritiği mi, pehlivanı mı, ayhan'ı mı ne kadar çok kaybımız varmış allahım say say bitmiyordu, radyo hala beşiktaş'tan bahsediyordu.

    iki gündür kendimde değilim, canım çok sıkkın. herkesler birşeyler yazacaktır mutlaka, ille de yazmak için yazmamalıyım, onu genç nesillere iyi anlatmalıyım, diğerlerine o değerleri veremedik, anlatamadık, geride kalanların hatalarıdır bence bunlar. en azından şimdi başlamalıyız, yazmalı hatırlamalı, yad etmeliyiz.

    bu çocuk bu takım aşkına evden kaçıp maçlara gelir, bizim sabahlama dönemlerimizin başlarında gece yarıları annesi, sabahladığımız mekanlara gelir mehmedini arar, yalvarırdı, "oğlumu verin" diye. ona çok kızıp çok kulağını çekip annesine verdiğimiz geceler de olmuştur, ama 1 saat sonra yine kaçar evden gelirdi. deplasmanlar dersen ha keza aynıydı. bu sevda onda ortaokulda başlamıştı. yumurtacı ahmet'ten yada bekir abilerle kaldırdığımız otobüslere kaçak biner, abilerden dayak yememek için arka beşliye saklanırdı. onun beşiktaştaki jenerasyonu henüz bu kadar aktif değildi. o gruptan ilk gelenlerdendi. bu aşkını bütün semtin gençliğine aşılamaya çabaladı ve bu savaşını kazandı da.

    o yıllarda gözünde şişe dibi gözlükleri ile gelir, tam bir hüdaverdi benzetmesi bir tip ile karşımızda dururdu. haliyle hepimiz ona "optik" demeye başladık. lise yıllarında birden serpildi, boylandı, sizlerin gördüğü halden öncesinde hem boyuna hemde enine gelişmişti. bir sabahlamada baktık ki optik başı çekiyor, "oğlum" dedik "sen ne olmuşsun böyle?" derken semti iyice örgütlemişti. artık çok daha kalabalık geliyorladı hem maçlara, hem deplasmanlara, hem de sabahlamalara. sonraları bu grubun adı çarşı olmuştur.

    sebebi oldu beşiktaş. evet sebebi. çok iyi okuyan bir çocuktu ve çok da zekiydi. menfaat çarklarının içinde en çilekeşi ve en temizi olarak hep o kaldı. bu beşiktaş olmasaydı, belki de şimdi bir doçent, yada prof olmuştu. ya da çok iyi bir mesleği vardı ve kariyer sahibi biriydi. ama o hep beşiktaşını seçti. derslerinden oldu, gelişiminden oldu, yine de bu haliyle üniversiteyi kazandı. daha sonra edebiyat hocası olarak görevini yapmaya çabaladı, ama yine beşiktaş ağır basıyordu, görevini aksatıp maçlara gelmeye devam etti. hatta yetmedi, okulunun çocuklarını örgütleyip, istanbul'a maça getirmeye başlamıştı. çok nasihat vermeye çalıştık, ama beşiktaş onun evinin de, işinin de, aşının da çok önüne geçmişti..

    radyo hala beşiktaştan bahsediyordu ve ben tüm bunları düşünürken izmir'i de çoktan geçmiştim. arabamı sağa çektim, indim arabadan, gelen giden birkaç telefonla daha konuştum, radyoyu hırsla kapattım, hala vıdı vıdı, biz mi soğumuştuk beşiktaş' tan, yoksa, beşiktaş mı bizi yormuş tüketmişti bilmiyorum. sebebi oldun dedim bu çocuğun hayatını da sen aldın dedim. üstümde daha 7 saat öncesi kartal yuvası' ndan yeni aldığım bir t-shirt vardı. baktım kendime, çevredeki boş tarlalara baktım, bir fatiha okudum, canım kardeşime ne yapabilirdim ki 500 km öteden, elimden ne gelirdi ki? ama hiç değilse, onu yadetmeli ve onu tanıtmalıydım.

    bu kadarla da kalmamalı, bu yiten değerlerin hepsine bir özel, bir güzel çalışma yapmalıyız.

    ben bjk yk dan birşey rica ediyorum. böylesi tribüne çok emek vermiş, tribünlere mal olmuş değerlerimizi, stadımızın duvarlarındaki tuğlalara fotoğraf fotoğraf, isim isim çakalım, bu icraat için biz gönüllüyüz, masrafı da neyse karşılarız, biz ne hacı babaları, ne koko ları, ne sarı süleymanları, ne gazi abileri, ne ismailleri, pehlivanları nede optikleri unutmak istemiyoruz. onları bu stadın duvarlarında yaşatmak, onların ruhlarına huzur verecektir buna inanın.

    bunu tez yapalım, beşiktaş taraftarı ile büyüktür... bunu asla unutmayalım.

    bir optik daha gelir mi bilemem, ama çok kahır çekti, çookkk. ne istanbul'a maça gelenin derdi bitti, ne deplasmanda başı yarılanın, ne aç kalanın, ne işsiz kalanın, ama bu çocuk hep oradaydı...

    ve hiç kendini bozmadı. hiçbir talebi olmadı. hep verdi, hep verdi. en son canını da.........

    daha ötesi var mı ?

    sebebi onu unutmamalıdır. tıpkı eskiler gibi, bu vefa, dünyada örneği olmayan bir kulübe nasip olmalıdır. dünyanın en büyük kulübüne beşiktaş' a nasip olmalıdır. 55.000 lik stadlar önemli değildir. ruh önemlidir.

    o ruha sahip çıkacak tek kulüp de beşiktaştır. bir tuğlacık hepsi bu ..."
  • her aklıma geldiğinde içimi burkan abimden öz mehmet abim

    hayattayken çoğu kimse bilmezdi ismini çünkü o hep optik başkandı bizim için.

    ölümünü yıldönümü olan şu günde kendisiyle ilgili bir anımı paylaşmak isterim;

    doksanlı yılların sonuydu tam emin olamıyorum ama muhtemelen 1998 senesiydi maslak ayhan şahenk spor salonunda efes pilsen ile yine tam emin olamamakla beraber çeyrek finalde karşılaşacaktık. maç öncesi ben ve 3 4 arkadaşım tekelden içeceklerimizi alıp maslak gazeteciler sitesinde kuytu bir köşeye arıyorduk ki optik abileri gördük. onlar bizden önce başlamışlardı muhabbete, neyse selamlaştık oturduk makara muhabbet... maç saati yaklaştı maç bizim için deplasmandı efes pilsen yönetimi her zamanki asaletini gösterip bize sınırlı sayıda bilet vermişti ve dışarıda ciddi bir kalabalık olacaktı. biletimiz olduğu için biz biraz daha rahattık ama yine de dışarıda o kadar insanın kalacak olması ve dışarıda o kadar insan maça girmek isterken efes pilsen yönetiminin yıllardır aldığı bu tutum bizleri içten içe hırslandırıyordu. hep beraber kalktık salona doğru yürümeye başladık . salona yaklaşınca ayrıldık optik abilerden, içeri girmeye çalışıyorduk. biletsiz insan sayısı gerçekten çok fazlaydı ve alkolünde etkisiyle sıkıntılı bir durum yaşandı ayrıntı vermek istemiyorum. sonuç olarak ben ve beş arkadaşım görevli memura mukavemet suçuyla ki biz de ağır bir şekilde darp edilmiştik, karakola götürüldük. biz nezarethanede beş altı kişiydik. bir, bir buçuk saat sonra polis olayla hiç ilgisi ve suçu olmamasına rağmen optik abiyle beraber bir iki kişiyi daha getirdi yanımıza. suçu yok dedim ama optik abinin büyük bir şuçu vardı aslında o da optik abi olmaktı belki yüzlerce kez böyle sebeplerle bir sürü gereksiz işle uğraşmıştı... göt kadar nezarette 10 12 kişi kadardık sırayla gbtler alınıyordu ki gbt şimdiki gibi elektronik ortamda alınmıyordu faks bekliyorduk neyse sıra optik abiye gelmişti bizim en kabadayımızın gbtsinde en fazla delici alet bulundurmak gibi ya bir suç vardı ya iki ama optik abinin gbtsini görmeniz lazımdı geldikçe geliyor bitmiyordu faksın başındaki memuru nezarethaneden görebiliyorduk adam bağırdı ulan mehmet sen kimsin amk faks kağıdı bitti!!! hakikaten optik abinin gbtsi dört beş şayfaya sığmamıştı ne ararsan vardı kağıt bitmişti. tam emin olamadığımı daha önce de söyledim ama aylardan galiba mayıstı gündüz hava sıcaktı ama gece feci ayaz yapmıştı ve başımıza böyle bir olayın geleceğini düşünmediğimizden genelde ince giyinmiştik bizlerde tshirt vardı optik abinin üzerinde de hiç unutmadığım o koyu renk takım elbisesi.. yaşımız çok gençti tecrübemiz çok değildi ve başımıza ne geleceğini pek bilmiyorduk ama moralimiz çok iyiydi, sanki kodeste değiliz de dersimiz boş bizler lisede öğrencisiyiz. içerdeki makarayı her beşiktaşlının hatta ben tribüncüyüm diyen insanın görmesini isterdim optik abinin hikayeleri bitmek tükenmek bilmiyordu ki tanıyan muhabbet eden bilir o konuştu mu etkilenmemek mümkün değildir. artık saat iyice ilerlemişti. geceyi orda geçireceğimizi anlamıştık. ertesi gün nöbetçi mahkemeye çıkacaktık. olayın içinde aktif olan kişi sayısı 3 tü ama 9 kişi maalesef bizim için oradaydı bizim bu durumuzdan haberdar olan dışarıdaki arkadaşlarımız sağ olsunlar yemek ve sigara gibi basit ihtiyaçlarımızı temin etmişlerdi fakat onların bize getirdiklerinin çok azı bize ulaşmıştı çünkü karakol gümrük müdürlüğü oradaki karnı aç sigaraya muhtaç 12 kişinin sigarasına ve yemeklerine göz dikmiş, el koymuştu 12 kişiydik ve hepi topu iki paket sigaramız vardı. tabi ki o paketleri optik abiye verdik adaleti o sağlardı. dediğim gibi saat ilerlemişti ve optik abi maalesef bizden biraz farklı durumlar sergiliyordu çok ciddi şekilde üşüyordu ve titriyordu. memurlara bağırıyorduk battaniye istiyorduk ama kimsenin umurunda değildi tabi. işler çığırından çıkmıştı tam isyan muhabbeti yaşanıyordu ve isyanın başında tahmin edileceği gibi optik abi vardı. sonunda 3 memur gelip optik abiyi aldılar kollarını arkadan kelepçeleyip bizim bulunduğumuz kattan bir kat aşağıya indirdiler. dövüyorlardı onu, sesleri duyabiliyorduk o an geride kalan 11 kişiyi görmenizi isterdim ağzına ne gelirse söyleyenler sinirden kafasını duvara vuranlar nezaretin kapısını kırmaya çalışanlar, sonuçta elimizden bir şey gelmedi ama eminim bizim sesimiz optik abiye iyi gelmişti. neyse çok sürmedi getirdiler yanımıza optik abiyi, aşağıda dövmüşlerdi biliyorduk ama ne derecede ve nasıl olduğu konusunda fikrimiz yoktu. hiç kimseden çıt çıkmıyordu. hepimiz bir şey söylemesini bekliyorduk. göt kadar nezarethanede biz ufak bir daire oluşturduk oda ortamıza geçti çömeldi (tanıyanlar optik abinin meşhur çömelişini çok iyi bilirler) ve koyu renkli takım elbisesisin iç cebinden sigarasını çıkardı yaktı ve bir duman aldı sesi hala kulaklarımda ilk sözü şu oldu; oh beee... benim dayak yemem lazımmış demek, kendime geldim amk.. ondan sonrasını siz düşünün sabaha kadar makaralar besteler...

    optik abiyi tanıyana zaten bir şey söylemeye gerek yok ama bir çok kişi hep ikinci ağızdan duyar ve bilir çok az kişi hakkında kötü konuşur belki de hiç kimse konuşmaz. böyle bir adamdı optik abi hep insanı şaşırtır hiç bir şey onu yıldıramazdı . tabi bu söylediklerim biz dost kardeş ve ahbapları için geçerli, düşmanları içinse bir o kadar gaddar ve güçlüydü. sonuç olarak optik abi gerçekten çok iyi bir insandı. çok iyi bir insandı ama günahları da az değildi inanan bir anne babanın çocuğuydu optik abi sıkılmadan okuyan olur mu bilmem ama okuduysanız bir isteğim var sizden kendim için değil optik abi için bu istek aklınıza her geldiğinde dua edin optik abi için inanın o adam bunu hak ediyor..
  • kara temmuzun aldıklarından birisidir, barış akarsu gibi, vedat okyar kaptan gibi bir değerdir.

    barış sanat dünyasının parlayacak çocuğuydu, geleceği parlaktı, tabutunda siyah beyaz formayı gördüğümde içim cız etmişti, vedat kaptan ile ilgili düşündüklerimi zaten gönülden yazmıştım öncelerde, kaptan camiaya ter akıtmış bir yiğitti, yazardı çizerdi, sıra bizden tribünden birine geldi. optik başkan, kapalının ağır abisi, sağlam beşiktaşlımız.

    fabrikaya geldiğimde sabah saat 7.50 idi, her günkü gibi bir gün öncenin üretim raporunu almış, gazetelere, sözlüğe bakıyordum, plan bir beş dakika "memlekette ne olmuş" diye bakmaktı. hala yaparım bunu görende sanar ki gündemi ben belirliyorum. neyse amaç beş dakika internette dolaşıp, hem toplantı öncesi söyleyeceğimiz mühendis yalanlarını düşünmek hem de rutin geyiği yaparken, kemal sunalı andıran çaycımızın ilk çayı eşliğinnde çay sigara içip, gündelik geyikleri yapmaktı.

    sözlüğü açtığımda optik başkanın başlığını gördüm sol tarafta, ulan dedim kendi kendime acaba başkanı gene mi hapse attılar, bu sefer sıkıntı ne acaba diye düşündüm. sonra korka korka açtım başlığı, vefat haberini okuduğum anda yüreğim sızladı, onun öğretmenlik maceralarını, deplasman hikayelerini dinleyip durmuştum, istanbulu neredeyse hiç bilmem ama birkaç maçta uzaktan görmüştüm onu, ankara deplasmanlarında da aha çarşı seslerinde gözümüze ilişirdi başkan. mahallenin, yani bizim semtin ağır abisiydi, yaşamadığımız bir semtin abisi, yanına yaklaşmazdık belki ama varlığı hep güven verirdi.

    beşiktaşlılığını veya adamlağını oturup tartışacak kadar büyümedim ben daha, optik işte, bana orta okulda koydukları lakabı koymuşlardı onada. ağır abimizdi, siyah ve beyazdan oluşuyordu, arası yoktu, her deplasmana giderdi, hapiste yatmıştı, meslektende atılmıştı, bir tutunamayandı belki, belki annesi, ellerinde öpe öpe saygıyla andığım annesi onu kıravatlı, çocuklu çoluklu gelinli davullu zurnalı hayal ederdi. ama o sadece siyah ve beyaz için yaşadı. beşiktaşın delikanlı tavrının bir yansımasıydı, öyle büyük başkandı ki "beşiktaştan rant bekleyen anasından am beklesin" diyebilmişti. tavrı vardı işte abimin kocaman bir tavrı, kartal gibi özgür ruhu, siyah kadar asil bir duruşu vardı. o kara temmuz günü o duruşu bizim elimizden aldı gitti.

    abi senden sonra bizim takıma yıldızlar falan geldi, beşiktaştan rant bekleyenler geldi, acı çektik, bazen mutlu olduk, bazen utandık, as başkanımız olmaz işlere girdi, başkanımız sattı koca camiayı, ergen taraftarımız fenere cimboma özendi, evrakta sahtecilik bile yaptık başkan düzeysizliğinde, anlayacağın abim senden sonra biz boka battık, eminim o güzel kalbin dayanmazdı bu resme.

    şimdi abim senden sonra belkide ilk defa umutluyuz, şimdi abim başımızda bir hoca var, adı optik olsa şaşırmam yeminle, bir başkan var bazen rüzgar nereden eserse diyorsa da efendi adam, bir direktör var abi fenerli diyolar ama yemem ben beşiktaş gibi adam, tavırlı, duruşlu bir adam.

    hadi bunları geçtimde abim sen nasıl güzel arkadaşlar edimişssin, senin tayfa var ya senin tayfa, bir mayıs günü koydu tavrını ortaya semtin hemen yanında, kes bakalım diye indi meydana, güç oldu koca bir millete, umut oldu, yüz güldürdü senin kurduğun çarşı, yükseleni oldu milletin, genç kızlar bile çarşılı delikanlılar aradılar evlenmek için, feda dedik abi ince bir sesle, gücüne güç katmaya geldik dedik, ne bok yerseniz yeyin ulan dedik, biz seviyoruz bu memleketi hem de size rağmen dedik bazılarına, anlayacağın abim senin çocuklar tavır koydular ortaya, erkek gibi bir tavır koydular, insan gibi bir tavır koydular, ve doksanıncı dakikada topu doksana astılar, doksan dediğim yer koca bir milletin kalbi oldu, abi anlayacağın bu mayısta semtimize "gün doğdu". semtimiz erkek semti, aşık etti herkesi...

    abim rahmetli oldun ya, o meydanda sen yoktun ya, ben bu azraile ne desem olmaz, keşke yanımızda olsaydın, armutluda yanımzdaydın, kuğuluda, kenedyde, taksimde yanımzdaydın, yukarından kim bilir nasıl bakıp güldün bize, nasıl hayıflandın "aferim ulan deliler" dedin mi acaba bizlere.

    abi ben gevezeyim bilmessin sen, ama bilmediğin birşey daha var, cennet diye bir yer var değil mi, oradan yer tut abi bize, simsiyah günlerden bembeyaz göklere çıktığımızda yeni inönüyü oradan izleyelim, fernandesi, oğuzhanı oradan izleyelim, abi tolgayı aldık mesela nasıl temiz çocuk nasıl delikanlı bir bilsen tam senin kalemin, metin abimiz hala kara kartallı, feyyazda öyle be abi, aynı ite ruh senden sonra, bazı rantçı pezevenkler geldi ama hespsini ayıracağız siyahla beyazı ayıran çizgi gibi ayırıp aramızdan siktir edeceğiz, andımız olsun...

    sen abim bizim özlediğimizssin, her gün doğdu da sol yumruk havadayken aklıma gelenimsin, sen abi semtin delikanlı güzel çocuklarının ilham kaynağısın, nesil abi be öyle bir nesil ki tam senin kalemin nasıl delikanlılar bir görsen tek eksikleri sensin, inançları var, zekaları var, pomaları bile var bir sen yoksun be abim, neyse sen oradan yukarından cennetten bize üçlü çektir, baba hindi de, gün doğdu marşını söylet. abi bir insan hiç görmediği bir adamı özler mi, özlüyor işte, bir adam hiç görmediği bir adama abim der mi, diyor işte, abi sensiz tiribün eksik, oradan omuz ver allahsızlık yapma, seni özlediğimizi de hiç unutma, ah bu mayısta aramızda olsaydın bak nasıl güzel olurdu.

    özetle optik başkan sen kara temmuzun aramızdan aldığı abimsin, artık senden sonra cennet beyaz- semt siyah. biz motorları maviliklere sürme derdindeyiz, dalgaları yırtarken çarşaf gibi, gücümüze güç katmayı ihmal etme, bize oradan "siyah ulan" de, özlediğimiz büyük beşiktaş taraftarının son holiganısın, sen içimizdeki kartal ruhusun. erken gittin azraile aşk olsun, seninde ruhun şad olsun.

    erkek sözü:seni unutan, ileride oğluna anlatmayan baggionun'da ta götüne koysunlar.
    siyah ulan...
  • annesi tarafından bile ayık vaziyetteyken görulmedigi iddia edilen besiktas tribun lideri

    (yillar sonra gelen edit: allah rahmet eylesin, ruhu sad olsun, duzgun insan)
hesabın var mı? giriş yap