• bazen, bir yemekten ötesidir...

    an itibariyle yerli malı haftası içerisinde bulunuyoruz.

    yerli malı kullanımı elbette önemli de itiraf etmek gerekirse öğrencilik yıllarımızda hepimiz yemek yeme yarışına girerdik ve bu gözle bakardık bu haftaya.
    aramızda kalsın ben hâlâ o gözle bakıyorum genellikle*

    ilkokul yıllarımız...
    ögretmenimiz her öğrenciye bir yerli malı ismi veriyor ve " yarın gelirken yanında getir " diyor.

    sen elmasın!
    sen salatalık!
    sen...
    sen....

    sınıfın çoğunluğu giresunlu benim gibi.

    " ben fındık olmak istiyoooooom! " sesleri havada uçuşuyor. tabii ben de.

    bir arkadaşa " sen fındıksın " deyince benim yüzümün düştüğünü gören öğretmenimiz, " tamam, sen de ceviz ol " diyor.
    ulan aynı şey mi canım öğretmenim?
    ben nereden bulacağım cevizi?

    akşam evde babama diyorum;
    " baba, öğretmen beni ceviz yaptı. bana ceviz bul! "

    sağ olsun hemen özel çekmecesinden çıkarıyor babam cevizi.
    nah çıkarıyor. lan cevizi kim kaybetmiş de biz bulalım o zamanlar.

    buzdolabından bir limon veriyor annem, " limon ol sen de " diyor.

    " bananaaaeeeuuuuu. ben ceviz olcaaaaaammmm " diye bağıramıyorum tabii. nereye bağırıyorsun. babam, adamın cevizini kırar.

    ertesi gün elimde limon, öylece bakıyorum etrafa.
    sonra öğretmen sesleniyor;

    - elmaaaa!

    normalde elma olması gereken çocuk, elinde patatesle ileri çıkıyor.

    - babam, elma bulamadı öğretmenim.

    sonra tekrar bağırıyor öğretmen,

    - domateeeeeeees!

    domates çocuk, elinde iki üç tane zeytinle ileri çıkıyor.

    - babam domates bulamadı öğretmenim.

    böyle böyle gidiyor. neredeyse fındık harici herkes kafasına göre takılmış.

    biz de üç beş tane limon gülüşüyoruz.

    bir başka yerli malı haftası...

    canım annemin hasta olduğu zamanlar. öğretmen bana, poğaça getirme görevi veriyor. annem yapamaz ben de yapamam babam da yapamaz herhalde! ama öğretmenime " annem hasta, getiremem " diyemiyorum. aynı yıllar, pazarda su sattığım zamanlar. mahalleden bir komşu teyzeye gidip durumu anlatıyorum. malzemeleri kağıda yazıyor. pazarda kazandığım parayla hepsini alıp teyzenin evine gidiyorum.
    mahallede herkesin evi sobalı. iki üç teyze benim için poğaça yapmaya başlıyorlar. ben, sobanın kenarına uzanıp halının üzerinde ödevlerimi yapıyorum.
    poğaçalar pişince orada biraz yiyoruz çayla. ertesi gün o poğaçaları götürüyorum okula...

    şimdi çok şükür o teyzelerin hepsi hayatta ve hâlâ komşuyuz. yarın onlara da anlatayım da bunları duygulanıp yine poğaça, börek yapsınlar.

    yerli malı kullanımı elbette önemli, bu hafta bize bunun önemini anlatıyor ama daha da önemlisi yardımlaşmak, paylaşmak vs.

    " komşusu aç iken tok yatan bizden değildir! "

    - resûlullah ( s.a.v. ) -
  • içinde biraz peynir/kıyma/bişey olan, hatta çoğu zaman bir şey olmaması da normal karşılanan bir hamur topuna poğaça ismini vermek, bence makul değil. ziyadesiyle zorlama bir isim gibi, bilmiyorum. nasıl, hangi motivasyonla oldu bu? argümanları neydi? türkçenin kuruluş yıllarında, bu şeyi icat eden adam, alıp bunu isim tahsis kurulunun önüne götürdüğünde "buna da desen desen poğaça dersin" kanaati nasıl oluştu? kimse kimseyi uyarmadı mı o esnada? merak ediyorum. büyük bir hayal kırıklığıyla çıkmıştır herif bulduğu bir şeyin bundan sonra "poğaça" olarak anılacağını öğrendikten sonra oradan.

    çünkü yani, benim mantığıma göre bir şeyin ismini "poğaça" koymak için, o dildeki bütün harf dizilimlerinin tükenmiş olmasını beklemek gerekiyor. boşta başka dizilim mi yoktu? o zaman hakaten söyledikleri gibi çok mu zengindi türkçemiz? 2010 itibariyle hala boşta dizilimler var mesela? döz boş, kullanılmıyor. meh boş. ore, eru, muk falan hep hala boş dizilimler. sabaha kadar sayarsın, çok var. bu tarz basit bir dizilimin içine yedirilebilirdi bence? pek öyle matah bir şey de değil çünkü. yanlış olmuş.

    "poğaça!"... peh.

    nitekim zaten genellikle sabah 6-9 arasında cümle içinde kullanılan bir kelime. ve adam da o cümleye gelene kadar da ağzını açmamış oluyor daha. uykudan yeni kalktı çünkü, kireç gibi. uykuda konuşmak gibi bir manyaklığı yoksa, en az 7 saat ağzını açmadı herif geceden. mutsuz zaten, alarm zoruyla kalkmış, hava soğuk, işe gitmek zorunda vs... ses telleri idmansız poğaça gibi nitelikli bir şeyi söylemek için henüz. ağız kasları da o kadar yuvarlanacak kadar hazır değil. o noktada sen gidip de herife, o gün kuracağı ilk cümlede "poğaça" gibi söylemesi zor bir dizilim söyletmek zorunda olursan, 7 saat ağzını açmamış bi herifin ağzını bir aşağı bir yukarı sonuna kadar gerdirmek durumunda bırakırsan, o adam mutlu olmaz daha. ondan bir şey bekleme.

    sırf bu yüzden bile mutsuz durumda olabiliriz halk olarak. zaten uygulamada da artık kullanılmamaya başladı. iki peynirli, bir sade diyorsun geçiyor. halk kanunu dolanmanın yolunu da bulmuş. kaldır artık şunu yürürlükten, rahat edelim? yok. yazımı üzerinden yıllardır yapılan komiklik de cabası... böyle salakların da önüne geçmiş olursun. "az önce bunları aldığım yerde "poça" yazıyodu meheheh"ler de bıçak gibi kesilir. iki kuş.

    böyle küçük şeylere dikkat etmek çok mühim. ileride kurmayı düşündüğüm ideal devletimde, devlet ile birlikte olmayacak başlıca şeylerden birisi "poğaça" gibi zor harf dizilimine sahip kelimeler. benim halkım mutlu olacak. onlara adayacağım kendimi.
  • pogacanın iyisi, çaya batırılınca ve yedikten on dakika sonra belli olur, iyi pogaca çayda agır bir tat veya yumurta kokusu bırakmaz. yedikten on dakika sonra midenizde tekrar birleşip voltranı oluşturmaz.
  • bandirma'da yillarca pogaca satmi$ bir emektar abimize gore, eroin.

    deliydi biraz bu abi. insanin yanina yakla$ir, elinde pogaca tezgahi, kulaga egilip fisildayarak:
    "- pogca veriyim mi bak pogca super kalite?..."
    "- nasil abi?"
    "- baaarma, pogca lazim mi pogca?"
    "- yok abi saol!"
    "- baarma, pogca dedik..."
    .
    .
    .
    (bkz: entrye ani serpistirmek)
  • isminin kokeni
    italya'da foccacia
    macaristan'da pogacsa
    fransa'da fougasse
    olarak adlandirilan corekten gelmektedir.

    aradaki temel fark ise, mesela macaristan'daki pogacsa'lar daha cok gulas'in yaninda veya istah acici olarak servis edilirken, turkiye'de kullaniminin genellikle kahvaltilik olarak degerlendirilmesidir.
  • en iyisi sokakta, küçük camekanlı tezgahlarda satılanlardır. steril olmamaktan kaynaklanan bir lezzeti vardır. iki patatesli bir peynirli ve bir de büyük çayla güne yapılabilecek en iyi başlangıç yapılır.
  • 2 kaşık toz şekerin içine
    1 paket yaş maya ufalanır ve bir süre beklenir. o sırada şeker mayayı iyice eritiyor. sonrasında;

    1 su bardağı ılıktan hallice, sıcağa yakın süt
    1 su bardağı zeytinyağı
    1 şişe soda
    2 yemek kaşığı tuz eklenir ve bol köpüklü bir sıvı elde edilir.

    akabinde aldığı kadar (neredeyse elinize yapışacak kadar yumuşak kıvamda olacak kadar) un eklenir. kabın etrafı iyice streç filim ile sarılarak poğaça yapıldığı unutulur...

    1 saat kadar pofur pofur kabaran hamurun streci açılır ve eller iyice yağlanarak hamurdan parçalar koparılıp yuvarlanır.

    üzerlerine biraz zeytinyağı ile seyreltilmiş yumurta sürülür ve çörek otu serpilip 180 derece fırına atılır.
    pişer gibi olduğunda -ama neredeyse tam pişmeden- fırından çıkartılır.

    üzeri kızarmış, dıışı pişmiş ama içten içe hala pişmekte olan bir poğaçadır o artık.
    (tam piştiğinde fırından çıkartınca bu sefer de soğuyana kadar sertleşiyor)

    o hafiften soğurken kaşar rendeleyin, içerisine maydanoz kıyın. sonra o ılık poğaçaları ortadan ikiye sandviç gibi kesip içine kaşar koyarak yiyin.

    soda ile imal edildiğinde pek bi şahane olan yiyecek.
  • kesin yunanlı kardeslerimiz cikip bunun aslini biz yaptik adi da pogacos demistir.
  • hazır alınmıs pogacaları yıllarca "malzemesi eksik" diyerek asagıladıktan sonra, gurbet ellerdeki ilk pisirme denemesinde, goz ve gonul dolduracak kadar peynirin asla hamura sıgmadıgı fark edilmistir.
  • pogaca'yi borekten ayiran, kat kat ve hamursal acidan yogun olmasidir herhalde. belki de sert olu$udur. bilemem. (bkz: orospu gibi entry girmek)
hesabın var mı? giriş yap