• joe pesci nin barda karde$inin karisina asilan adami öldüresiye dovdugu ve hizini alamayip di$aridada arabanin kapisini adama carpa carpa kemiklerini kirdigi sahne..

    robert de niro nun kendini cezalandirmak icin ring de bile bile agzini burnunu dagittirdigi sahne..unutulmazlar arasindadir..sinemada $iddet in kilometre ta$larindandir.
  • filmde sugar ray robinson'ı kibariye'nin annesi makbule tokmak canlandırırken; galada kibariye, scorsese'yi kolundan çimdirerek "annem ne güzel film yapmışın gııı. hıhıhıhııııııı. alllllah'ım korusun seniiii" diyerek davetlilere neşeli anlar yaşatmıştır. güzel oyuncu cathy moriarty de arka sıralarda bohçacılara üç metre ekose kumaş kestirirken görüntülendiydi.

    fotoğrafa baktıktan sonra tüm bu dediklerime inanacaksın:

    http://img220.imageshack.us/img220/8913/soferp.jpg
  • filmin anlattığı iki önemli şey: paranoya ve bastırılmış eşcinsellik.

    bunların ikisi de birbiriyle direk bağlantılı, hatta paranoyanın sebebi de bastırılmış eşcinsellik diyebiliriz.
    eşcinsellik ön planda değil, hatta bazıları 'öyle bir şey yok, uydurma' da diyebilirler, fakat martin scorsese bile filmin psikanalitik olarak analiz edilmesinden sonra, filmi o amaçla çekmediğini fakat gerçekten de bastırılmış bir cinselliğin söz konusu olabileceğini söylemiştir.

    peki nereden çıktı bu eşcinsellik?
    jack tüm erkeklere kafayı takmış durumda, vicky'yi kestiği sahnelerde bile sahnede her zaman bir erkek var ve tüm erkeklerin vicky'e sulandığı ile ilgili bir paranoyası var.
    freud'un da açıkladığı gibi, bastırılmış eşcinselliği olan erkeklerin bastırdıları şey 'i love men' dir. ilk aşamada bunu 'i hate men' e çevirirler, daha sonra ise bu 'i love her (daha önceki erkeğin kız arkadaşı yada ilgi duyduğu kadın)' e çevrilir ve en sonunda da 'she loves me' ye kadar varır. burada da jack erkeklere ilgisini bastırmak için idol kıvamındaki bir kıza ilgi duyuyor ve etraftaki tüm erkeklere cephe alıyor.

    ayrıca filmde jack'in bir iktidar problemi olduğunu görüyoruz. dövüşeceğini bahane ederek sevişmekten kaçıyor ve hiç bir sevişme sahnesi de görmüyoruz. vicky ile evlenip bir kaç sene geçtikten sonra, evlerinin mutfağında kardeşiyle olan konuşmasında, kardeşinin 'az ye çok seviş' manalı lafıyla da bu sorun su yüzüne çıkıyor; psikanalizdeki tipik oral düzlemin cinsellik düzlemiyle yer değiştirmesi, sevişmek yerine kendini yemeğe vermek.

    başka bir örnekse; filmin başlarında jack'in ellerinin küçüklüğünden şikayet etmesi. filmin ilerleyen kısımlarında önemli bir tekrar var; jack'in sevişmeden kaçtıktan sonra penisini buzlu su ile yıkaması ve daha sonra bir başka sahnede dövüş sonrası ellerini buzlu su ile yıkaması. burada da ellerinin küçüklüğü ve penis boyu arasında bir bağ kurulmuş.

    vicky'nin bir boksör için 'he's good looking' demesi, jack'in bunu da kıskanması ve onunla dövüşmeden önce 'i will make a big hole on him' ve 'should i fuck him or fight him' gibi laflar etmesi de bastırılmış cinselliğe birer gönderme.

    ayrıca filmde dövüş sahneleri genelde ağır çekim, bu anlar jack'in yarattığı dünyanın parçaları. bu yaratılan gerçeklik de neurosisin yani paranoyanın bir kanıtı. zira jack'in gözünden ve onun yarattığı dünyadan olmayan çekimler renkli ve çok hızlı geçiyor.

    belki asıl bu ayrıntıların bastırılmış eşcinsellik olarak adlandırılması size paranoyak gelecek ama psikanaliz böyle diyor...

    not: filmden alıntı cümleler tamı tamına doğru olmayabilir, aklımda kalan kadarıyla yazdım.
  • 1976 yılında martin scorsese yanına o zamanin holiwud'unun wonderkidlerinden robert de niro'yu alip taxi driver diye dünyanın gelmiş geçmiş en güzel filmlerinden birisini çeker. fakat o yıl akademi denen dallamanin evlatları bu film yerine gidip rocky balboa filmine oscarı vermişlerdir. bunun üzerine robert de niro, scorsese'ye gelip "abi biz de bi tane boks filmi çekelim madem biz de oskarı alırız" deyince scorsese tamam deyip işte 4 yıl sonra bu filmi çekmiştir ve de o yıl hem film hem de robert de niro gerçekten de oscar ödülünü kazanmıştır. (gerci scorsese'ye yine vermemisler) andolsun ki filmin yapılış hikayesi budur.

    sinema filmlerinden fazlasıyla etkileniyorum artık. taxi driverdan sonra iki yil boyunca aynaya bakip "are you talkin to me" demisligim, scarface'ten sonra adam dovmuslugum var. en son interstellari izledigimde ise kendimi babamin ciftligindeki misir tarlasinda ay isigina karsi bira icmekte bulmustum. o yüzden mümkün oldukça az izliyorum. yani hele son iki yılda izlediğim film sayısı iki ya da üçtür. ancak bu filmi geçen açıp bi daha izledim. konusu bir yana bana boksu sevdiren film. dayak atmak için değil tam tersine yemek için. bence bir insanin dayak yiyebileceği en güzel yerdir boks ringi. ağza, burna, göze ve karna seri yumruklar yemek. yere yığılmak. hakemin yanıbaşına gelip geri sayım yapması ve nakavt olmak yani yazik olmak. yeniden güzel bir hayata başlamak için sağlam bir dayak yemek lazım bazen. o yuzden yazarligi birakiyorum arkadaslar ben de. boksa basliyorum, zaten esnaflarin seri halde hayvan gibi dayak yedigi bir ulkede ne yazabilirim ki. hoscakalin.
  • siyah beyaz çekilmesi filmin belgeselvari bir atmosfer kazanmasına yardımcı olmuştur öncelikle, aralarda renkli görüntülerin 8 mm` :sanırım` ile bir sekans halinde verilmesi ve bu esnada la motta nın dövüşlerinden siyah beyaz foto kareleri görmemiz filmin bir açıdan objektifliğini sunmasına yardımcı olur . ama şöyle de bi durum vardır ki o renkli görüntüler peşpeşe ve hızlı kurguyla verilmiştir (ki önemsizlik duygusu atfedilmiştir böylelik) ve jake la motta nın hayatının dövüş hayatının kontrolü altında olduğunu gösterir izleyene.*

    filmin önemli bi sahnesi jake la motta nın haksız yere maç kaybettkten sonra joe pesci* nin önce sandalyeyi parçalaması, küfretmesi ve ardından jake in " karımı (vickie yi) evine götür, onla biraz ilgilen" dediği sahnedir.. bu sahne filmde bir dönüm noktası teşkil eder.. joey gittikten sonra, kamera jake ten, jake in baktığı aynaya doğru hareket eder, ve son kare jake in aynadaki görüntüsüdür.. jake in özel hayatının dövüşçü kimliğine (üstbenliğine-süperegosuna) yenildiğini ifade eder bu sahne.. o andan itibaren jake in hayatı boks ringine dönüşür.. slow motionlar boks ringinin dışına taşar.. tommy (mafya babası) konuşurken slow motion olur, vickie joey ve tommy vedalaşırken slow motion olur falan fıstık .. fakat slow motion ın asıl yeri boks ringinde dövüşe ara verildiği anlardır en başta .. güç topladığı, hırslandığı, saldırmak için beklediği anlarda scorsese slow motion kullanmıştır.. vickie, tommy ve ilerde joey ile ilgili bir çok sahnede bu teknik kullanılmış, jake la motta nın sürekli saldırmak, sürekli "güzel şeyleri yok etmek" üzre beklediği anlara tekabül etmiştir.

    o bahsettiğim ayna sahnesi abisine "yanımda küfürlü konuşma lütfen" diyebilen duygusal jake la motta nın çöktüğü, kaybolduğu, yerine kitlelerin vahşi eğlence anlayışının, ikiyüzlülüklerinin mekanikleştirdiği otomatik ve psikopatik jake la motta nın geldiği yerdir..

    jake la motta aslında kardeşinin (para) hırsına, azmine yenilmiş mazlum büyük kardeş figürüdür yalnızca.. kendisi de filmin sonunda on the waterfront (rıhtımlar üzerinde) un senaryosundan bir bölümle bu durumu deşifre eder aslında. jake la motta filmde kurbandır (bu tamamen scorsese nin başarısıdır), hayatı boyunca, hayatını idame ettirebilmek için çevresi ve yozlaşmış toplum tarafından savaşmak-dövüşmek zorunda bırakılmış, gerceklik algısını (neyin doğru neyin yanlış olduğu , ne yapması gerektiği konusunda en ufak bir fikri olmaması , asıl benliğinin gün yüzüne çıkamaması (bknz:hapishane sahnesi-"ben aslında iyi biriyim" ) yavaş yavaş yitirmiş (senkron bozuklukları), paranoyak olmuş, herşeyden şüphelenir duruma gelmiş ve filmin sonunda hayatın ve toplumun acımasızlığına yenilmiş bir şampiyondur..

    taxi driver da nasıl ki travis kendini bir kurtarıcı, bir kötülük temizleyici olarak görüyorsa (ki bunu veysel atayman vietnam gazisi olmasına bağlar- bilinçsizce "kötülük", kötülüklerin kaynağını bulma ve yok etme arzusu ) , burada da jake la motta yı bir boksör olarak kimin düşman kimin dost olduğuna karar veremeyen bir karakter olarak çizmiştir paul schrader..tıpkı ringte rakibin nerden vuracağını bilemediği gibi hayatında da herkesin bir yerlerden vurabileceği kaygısıyla yaşamıştır. ama burda mesela paul scharader ın muhafazakarlığı belli eder kendini .. misal jake la motta nın karısına duyduğu güvensizliği doğrularcasına vickie yi bir sürtük gibi konuşturur ya da joey den şüphelenmekte (karısıyla aldatmasa da, jake i kullandığı, kukla gibi oynattığı gerekçesiyle) haklı olduğunu gösterir (ki ben bunu en son kardeşine sarıldığı ve kardeşinin yüzüne bile bakmadığı sahneden çıkarıyorum) paul schrader.. ayrıca çok pis dayak yiyenlerin genellikle siyahlar olması da bence ırkçı bir tutumudur schrader ın .. taxi driverda da vardır bu ırkçı tutum .. kötülerle aynı kefededir siyahlar sanki schrader a göre..

    taxi driver a kardeş kadar benzer aslında bu filmin yapısı.. scorsese karakteri gene bir ikilemde bırakır seyirci gözünde.. kimisi mesela ben, karaktere acır ve kader kurbanı olduğunu düşünür, kimisi de bencil, egoist ve yaptıklarından sorumlu olarak ceza çekmesi gerektiğini düşünür. scorsese travis te yaptığı gibi burda da bir çözüm sunmaz..
    filmin sonunda oyuna çıkarken göbekli jake in ısınma hareketlerini aynada yapması ve ardından çıkan kör adamın şimdi görmeye başladığıyla ilgili yeni ahit pasajı jake in artık durumun farkında olup olmadığı hususunda tereddüte yol açar giderayak .. jake hala hayatını bir ring olarak mı görmektedir, yoksa artık alışkanlıktan mıdır o hareketleri, sahte, içi boş bir anımsama mıdır belli değildir..

    son olarak mesela 15 yaşındaki vickie ile evlenebilen jake, filmin sounda 14 yaşındaki kız yüzünden hapse düşer, kemerini* satar .. yine bir kadın yüzünden yine bir felaket gelir başına.. ironiktir, ama düşmancadır kadına karşı .. sübyan kötüdür, mature iyidir der scorsese kısaca..

    edi: bi de mesela, bu sikini kaldırtıp sonra suyla indirmesi ya da abisine zorla kendine vurdurması vardı ya, bu da jake la motta nın yaşamının bir tepkiden bir saldırıdan ibaret olduğunu gösterir, jake kendi kararlarını veremeyecek kadar acizdir*, hatta abisine en başta " git karımla ilgilen, " gibilerinden bi kaç kez demiş sonradan abisine "karımı becedin mi" diye sormuştur.. yani kendi kendini kurmak, hırslandırmak için başkalarını kullanır gibidir bir yandan jake la motta .. ya da bunu jake in kendini hiç tanıyamamasına da bağlayabiliriz rahatlıkla.
  • filmin şu en sevdiğim sahnesinde:

    müthiş seksapel vickie'yi (cathy moriarty) bir caz-club'da gören paranoyak kızgın boğa (de niro) bakışını sabitleyerek arzu nesnesini dikizlemeye başlar. ilk bakışta açı-karşı açı çekimin yapıldığı basit bir sahne gibi görünür. fakat kızgın boğa'nın portresine üç kez kesme yapan scorsese, devamında vickie'ye kesme yaptığı her planda onu daha yakından gösterir ve bu tam üç kez tekrarlanır. bu da yetmezmiş gibi slow-motion tekniğine başvurur. sarışın fıstık vickie ağır çekimde dikizlenmeye devam eder. caz müziği çalmaya devam eder. piyano vuruşlarının baskın olduğu hareketli müzik dışında (kızgın boğa'nın kardeşinin birkaç cümlesi hariç) ses işitilmez. dans eden enerjik kalabalık aradan çekilmiş, kızgın boğa ve vickie baş başa kalmış gibidir. ama bir terslik olur. dördüncü kesmede vickie'nin ensesinde orta yaşlı bir herif belirir ve yeniden kızgın boğa'nın portre çekimini görürüz. vickie'ye yapılan kesmede bu kez aradaki mesafe biraz açılmıştır. aynı anda kızgın boğa ile şunu düşünürüz: acaba vickie bu orta yaşlı adamla mı beraber? bu ilk görüşte aşkın lekelendiği tuhaf ve gizemli bir andır. nihayet yeniden kızgın boğa'nın portre çekimi yapılır ve karşı açı çekimde masadan kalkan vickie'i görürüz. deminki bir bozulum yaratan mesafe kapanmıştır. şimdi kızgın boğa ile birlikte şunu düşünürüz: her ne olursa olsun vickie benimdir! ensesinde bir gölge gibi beliren şu orta yaşlı mafyatik kılıklı herife rağmen!

    bu kısa dalgalı sahne filmin beni sarhoş eden o çok özel anlarını içerir. scorsese hitchcock'a eisenstein'dan devrolunan ve az evvel sözünü ettiğim, açı-karşı açı çekimde bakan ve bakılan arasındaki mesafenin sürekli kapandığı şahane tekniği kullanarak bizi görsel olarak belli belirsiz yaşanan bir güç oyununun içine çeker ve cinsel rekabetin ve etkilenim noktasının boyutlarını gösterir. nitekim film de esasen güç, güç sarhoşluğu, rekabet, bastırılmış (eş)cinsellik, sado-mazoşizm üzerine enstantaneler içerir. özetle; şahane film, şahane bir sahne! çok yaşa scorsese!

    not: lauren bacall ile veronica lake ekolünden buğulu sesli fıstık cathy moriarty aynı zamanda faye dunaway'i çağrıştırır. belki de şimdiye dek bir scorsese filminde oynamış en güzel kadın!
  • martin scorsesein siyah beyaz çektiği film.boksor jack la mottanın kendi ağzından anlattığı şampiyonlukdan bar komedyenliğine uzanan yaşam hikayesi.robert de niro bu filmdeki rolu için boks dersleri aldı çekimler sırasındada kendini rolüne fazla kaptırarak joe pescinin kaburgalarından birini kırmıştır ve robert de niro rolü içinde doktor kontrolünde 20 kilo almıştır.oscarıda fazlasıyla haketmişti zaten...
  • filmle ilgili ilginç anekdotlardan biri de rolüne hazırlanmak için gerçek boks maçlarına katılan robert de niro'nun katıldığı 3 maçtan ikisini kazanmış olmasıdır.
  • robert de nironun elde etmek istediği kızla olan diyalogları açısından taxi driver la çok benzeştiğini düşündüğüm harika film.
  • --- spoiler ---

    la motta çıktığı bütün maçlarda öfkesini boşaltan, rakiplerini yeteneğiyle değil öfkesiyle yenen bir boksördür. öfkesi sadece ringlerdeki rakiplerine yönelik değil, etrafındaki herkes bu öfkesinden nasiplerini alır. hemen başlarda (ilk) karısıyla etin pişirilmesi konusunda tartışır ve bu tartışmadan rahatsız olan komşusuna tehditler yağdırır. bütün bu öfkenin yanı sıra, la motta etrafındakilerin kendisini aldattıklarına dair ciddi şüpheler taşımakta ve bu korku öfkesini daha da beslemektedir. kısacası adından mülhem le motta kızgın bir boğadır.

    la motta’yı etrafındakilerden böylesine kuşkulanır hale getiren (öfkelendiren) nedir? bu sorunun cevabını film kendi başına vermez. kilosunu sürekli kontrol altına alma çabası, istemediği halde kilo almaktan kaçınması öfkesinin biyolojik nedeni olabilir. fakat bu biyolojik neden öfke ve etraftan kuşku gibi iki önemli semptomu açıklamaz, o yüzden daha farklı bir nedene la motta’nın baba figürü ile olan ilişkisine bakmak gerekir. babanın bahsi geçtiği tek sahne la motta’nın kız arkadaşı vickie’yi babasının evine götürdüğü sahnedir. baba ortalıkta yoktur, la motta’nın dediğine göre alışverişe gitmiş olması gerekir. bunun dışında babanın bahsi geçmediği gibi film boyunca babayı göremeyiz. fakat problem şurada, la motta yeni tanıştığı kız arkadaşını babasına tanıtmayı bu kadar önemsediği halde, sonraki süreçte neden baba tekrar karşımıza çıkmaz? zaten evdeki “ölü kuş” aslında babanın hiç olmadığını söylüyor gibidir. abisi joey’in tommy ile arasındaki konuşmada tommy’nin “o çocuğu sokaktan alıp bu günlere getirdim” demesi de dikkat çekicidir. dolayısıyla baba figürünün eksikliği ile karşı karşıyayız. bildiğimiz biyolojik baba filmde yoktur ve bu yüzden babanın temsil ettiği başka otoritelere bakmak gerekir.

    biyolojik babanın olmaması, la motta’yı etrafındakilere karşı kuşku duyar hale getirmiştir. baba yokluğu nedeniyle kendi kişiliğini geliştiremeyen la motta, hayata karşı sürekli kuşkulu bir tavır takındığı için ona karşı öfkelidir de. tek mutlu olduğu an ondan öfkesini çıkarabildiği ringlerde geçirdiği zaman dilimleridir. eğer erkek kardeş figürü olmasaydı la motta’nın öfkesine dair bunları söylemek fazlasıyla makul olacaktı. fakat la motta için erkek kardeşi joey, babanın yerine ikame edilen bir figürdür ve hayata dair güveni (kuşkunun baştan savıldığı anları) onun üzerinden inşa etmiştir. burada sorun joey’in sadece ikame edilir oluşudur, la motta ona öykünemez (çünkü öykünme dönemlerini çoktan geride bırakmıştır) ve onun üzerinde (onu taklit ederek) kendi kişiliğini kuramaz. kendi güven duygusunu geliştiremediğinin ve bunu joey üzerinden gerçekleştirdiğinin farkındadır. o yüzden joey’in kendisi için çizdiği rotayı sürekli sorgular.

    la motta ve joey arasındaki bu ilişki la motta’nın vickie için joey’e “sen vickie’ye göz kulak ol” dediği sahneye kadar devam eder. le motta ne kadar sevse de, vickie’ye dair kuşkusunu bütünüyle üzerinden atamaz ve onu zaten güven meselesini kendisi adına halleden joey’e emanet eder. böylelikle gündelik hayatına devam edebilir. joey elinden geleni yapar, hatta copa’nın yerinde vickie’yi eski arkadaşları arasından kavgayı göze alarak çekip çıkarır. fakat bu yapabileceği en büyük hatadır, yaşananları görmezden gelip olaya müdahil olmamayı seçseydi, la motta’ya yalan söylemek zorunda kalmayacak ve kendini la motta için bir güven merkezi olmaktan çıkarmayacaktı.

    la motta o gece yaşananları joey’e sorduğunda joey’ın ısrarla yalana başvurması güven ilişkisini alt üst eder, çünkü la motta’ya “öyle dememişlerdir.” joey’in yaşananları ısrarla saklamasını la motta’yı erkek kardeşinin vickie ile yattığını düşünmeye kadar vardırır. joey’in “ben kardeşin değil miyim? bana inanman gerekir.” şeklindeki tüm ısrarlarına rağmen la motta’nın güveni geri gelmez. artık salt öfkesi ile kalan la motta vickie’nin odasına çıkar ve ondan istediği sadece söylediklerini onaylamasıdır. vickie kardeşiyle yatmadığını söylediğinde ona inanmazken, onunla hatta tüm sokakla oral seks yapmış olması kendisine inandırıcı gelir. koşar adımlarla öfkesini dökebileceği kardeşine gider ve joey’i iyice hırpaladıktan sonra evine döner.

    fakat bu sefer babasını ikame ettiği kardeşini kaybetmiştir ve yerine yeni birisini bulmak zorundadır. evden ayrılmak için eşyalarını toplayan karısına sarılır ve ona “sen ve çocuklar olmazsa ben yaşayamam” der. yeni güven kaynağı artık karısıdır. fakat problem hayatla olan bağlantısını artık bir erkek üzerinden değil de bir kadın üzerinden kurmaya başlamasıdır. bu onun erkeksi hırçınlığını elinden alır ve son maçında inanılmaz dayak yemesine rağmen tek bir karşılık bile vermez. kızgın boğa yerini, bir kenara çekilip rutin bir hayat sürdürmek isteyen feminen bir erkeğe bırakmıştır. kendi barını açar, karısı ve çocuklarıyla mutlu bir hayat sürdürür. artık yeni mutluluk kaynağı öfkesini boşaltabildiği ringler değil, karısı ve çocuklarıyla havuz başında eğlenmektir.

    fakat karısı vickie onu terk ettiğinde yeniden problemler başlar. ikame edecek yeni birisi bulmak zorundadır ve yıllar sonra yeniden erkek kardeşine döner. fakat joey eskisi gibi bu işlevi üstlenmekte isteksizdir. la motta kendisine ait olmayan gece kulüplerinde stand-up yaparak hayatına devam eder. son sahnede yaşadıklarının tüm suçlusu olarak onu sokaktan kurtaran adamı işaret eder. babasının yerini ikame etmesi gerek kişi oydu, onun bu görevi atlaması la motta’nın hayatını alt üst etmiştir, la motta farklı bir üslupla bütün bunları dile getirir;

    “suç sendeydi charlie. sen benim kardeşimsin. bana göz kulak olman gerekirdi. hiç değilse biraz olsun benimle ilgilenmen gerekirdi. bir avuç paraya beni satmayıp çıkarımı, iyiliğimi düşünmeliydin. anlamıyorsun. nitelikli biri olabilirdim. yarışta ön saflarda yerim olabilirdi. önemli biri olabilirdim. şimdiki gibi aptalın biri olmak yerine. açık konuşalım charlie. suç sendeydi. suç sendeydi.”

    “bana bir sahne verin ki, kızgın boğa öfkesini dökebilsin.”

    (bir de eklemek gerekir, kadına karşı şiddet insanoğlunun en iğrenç eylemlerinden biri, saf iktidarın en belirgin şekilde gün yüzüne çıktığı bir andır. robert de niro böylesi bir şiddeti ekrana taşıyan en iyi aktörlerden biri, daha sonra this boy’s life’da da benzer bir rolü üstlenecektir. bu eylemin sinemada görünüyor olması bir yönüyle tehlikeli; erkeğin acıma güdüsünü harekete geçirdiği için iki cins arasındaki hiyerarşik ilişkinin güçlenmesine katkıda bulunuyor. bir yandan da erkeği kendi iğrenç tarafıyla yüzleştirerek kendinden utanmasının önünü açıyor, dikkat etmek lazım bu konuda acıma ile utanma arasındaki sınır çizgisi çok ince.)

    --- spoiler ---
hesabın var mı? giriş yap