• alıntıdır:

    mustafa kemal, refik halit karay ile anlaşamazdı. refik bey de mustafa kemal’i sevmezdi. hep kendisine muhalifti. soy adı kanununa müteakip gazi paşa,refik beye “karay” soy adını vermiş ve kendisine "hayatın boyunca bana hep ters gittin,sana soy adını da tersten veriyorum" demiştir.
  • üç nesil üç hayat kitabında geçmişten (1800’lü yılların sonu) 1940’lı yıllara uzanan istanbul ve anadolu’nun kültürünü anlattığı kitabında özellikle yemek kısmı çok ilgi çekiciydi. çorbalar, ekmekler, etleri ve pişirilişini anlatıyordu. hiç sevmem ama bir kabuska tarifi veriyordu. hayalimde canlandı. büyükçe bir lahananın ortası bıçakla dikkatlice çıkarılır. laha parçalanmaz. o boşluğa terbiyelenmiş yağlı et konur. çok az su ile fırında bütün lahana içindeki etlerle tıkır tıkır, yavaş yavaş uzun sürede pişer. çıktığında dağılmış ve iyice pişip ilik olmuş lahana ve ettir artık.
  • 1919'da yayımladığı, türk öykücülüğünde yeni kapılar aralayan memleket hikayeleri'nden sonra ziya gökalp ve ömer seyfettin tarafından "istanbul türkçesini en iyi kullanan yazar" sıfatı atfedilen yazarımız. sâmi banarlı'nın refik halid karay hakkında söylediği söz, karay'ın bu sıfatı ne kadar hak ettiğini özetler: "onun zeki ve usta kaleminden, ışıklı bir hareket güzelliği ile raks eder gibi dökülen duru ve şeffaf nesir, dili, yirminci asır türkçesinin 'örnek dili' olabilecek derecede güzel ve sağlam bir mimariye sahiptir."
  • 150'liklerden diye biliyorum kendisini.
  • kelime dağarcığı, olay örgüsü kuvvetli yazarlarımızdandır.

    osmanlı yanlısı düşüncesiyle eleştirilendir.

    kadınlar tekkesi ile, din adı altında yapılanları sergiler. nilgün serisi ile osmanlı-türk kavramlarını irdeler, ikinci dünya savaşını kurgunun fonunda canlandırır.

    türkçeyi iyi kullanma konusuna tam katılmıyorum; ama zengin farsça, arapça, fransızca ve ingilizce bilgisini türkçenin içerisine ustalıkla yerleştirendir.
  • "insan, ne olsa, kendi halinden, kendi sıfat ve mesleğinden memnun olmuyor. bir gün geliyor ki ruhunda dayanılmaz, bastırılmaz bir arzu duyuyor: değişmek, sanat ve mesleğini tebdil etmek! zaten gözümüz daima, en yüksek makamlarda, en şöhretli mevkilerde bile başkasının işinde, başkasının yaşayışında, komşunun kümesiyle tavuğunda değil midir? bir doktor tasavvur ediniz ki şöhreti afakı tutmuş olsun, muayenehanesi mahkeme kapısı gibi her saat dolu bulunsun, aldığı parayı sarf etmekle bitiremesin, sorunuz, size ya rüsumat (gümrük idaresi) müdürlüğünde yahut da şehreminliğinde gözü olduğunu söyler!
    biri hukuktan çıkar, hariciye memurluğuna göz diker; diğeri tıbbiyeyi bitirir, aktörlüğe özenir... hülasa insanlar daima olduklarından şikâyetçi, olamayacaklarına hırslı, bir eza, bir üzüntü ile ömür sürerler; hiddetli ve kindar, gözü başka yerde, mütehassir ölürler.
    değişen ne olursa olsun! ...
    "ne iş yapabilirsin efendi?" sualine cevabı daima:
    "her ne olursa efendim! " dir.
    "eh, gel, haydi seni elektrik mühendisi yaptım!"
    "baş üstüne, teşekkür ederim, yaparım efendim!"
    bizde nereye, ne zaman, ne yaşta, ne şeraitle çağrılsak:
    "hayır, yapamam, gelemem!" demek, aczini itiraf etmek, mazeret göstermek adet değildir, hatta galiba, ayıptır da... ille ikbal mi? kaç gün sürecek, ne netice verecek, neye mal olacak? sinnine uygun sıhhatine müsait, kesesine muvafık mı? bunu düşünmeyiz, hatırımızdan geçirmeyiz.
    iş bir şey olmakta, olduğundan başka bir kalıba dökülmekte! mütarekeden beri mesnedi duyunca ne ölüler canlandı, mezarlarından kalktı; ne cenazeler dirildi, ayaklanıp yürüdü, ikbal ne hastalara şifa, ne dertlilere deva oldu... sık sık atışını şaşıran yüreklerle, sarsak bacaklar, titrek eller, sönük gözlerle, neler geldi, neler geçti, ne işler görüldü, neler döndü? ben, hatır ve hayalden geçmeyen neler oldum, sen ne yerlere geldin, o ne mevkilere geçti? hep değişmek, olduğundan başka bir şey olmak merakıyla böyle, ne ömürler tükendi, ne şöhretler kirlendi, ne zekâlar söndü!"

    ago paşa`nın hatıratı, refik halid karay
    sayfa 106 - inkılap kitabevi
  • bugün 138. doğum günü olan yazar.
  • "parasız kalmanın dehşetini duymamış adamlar, harp ateşini tatmamış askerlere benzerler" cümlesinin sahibi yazar.
  • rahmetli farkında olmadan türk harp tarihini değiştirmiştir. mustafa kemal'in istanbul hükümeti ile meşhur telgraflaşmaları vardır. istanbul hükümeti ile mustafa kemal devamlı birbilerine ince ince laf ebeliği yapar. gel gör ki, mustafa kemal'in istanbul hükümeti ile konuşuyorum diye günlerce konuştuğu kişi o zamanın posta ve telgraf bakanı refik halid bey'den başkası değildir. mustafa kemal paşa, bu stalklaşmanın sonunda istifa karar almıştır. yanisi, refik halid bey farkında olmadan mustafa kemal'in şahsında milli mücadeleye sivil bir meşruiyet kazandırmıştır.

    eyvallahsız bir ankara hükümeti düşmanıdır. milli mücadelenin en çetin günlerinde "patlıcan meselesi" diye bir yazı yazıp, bütün yazı boyunca lezzetli patlıcan yemeği tarifi verip yazıyı şu satırlarla bitirir "tam bağımsızlık milli and milli mücadele gibi kulakta iyi tınlayan ama içi boşluktan tıngırdayan bu ifadelerle kendimizi meşgul etmektense patlıcan meselesi üzerine eğilmek daha iyidir". bununla da yetinmez, bakanlığı boyunca tüm enerjisiyle ankara hükümetine giden para ve malların engellemesi için aktif olarak uğraşır. kendince haksız değildir tabii. şimdi anlaşılmaz şekilde saklanıp çarpıtılsa da, sakarya meydan savaşına kadar değil osmanlı paşaları ve istanbul hükümeti, anadolu halkının büyük çoğunluğu bile zafere falan inanmıyordu. herkes bu işlere kalkışanın ittihatçı artığı beceriksizler olduğunu, bu mücadelenin nafile olduğunu düşünüyordu. anadolu'da bize anlatılanın aksine ordu namına bir şey yoktu, olanlar çerkez ethem, demirci efe gibi eşkiyaların düzensiz askerleriydi. öyle ki, ethem'in muhatabı ordu falan değil, doğrudan mustafa kemal paşa idi. bunlar falih rıfkı atay'ın, yakup kadri karaosmanoğlu'nun falan hatıralarında açıkça yazar, şimdi neden saklanır? orasını bilemem.

    başkomutanlık meydan savaşı kazanıldığında ali kemal, damat ferit, sait molla gibi karakterlerle birlikte hem ankara hükümetinin hem mücadeleyi destekleyen halkın en nefret ettiği kişilerden biridir. haber geldiğinde üzülür ve korkar, hatta arkadaşlarının tavsiyesiyle ingiliz konsolosluğuna sığınır. konsolosluk, bir gün sonra tüm sığınmacıları gemi ile tahliye edeceğini söyler. konsolosluktayken canı sıkılır kendini dışarıya, peradaki meyhanelere atar. atar ama, kendisinin ali kemal ve diğer ankara hükümeti düşmanları ile birlikte fellik fellik arandığından haberi yoktur. meyhanede karşılaştığı arkadaşlarının telkini ile bir kaç tek atıp tekrar geri döner, ülkeden bir ingiliz gemisi ile kaçar.

    öyküleri ve romanları enfestir. türk edebiyatında sayılı olacak kadar duru ve özgün bir türkçesi vardır. yazarlığa tam olarak konsantre olmadığı halde bu seviyesi bile yaşar kemal, sabahattin ali gibi yazarlar ile rahatlıkla yarışır. tek hatası, o zaman yanlış ele oynaması olmuştur. bu hata hem kendi gençliğine hem de türk edebiyatının eşsiz bir üyesinden mahrum kalan türk insanına mal olmuştur. herkes kendi kararları ile yaşar. allah günahlarını affetsin, mekanı cennet olsun.
  • memleket hikayeleri ve gurbet hikayeleri gibi şaheserlerin yanında gözden kaçan mükemmel bir aşk romanı vardır: yezidin kızı. ezidi bir hanımefendinin ana karakter olduğu ve refik halid'in her zamanki gibi duru türkçesini konuşturduğu bu romanı biraz gözden kaçmıştır ama üst düzey bir eserdir.

    kendisinin başlarda milli mücadele'ye ve mustafa kemal paşa'ya muhalif olmasının sebebi çok basittir: refik halid karay sıkı bir hürriyet ve itilaf taraftarıdır. ittihadçılar ve itilafçılar her fırsatta ama her fırsatta birbirinin gözünü oymaya çalışmıştır. kim iktidar olursa karşı tarafa zulüm olmuştur. mustafa kemal paşa ve arkadaşları da ittihad ve terakki kökenlidir. refik halid de normal olarak bu ittihadçılar yine başa gelirse bizi mahvederler diye düşünmüştür. zaten birinci dünya savaşında hezimete sebep oldular ve başları kaçtı bunların farkı ne olabilir ki demiştir. kendince başlarda haklıdır. zaten 150'liktir. sonra hatasını anlayıp af dilemiştir.
hesabın var mı? giriş yap