• okudum, çok okudum, bu kitabı bilirim hacılar.

    bir insanın kalemine göre edebi değeri olduğu kesin. platon olmasa da iyi bir felsefeci said nursi, insan psikolojisini çözmüş. bir zir delinin yazısı değil.

    15 sene önce babamın vizyonsuzluğu ve şuursuzluğu yüzünden 6-7 ay okuyucular dedikleri tayfanın süleymaniye'deki suffa denilen evinde kaldım.

    eve ne gazete ne dergi giriyordu. televizyon bilgisayar falan zaten şirkin tillahıydı. fetocüler bile bunların yanında avrupai kalıyor. varsa yoksa risale.

    içlerinde kalbi çocuk kadar temizleri vardı.

    birgun ders çalışırken mp3 dinleyim dedim, candan ercetin çalıyor, abi daldı odaya, sesi duydu . beni içerde 3 zenci ile orgy yaparken bulsa adam bu kadar şok olurdu. kadın sesi dinliyordum. adamın gözleri doldu, buna gerçekten inanarak üzüldü ve bu adam hukuk fakültesi okuyordu. hakim olduğunu duymuştum.

    5 katlı komple bina onlarındı. alt kat yemekhane üstlerinde mertebelerine göre vakıf denilen hiç evlenmemiş adamlar, en üstte de talebeler yani biz vardık.

    sürekli risale okunur, esnafından işitme engelilere kadar ceşitli gruplara sohbet yapılır bol çay içilirdi.

    evde eşofmanla bile gezmek yasaktı, kumaş pantalon gömlek default kiyafetti. sarık ve cübbe ekstra mana puanı kazandırıyordu. ilk gün eşofmanla gezdim diye ne travma yaşatmıştı yavsak nizam abi.

    mesela sali akşamları esnaf gelirdi, çok kalabalık olurdu, toplanıp gitsek bigün çok değişik şeyler görürsünüz.

    anlatsam çok maceralar vardı oralarda ama uzatmayacagim, konu risale-i nur denilen zirvalik. abilerin beni lanetlediklerini biliyorum da göte göt demek lazım erenler.

    her namazdan sonra bir saat okurduk, akşamları birer saat okumamız vardı. hiçbir şey anlamazdim. biri sohbet yapıp anlatırsa hoşuma giderdi.

    bir kere çok net said nursi kendini seçilmiş kişi olarak görüyor , peygamberin ahir zamandaki elçisi, dinin guncelleyicisi yani mucedditlik iddiasinda.

    yok öyle demez de çok mutevazi de bilmem ne mevlana şimdi gelse risaleyi yazardı, ben de onun zamanında gelsem mesneviyi yazardım diyor adam. bu ne demek, allah beni seçti gönderdi demek.

    zaten kitabı allah'ın yazdirdigina inaniyorlar, müritleri kitabı kutsal görüyor, üstad bizim için gerekli olan imani konularla ilgilenmiş, miras ayetlerinden bize ne diyorlar.

    aslında kendilerini risalenin tefsir olduğuna inandirmis gibi gösteriyorlar. en temelinde de kendilerinin seçilmiş ahir zaman elçileri, tebligcileri olduklarını sanıyorlar.

    yazar bu kitapların içeriklerinin kalbine indirildiğini ve yazdirildigini söylüyor. mesela 17. sözdü sanırım bu risale kalbime farsça zeyledildigi için farsça nesredildi diyor.

    kapısına her sorulana cevap verilir hiçbir soru sorulmaz yazdığı ve bunu başardığı, arada imam ebu hanife ile falan peygamberler meclisinde takıldığıni söylüyor.

    said nursi'nin hapishanelerde defalarca zehirlendiğini ama ölmediğini belgelerle ispat etmeye çalışıyorlar. buna gerçekten inanmislar.

    risaleleri hergün okuyan, okuyamasa bile kapağını bile kaldiranın imanınin kurtulacagi dolasiyla cennete gireceği iddiasindalar.

    bir tür sapkınlık risale-i nur denen deli sacmalari. umarım insanların gözleri açılır yoksa çok ibretlik durumdalar.
  • risale-i nur, yazıldığı dönemde de pek az kimse tarafından okunup "anlaşılabilir" idi. çünkü, said-i nursi'nin bunları kaleme alırken kullandığı dil, osmanlı'nın o dönem kullandığı günlük konuşma dilinden çok uzaktı.

    risalelerde kullanılan dili aslında osmanlının son 500 yılında din adamlarının "sadece kitaplarında" kullandığı türkçe-arapça-farsça karışımı dil ile karşılaştırabiliriz. nedendir bilmem, insanlar o günlerde konuşma dilini pek kullanmazdı. hoş, son dönemlerde özellikle edebiyat yazınına arapça ve farsça'nın yanında bir de fransızca cümleler de girmiştir. onu da atlamamak lazım.

    neyse, bu dil nasıl bir şey? yeni nesle anlatalım:

    şimdi arapça veya farsça bir kelime alırsınız ve bu kelimeyi kullandıktan sonra türkçe bir fiil veya sıfat eklersiniz. örneğin: "acı çekmek" demek dururken, müteellim kelimesini alıp; "müteellim olmak" dersiniz.

    bu size bir şey hatırlattı mı? evet, bugün yapanı gördüğümüzde türkçe gönüllülerinin taş ve sopayla kovaladığı "push etmek" kalıbı ile şey. yani; forwardlamak, print etmek vs vs... bugün mesela push etmek diyene nasıl; "olm, niye desteklemek veya zorlamak" demiyorsun diye eleştiriyorsak, o günlerde de "müteellim olmak" kalıbını kullanan said nursi gibileri "niye türkçe yazmıyor" diye eleştirenler de vardı elbette.

    haaa push etmek kalıbını kullanan ve hepimizin "gıcık" olduğu insan tipinin de bahanesi hazır; "abi desteklemek tam karşılığı olmuyor" deyiveriyor. aynen said nursi hayranlarının; o çok ağdalı, kendi devrinin insanına bile çok ama çok uzak yazı dilini "meramını başka türlü anlatamazdı, türkçe yetersiz kalır" diye savunması gibi.

    özetliyorum; risale-i nur, ne bugün, ne de yazıldığı dönemde halkın okuyup birşeyler öğrenebileceği bir eser değildi.

    yazılışının tek amacı, din adamları sınıfının varlığını korumaktır. çünkü, burada yazan bu anlaşılmaz dili anlayabilmek için o din adamı sınıfına ihtiyaç var. bugünkü "nurcu" hocaların ve "modern şeyh"lerin varlığı da bu sayede mümkün...
  • said i nursi "kurandan süzülmüştür" der ki meraklara gark olur deli gönül. yani kuran posalı bir şey de içinden bir şeyler mi süzülüyor? peki geride kalan tortu mu?
    (bkz: tovbe estagfurullah)
  • üniversite yılları, kasabadan bozma bir ilçede (sözde) üniversite okuyoruz. üniversite demek araştırma, tartışma, gelişme demektir ama bunların hiçbiri bizde yok, liseden bozma bir binada lise öğrencileri gibi derslere girip çıkıyoruz sadece.

    e kanımız da deli akıyor, sorgulamak ve öğrenmek istiyoruz bir şeyleri. koca fakültede cemaatler ve tarikatlar dışında bulabileceğiniz bir etkinlik yok (40 yılda bir dandik bir şair getirirler, 100 kişinin zor sığacağı konferans salonunda saçmalamalarını dinlersin biter). en yakın arkadaşım da alevi o sıralar, sanki doğuştan bağlama çalma yeteneği var gibi. nota bilmez ama ömründe ilk kez duyduğu şarkıları bile çaldırırım arada (rammstein du hast gibi). işte böyle bir ortamda kendi aramızda (aslında felsefecilerin zamanında cevap aradığı ama bizim haberimizin bile olmadığı) konuları tartışır dururuz kendi aramızda. (senin gördüğün renkle benim gördüğüm renk aynı mı vs). bu arkadaş da tasavvufa merak sardı böyle bir ortamda. sürekli tasavvuf üzerine okuyor, hurufilikten tut adı duyulmamış nice akımı araştırıyor.

    dedim ya koca fakültede cemaat ve tarikatlar dışında insanların bir araya gelebileceği bir oluşum yok. bu kadar tasavvufa dalınca, (okuduğu kitaplardan ötürü de olsa gerek) bu arkadaş hepsinin dikkatini çekmeye başladı. ne zaman toplantı (sohbet) yapacak olsalar onu da davet ediyorlardı. (süleymancılar hariç, zira onlar kapalı kutu gibiydi). o dönem varlığından bile haberdar olmadığımız furkan vakfı'nın bile örgütlenmeye çalıştığını bu yolla öğrenmiştik. arada destek için beni de çağırırdı, gönülsüz de olsa eşlik ederdim (her seferinde pişman olsam da). mesela adana'dan liderlerinin (şıhlarının, artık adı her neyse) bir talebesi konuşma yapmaya gelecekmiş, çok değerli ve bilgiliymiş vs diye yine davet ettiler. günün sonunda fakülte temsilcileri olan gençle o dönem yaşanan bir karadul saldırısı hakkında konuştuğumuzu hatırlarım. (bkz: #18663202)
    sivillerin ve bebeklerin de öldüğü bu saldırıyı savunduklarını görünce vermiştim notlarını.

    işte bu koşullar ve ortam içinde yine bir gün fethullahçıların yurduna çağrıldı bizim arkadaş. beni de yanında götürmek istedi ama reddettim sıkılırım diye. o gün yine risale-i nur okunmaya başlayınca bizim arkadaş da dayanamayıp patlamış: "neden hep risale okuyorsunuz ki? bir kere de böyle bir ortamda kuran okuyun, onun üstüne konuşalım". cevaben de: "bu zaten kuran'ın tefsiridir, kuran'ı okumak gibidir" dediklerinde bizimki patlatmış bombayı: "o zaman kuran'ı okumaya hiç gerek yok. allah kuran'ı boşuna göndermiş, biz hep risale okuyalım. nasılsa said nursi kendini allah'tan daha iyi ifade edebiliyor". "e işte kem küm, biz sıradan insanlar kuran'ı tek başına anlayamayız, said nursi bu yüzden bizim rehberimizdir". bizim arkadaş da cevaben kuran'ın apaçık indirildiğini söyleyen ayeti söylemiş, onların bozulan suratları eşliğinde dışarı çıkmış. sohbetlerine daha da çağırmadıklarını söylememe gerek yok sanırım. ama arkadaşımın o günkü davetini reddettiğim için hâlâ pişmanlık duyarım, o suratları o şekilde göremediğim için.

    küçük bir internet aramasında bu konuda şöyle bir savunma buldum az önce. gazetenin ekşideki başlığına baktığımda da nurcu olduklarını öğrendim. tefsir

    tek taraflı bir saldırı yapmış olmamak için bu yazının linkini de ekliyorum ama kendi görüşlerimi de söylemek isterim. yayılmacı olan ve genellikle de çıkar grubu olarak niteleyebileceğimiz bu tarikat-cemaat yapılanmaları insanları kuran'dan koparıp bir insanın kaleminden çıkmış kitaplara mahkum etmeye çalışıyor. böylece kendi inancını ve görüşünü ortaya koyamayan insan sürekli olarak bu cemaat-tarikat yapısına muhtaç kalacaktır. risale-i nur bu amaçla mı yazılmıştır bilemem ama bu amaçla kullanıldığı aşikar. bir insanın yazdığı hikayecikleri kutsal kitabının üzerine koyanları da hayretle izliyorum. bir adamın yazdıklarını hatasızmışçasına kabullenmek komik geliyor.

    edit: bu kadar gereksiz anıyı neden anlattığıma gelince... insanların bu tür yapılara girmesinin sebebi devlettir demeye çalışıyorum. üniversitelerde öğrencilerin açlığını giderebilecek bir tartışma, araştırma ortamı yok. varsa da sayılı birkaç üniversiteden ibaret. hele hele bahsettiğim gibi ilçelerde olan fakültelerde öğrencilere iki seçenek sunuluyor. ya kahveye gidip okey oyna ya da tarikata gidip onların zırvalarını dinle. benim gibi kütüphanede ağzının tadına göre kitap kovalayan asosyaller de vardı tabi ama o da ne derece sağlıklı bilemem. sonuç olarak: bu kadar üniversite mezunun olduğu bir ülke neden bu kadar geri kalmış diye soruyorsanız cevabı biraz da burada.
  • içine edilse yerden toz kaldırmayacak kalitede ipe dizilen külliyat.

    meteormuş, kibire gel hele.

    zöe: zoruna mı gitti şakirt. (bkz: #32226033)
  • takipçileri tarafından kurandan nedense ileri tutulan kitaplardır. kimse bunu kabul etmese dahi ışık evlerinde kuran'ın okunup yorumlandığı görülmemiştir. beynimizde yeni kapılar açacağı zannı ile bu kitaplar okunur ki kafa karıştırmaktan başka bir işe yaramamaktadır. kuranda apaçık anlatılan şeylerin saçma sapan benzetmeler ve hikayelerle karışık bir halde aktarılması ve anlaşılabilirliği için abi(!) lerin tercümesinin gerekliliği cemaatte hiyerarşik bir yapının oluşmasına yardımcı olur.

    adamın biri bir kuyuya düşmüş, kuyunun ortasında bir dal varmış, dalın iki tarafından kurtlar yemekteymiş. vs vs. efendim burada kuyudaki adam imanı, dal namazı, kuyu dünyayı sembolize etmekteymiş vs. vs. böyle ağdalı ve gereksiz karışıklıkta paragraf cümleleri lise öğrencisine okutursan abi(!)sinin dediğinden çıkmayacak kadar ebleh bir nesil yetiştirmek kolaydır.
  • çocuklar için çok ağır bir dili var allahtan.

    edit: çocuklar için sadeleştirilmiş halini yapmışlar tüh.
  • said nursi efendinin maceralarını anlatan bir manga serisi.
  • cemaat icinde kuran'i kerim'den once gelen kitap. bir de hiristiyanlari elestirmiyor mu su bizim muslumanlar bayiliyorum valla.

    muslumanlarin matta incil'i.
  • turkiye'yi ikinci dunya savasindan koruyabiliyor, rusya'ya meteor dusurebiliyor ama yasaklatilmasina engel olamiyor.

    nurcu kafasi nefis bir seymis. boyle boyle dogal seleksiyonlara gelecekler, inaniyorum.
hesabın var mı? giriş yap