• herhalde en bilineni şu sözdür:

    güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.
  • teyzesi defterdar olan faytonla damda dolaşır

    hababam-ül sınıf | 1974
  • üstad, kediyi sıvazladıkça kedi 'ya rahim, ya rahim' diyordu.

    bidayette hır hırları arkasında "ya rahim" fark edilir. git gide hır hırları, mırmırları aynı "ya rahim" olur. "yâ rahîm, yâ rahîm" ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. evet, hazin mırmırlarını dinlesen, "yâ rahîm, yâ rahîm" çektiklerini anlarsın. kedi bahsi geldi, tavuğu hatıra getirdi. bir tavuğum var...

    mektubat | on altıncı mektup | 70

    gerçi kediler sıvazladıkça "heh şöyle yarahim, birazda şurdan sıvazla" demişler gibi geldi bana ama fabl olunca insan mantık aramıyor tabi. nihayetinde la fontain'e kargayla tilkinin peynir yediğini nerde gördün pezevenk diye soramıyoruz. kedi canını senin.
  • "mâdem risâle-i nur, bu mu'cize-i kübrânın elinde, bir elmas kılınç hükmünde hizmetini göstermiş; ve muannid düşmanlarını teslime mecbur etmiş; hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyâtı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda, hazîne-i kur'âniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka mehazı ve mercîi olmayan ve bir mu'cize-i mâneviyesi bulunan risâle-i nur, o vazifeyi tam yapıyor. ve aleyhindeki dehşetli propagandalara ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış ve dalâletin en sert kuvvetli kalesi olan tabiatı, tabiat risâlesi ile parça parça etmiş ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde, asâ-yı mûsâ'daki meyvenin altıncı meselesi ve birinci, ikinci, üçüncü, sekizinci hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp, nur-u tevhidi göstermiş.

    ** elbette, bize lâzım ve millete elzemdir ki: şimdi resmen izin verilen din tedrisâtı için, hususi dershâneler açılmaya izin verilmesine binâen, nur şâkirdleri, mümkün olduğu kadar, her yerde küçücük birer dershâne-i nuriye açmak lâzımdır. gerçi, herkes kendi kendine bir derece istifade eder; fakat herkes herbir meselesini tam anlamaz. imân hakikatlerinin izahı olduğu için, hem ilim, hem mârifetullah, hem huzur, hem ibâdettir. eski medreselerde beş on seneye mukabil, inşaallah nur medreseleri beş on haftada aynı neticeyi temin edecek; ve yirmi senedir ediyor.

    hem hükümet, bu millet ve vatanın hayat-ı dünyeviyesine ve siyâsiyesine ve uhreviyesine pekçok faydası bulunan bu kur'ân lemeâtlarına ve kur'ân dellâlı olan risâle-i nur'a, değil ilişmek, belki tamamıyla terviç ve neşrine çalışmaları elzemdir ki, geçen dehşetli günahlara keffâret ve gelecek şiddetli belâlara ve anarşîliğe karşı bir set olabilsin."` :cennetten arsa satmak`

    -said, 13. söz - 141

    "fe tekattaû emrehum beynehum zuburan kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn fe zerhum fî gamratihim hattâ hîn

    derken kumandalarını aralarında kitab kitab parçalaştılar, her hızib kendilerininkiyle övünüyor/böbürleniyor. şimdi sen onları bırak dalgınlıkları içinde tâ bir deme kadar"

    -mu'minun suresi 53. ve 54. ayet

    ***

    şu güzîde kıssayı da mal-ı kamu eylemekte ziyadesiyle fâide bulmaktayım:

    "aziz, sıddık kardeşlerim!
    size, manidar ve acib ve risale-i nur'un talebeleriyle ve risale-i nur'a ve âyet-ül kübra'nın kerametiyle ve ehl-i dünyanın ilişmek niyetleriyle alâkadar, karşımda eskiden belediye bulunan hükûmet dairelerinden birisi, hiçbir şey kurtulmayarak, hiç görmediğimiz acib bir parlamakla gecenin en soğuk bir vaktinde üç saat cehennem gibi yandığı halde; tam bitişiğinde, risale-i nur'un çalışkanlarından bir talebesi, yine iki kardeşinin, masum ceylân'ın sermayelerinin kısm-ı azamı bulunan büyük mağazaları, o yangın yeri ile iki küçük dükkân fasıla ile o dehşetli yangın bütün şiddetiyle mağazaya doğru gelirken bîçare ceylân yanıma geldi, dedi: "biz yanıyoruz, mahvolduk." ben de iki gün evvel mağazalarında bulunan âyet-ül kübra'nın bir kısım matbu' nüshalarını yanıma getirmek için söyledim, fakat getirmedi. demek o ateşi söndürmek için orada kalmıştı. ben de risale-i nur'u ve âyet-ül kübra'yı şefaatçı yapıp: "ya rabbi kurtar" dedim. üç saat o dehşetli yangın hücumunda bütün o büyük daireyi mahvetti. altında ve bitişiğindeki dükkânları bütün yaktı, yıktırdı. risale-i nur'un ve âyet-ül kübra'nın hıfzında olan mağazaya kat'iyen ilişmedi ve altındaki şakirdin dükkânı da müstesna olarak sağlam kaldı. yalnız ahali camlarını kırdılar. eğer ahali ilişmeseydi, eşyalarını almasaydılar, hiçbir zarar olmayacaktı."

    emirdağ lahikası - sf. 93
  • asla ve asla şüphe edilemez ki asakir-i mansure-i muhammediye çok taşaklı bir ordudur.

    vaka-i hayriye | 1826
  • iyi insan olun gerisi teferruat..

    izmir'den birisi..
  • çıktım incirin başına
    yedim hamını hamını
    bir düşersen görürsün
    ananın halını
    (risalet-ül inciriyye)
  • radyonun içinde cin vardır.

    sözler | üçüncü söz | 25

    edit: kaynak istemişler bizde verelim yardımcı olalım.
    tıkla
hesabın var mı? giriş yap