• preston sturges'un kalbur üstü tüm işlerinde olduğu gibi kendine has bir parıltısı olan hakiki bir satir, kendisinin de başyapıtı kabul edilen süper film. iki tane adamın tren üzerinde boğuşmalarıyla açılıyor film, uzun bir süre kapıştıktan sonra ikisi birden denize düşüyor ve the end yazısı beliriyor ekranda. yani biz, bizim filmin başında sullivan'ın filminin sonunu görüyoruz. sullivan'ın bu hengame ve karakterlerin sonlarına ilişkin getirdiği yorum ise ilginç "kapitalizm ile sosyalizmin kavgasında ikisi de kaybetti". sturges'in film boyunca birçok kez hollywood'a dokundurduğu nokta da bu aslen. ucuz mesaj verme çabasını abuk sahnelerle dolu filmlere yedirip toplumsal olmaya soyunmanın aslında ne kadar da iki yüzlü bir tavır olduğu. bu fikriyatın ve antitezinin ete kemiğe büründüğü sahne ise sonlara doğru, sullivan'ın çark etmesini sağlayan, kilisedeki film izleme sahnesi. aslında yapılması gerektigi gibi goze sokmadan o kadar ince bir mesaj veriyor ki sturges, hayran kalmamak elde değil. genel geçer bir tavır değil bu elbette, bu gün de güncelliğini koruyan, dünya durdukça var olacak olan bir probleme getirilmiş doğru ve zeki bir bakış. bu yüzden en azından ideolojik tavrıyla eskimeyecek, her daim taze kalacak bir eser bu.
  • filmin sonunda verilmek istenen mesaj; sinemanın sadece bir güldürü aracı olarak kullanılmasının fakir, zor durumdaki insanlar(bu film özelinde) ya da sıradan insanlar(evrensel anlamda) için daha iyi olduğunu betimlemek için değildir! sturges' ün asıl anlatmak istediği mevzu; zorlama bilgelik, gereksiz ciddiyet ve bilmiş tavırların insanlara, kısa bir süreliğine de olsa dertlerini unutturan eski ekol bir komedi filminden, daha fazla yararı olmayacağıdır. sturges burada dönemin kendini bir şey sanan, sözde 'toplumsal' hollywood yönetmenlerine dokundurmaktadır.
  • alttan alttan adalet sistemine giydiren; dialogların çoğunun yazıp duvara asmalık olduğu film.

    böyle bir film izleyeyim ne sıkılayım ne gerileyim ama salak gibi şeyler de izlemeyeyim diyen varsa buyursun izlesin.
  • siyah beyaz amerikan sinemasına daldığım üniversite yıllarında izlediğim zamanının ötesinde film. özellikle filmin mizahi tarafı şu anda aklıma gelen ilk şey. toplumsal - sosyal eleştiriyi mizah aracılığıyla en iyi görebileceğimiz filmlerden.
  • fakirler için film yapmak isteyen, tüm hayatı boyuncu varlıklı olmuş yönetmene "sen fakirleri ne bilirsin, fakirlikten ne anlarsın ki" diye sorulunca yönetmen bu eleştiriye hak verir ve yoksulları daha iyi gözlemleyebilmek için evsiz kılığında beleşe tren yolculuklarına çıkmak ister. (bkz: hobo) derken veronica lakegelir... olması gerektiği gibi mahkumluk bölümü dışında çok eğlenceli ve yer yer komik bir film. 9/10. bir de veronica lake çok güzel.
  • amerikan film ensitüsünün en iyi 100 film listesinin orta sıralarında yer alan başyapıt

    dikkatimi de bu listede olması çekmişti zira hiç popülerliği yok.ne çeken ne de oynayanlar tanınan isimler değil.listede olduğunu gördüğümden beri hep izlemek gerek diyor ama bir türlü izlemeye ikna edemiyordum kendi.ta ki bugüne kadar.

    popüler isimler ve filmin kendi popülerliği olmadığından düşük tuttuğum beklentileri alt üst edip neden kendisine en prestijli listelerin birinde yer bulduğunu kanıtladı.

    daha ilk dakikadan içine alıp yer yer güldüren ve fazlasıyla düşündüren kusursuz bir yapıt. komedi,romantizm, çarpıcı sistem eleştirisi falan her şey var bu kısacık 90 dakikalık filmde.

    kaç yılında çekildiğini hiç hissettirmiyor. tam bir başyapıt.sinemanın gördüğü en iyi işlerden biri.izleyin izlettirin.

    son olarak belirteyim filmin yönetmeni hapishane müdürü kötü adamı oynayan tipmiş
  • 1941 yapımı süper film. konu zaten bir harika. filmin başlarında slapstick'e göz kırpar gibi olsa da, sonra işin rengi değişiyor, gerçek bir filme dönüyor. hem de ne dönmek? acayip bir şey oluyor...

    ama tabi sırf popüler filmlere yönelirse bir insan, bu filmlerden haberi olmaz. yani sen imdb top 250'nin peşine düşersen ısrarla beğenmediğin çok filmle karşılaşırsın. illa puana göre film izlemekse amacın, al işte 8.1 puanı var bu filmin.

    "zengin yönetmen abimiz yoksul taklidi yapmak istiyor, fakirlerin halini anlamak istiyor. beş parasız yollara düşüyor. ama o kadar zengin ki bu bir türlü olamıyor. zenginlik yakasını bırakmıyor. sonra olaylar hiç beklenmedik yerlere gidiyor. " (filmin konusu önceki entrylerde anlatılmış)

    yani sizin şu an yaptığınız, "ne recep ivedik'i yeaa, ben nbc izliyom" edebiyatını adamlar 80 sene önce şu filmde işlemişler. hem de ders niteliğinde. süper senaryo ve süper diyaloglar ile.

    filmin müthiş sonu da yüzlerde hakikaten acı bir tebessüm bırakan cinsten.
  • dönemine sağlam eleştiri getiren ama bunu sıkmadan, buram buram ajite etmeden, aynı zamanda komedi unsuruyla kıvamlı dengede başarabilmiş bir yapım. iz miktarda romantik komedi tadı da alabilirsiniz.

    çok da şey edip üzerindeki gizem örtüsünü kaldırmak istemiyorum. gerisine siz karar verin. bu arada dipnot olarak; otoritelerin de sıkça refere ettiği kaliteli bir film olduğunu söylemeliyim.
  • hollywood un tüm dünya sinemasından yüz yıl ileride olduğunun kanıtı olan filmdir.

    romantik komedi olarak da izlenebilecek bu film sosyal içerikli filmler çekmek isteyen bir komedi yönetmeninin aşağı tabakayı anlamak için fakirmiş gibi yola çıkışını anlatırken komünizme, siyahilere yapılan zulme ve sektörün içindeki kirliliklere değinir. ayrıca coen’lerin de sevdiği filmlerden biridir bu yapım.
  • joyce'un (bkz: ulysses /@hanging rock) 'de yaptığını sinemada yapan başyapıt.

    türlerarası gezinti. siyah-beyaz kolaj.
    romans, melodram, thriller, gizem, serüven...
    farklı üslupların dansı.
    pikaro'nun mega-kentten taşraya doğru genişleyen gezintisi.
    sinema sanatının yine sinema sanatına bakışı.
    ve insanoğlunun dirimselliğinin yegane kılavuzu aşk: görsel

    halen aşılamamıştır.
hesabın var mı? giriş yap